Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

“Sultan Vahideddin”, “Vahdettin”, “Sultan Mehmed Han Sâdis”, “Vahid” olarak da bilinir. Abdülmecid ile Çerkes asıllı cariye Gülüstû Kadınefendi'nin oğlu, Osmanlı padişahlarının sonuncusudur. Saltanatın kaldırılması ve vatana ihanetle suçlanması üzerine İstanbul'dan kaçmış, San Remo'da ölmüş, Şam'da gömülmüştür. Mezarı Türkiye'de olmayan tek padişahtır. Henüz yaşını doldurmadan annesi ve babası ölen Vahideddin'e bir süre ikinci hazinedar Mihrifelek baktı. Onun saraydan ayrılmasından sonra Abdülmecid'in kadınefendilerinden Şayeste Kadın yetiştirdi. İlk çocukluğu ve gençliği, amcası Abdülaziz'in (1861-1876) saltanat yıllarında geçti. Kendisiyle daha çok ağabeyi (II.) Abdülhamid ilgilendi. Bu ilgi Abdülhamid'in padişahlığı boyunca da sürdü. Tahsin Paşa'nın anılarında belirttiğine göre, padişah, kardeşleri arasında yalnız Vahideddin'i seviyor ve onu sık sık Yıldız Sarayı'na çağırıyordu. Vahideddin akşam yemeğine kaldığı günlerde Abdülhamid'le saray tiyatrosunu izler, bazen de siyasi konuları görüşürdü. Olasılıkla hanedan bireylerine ilişkin bilgiler taşır, hafiyelik yapardı, Abdülhamid, eski padişah V. Murad'ı ve veliahd (V. Mehmed) Reşad'ı acımasız bir göz hapsinde tutarken, bu kardeşine özgürlük tanımış, refahı için olanaklar sağlamıştı. Vahideddin, Çengelköy'deki köşkünde yaklaşık 40 yıl sıkıntısız bir yaşam sürdü. (...) Özel yaşamında nazik, yumuşak, resmî ilişkilerinde ciddi ve iltifatsızdı. Az konuşur, hatta kimilerine göre hiç konuşmazdı. İnadı ve ısrarıyla da bilinen Vahideddin, Osmanlı hanedanı ve hanedana yakın kişiler hakkında ilginç saptama ve yorumlarda bulunurdu. “Bizim hanedanımıza her türlüsü gelmiştir: Sarhoşu, delisi, aptalı vardır. Ama dinsizi gelmemiştir. İçimizde en mübalatsızı olan Sultan Abdülaziz bile son nefesinde Kuran'a sarılmıştı” (...) sözleri onundur. (...) Sadrazam Mahmud Şevket Paşa anılarında, 8 Mart 1913'te Çengelköy'deki köşküne giderek siyasetle ilgilenmemesi ricasında bulunduğunu anlatır. Oysa Vahideddin, her vesileyle “memleketin büyük bir tehlikeye karşı karşıya bulunduğunu ve bu tehlikenin farklı bir siyasetle önlenebileceğini” yinelerdi. Diğer yandan kendisini tanıyanlar, kuruntulu, inatçı ve kararsız olduğunu, “acemi cinci hoca gibi cinleri başına toplayıp dağıtamadığını” söylemekteydiler. 1916'da Yusuf İzzeddin Efendi intihar edince (...) Şubat 1916'da resmen “Devletlû Necabetlû Veliahd-ı Saltanat Hazretleri” sanını alan Vahideddin, 1917'de bu sıfatla Almanya gezisine çıktı. Kendisine eşlik edenler arasında mirliva Mustafa Kemal Paşa da (Atatürk) vardı. 1918'de de Avusturya-Macaristan İmparatoru Franz-Joseph'in cenaze töreni için Viyana'ya giderek padişahı temsil etti. 3 Temmuz 1918'de V. Mehmed'in ölümü üzerine, Sadrazam Talat Paşa, Harbiye Nazırı Enver Paşa ve Şeyhülislâm Musa Kâzım Efendi, Çengelköy'e giderek kendisine durumu bildirdiler ve padişahlığını kutladılar. Ertesi gün Topkapı Sarayı'nda, cülus töreni ile V. Mehmed'in cenaze hazırlığı aynı saatlere rastladı. (...) Büyük acılar ve kayıplarla biten bir savaşın sonunda tahta çıkan Vahideddin'den herkes başarılar bekliyordu. Kendisi de çok şeyler yapacağını umuyor, “Ben devlet ve memleketime hizmet ümidinde bulunmasaydım, Çengelköy'de rahat rahat oturur, bu bâr-i azîmi kabul etmezdim. Bu yaştan sonra mezarıma padişah diye yazdırmak hevesinde değilim!” diyordu. Memleketi İttihadçılar'ın mahvettiğine, V. Mehmed'in de onlara oyuncak olduğuna inanıyordu. İlk iş olarak Enver Paşa'nın “Başkumandan Vekili” sanını, “Başkumandanlık Erkân-ı Harbiye Reisi” olarak değiştirdi. Kendi adının da irade-i seniyyelerin altına değil, eski devirde olduğu gibi yukarısına yazılmasını emretti. Çok geçmeden yeni padişahla ilgili bir dizi söylenti yayıldı. Yıllardır sıkıntı içinde, aç ve hastalıklı yaşam süren halk, Vahideddin'in tebdil gezip kötülükleri tek tek saptadığını, her şeyi düzelteceğini konuşmaktaydı. Bu nedenle cülus gününde olduğu gibi 31 Ağustos 1918'deki kılıç alayında da İstanbullular sokaklara dökuldü. O gün on çifte filikayla denizden Eyüp'e giden yeni padişahı iskelede şehzadeler ve devlet erkânı karşıladı. Buradan türbeye yaya yüründü. Vahideddin, Yeniçeri Ocağı'nı kaldıran büyükbabası II. Mahmud'un pelerinini omzuna almıştı. Herkes bunu İttihad ve Terakki Fırkası'nı kaldıracağına bir işaret saydı. (...) Vahideddin'in tahta çıktığı günlerde 1. Dünya Savaşı hemen her cephede Osmanlı ordularının da yenik düşmesiyle bitmek üzereydi. Almanya ve Avusturya ateşkes istemişti. Bu öneriye katılmak gereğini duyan Vahideddin, Tal'at Paşa'dan istifa etmesini istedi. 8 Ekim 1918'de kabine çekildi. 30 Ekim 1918'de Mondros Ateşkesi imzalan(dı). (...) 7 Kasım 1918 gecesi, İttihad ve Terakki liderleri Enver, Talat, Cemal paşa üçlüsüyle Dr. Nâzım, Dr. Bahaeddin Şakir beyler gizlice kaçtılar. (...) 13 Kasım günü, İtilaf devletlerinin 55 parçadan oluşan donanması İstanbul'a geldi ve aynı gün karaya asker çıkartılmaya başlandı. (...) Bu olaylarla İstanbul'da İşgal ya da Mütareke Dönemi denen dört yıllık acı günler başladı. (...) Tutuklamalar sürerken işgalcilerin oluşturdukları merkez ve karakollarda da işkenceler yapılıyor; evler zorla sahiplerinden alınıyordu. Kadınların peçelerinin yırtılması ilk günden olağanlaştı. Sansür uygulanan basın, olayları ayrıntılı veremediğinden halk arasında yanlış ve abartılı haberler konuşulmaktaydı. Vahideddin, bütün bu gelişmeler karşısında hiçbir varlık gösteremediği gibi, saltanat değişikliği nedeniyle toplanan Meclisi-i Mebusan'da da bir kez göründü ve İttihadçılar'ın çoğunlukta olduğu Meclis-i Mebusan 21 Aralık 1918'de feshedildi. (...) Talat Paşa'nın Berlin'de (15 Mart 1921), Said Halim Paşa'nın Roma'da (6 Aralık 1921), Cemal Paşa'nın Tiflis'te (21 Temmuz 1922) Ermeniler'ce öldürülmeleri, Enver Paşa'nın Buhara'da, Kızılordu birlikleriyle çarpışırken (4 Ağustos 1922) vurulması İstanbul'da heyecan uyandırdı. Anadolu'daki Millî Mücadele'nin başarıya ulaşmasından, Vahideddin'den önce tedirgin olan Ferid Paşa, eşi Mediha Sultan'la 22 Eylül 1922'de Fransa'ya kaçtı. Ankara Hükümeti'nin temsilcisi Refet Paşa (Bele), Mudanya'dan Gülnihal Vapuru'yla 19 Ekim 1922'de İstanbul'a geldi ve coşkun gösterilerle karşılandı. Vahideddin'le de görüşen Refet Paşa yönetime el koyarak Ankara'ya Saltanat Hükümeti'nin bir işlevinin kalmadığını, İtilaf Devletleriyle ilişkilerin derhal kesilmesini önerdi. Sadrazam Tevfik Paşa'nın, barış konferansına delege göndermek üzere Ankara'ya telgraf çekmesi, TBMM'de saltanatın kaldırılması kararının ivedilikle alınmasını gündeme getirdi. 31 Ekim 1922'de “Kavanin-i esasiyeye mugayir harekette bulunan İstanbul'daki eşhas ve heyetlerin hıyanet-i vataniye” kapsamında cezalandırılmaları, 1 Kasım 1922'de de “saltanatın millete, halifeliğin ise Âl-i Osman'a ait olduğu, halifeliğe bu hanedanın ilmen ve ahlaken erşed ve eslâh olan bir mensubunun intihabı” yasalaştırıldı. 2 Kasım 1922'de Tevfik Paşa, Vahideddin'e istifasını verdi. (...) Halife sıfatı ile daha 15 gün Yıldız Sarayı'nda oturan VI. Mehmed Vahideddin, son cuma selamlığına 10 Kasım 1922'de çıktı. 16 Kasım günü işgal orduları başkumandanı Harrington'a yazdığı mektubu “Halife-i Müslimin” sanıyla imzaladı ve İstanbul'da hayatını tehlikeli gördüğünü, İngiltere Devleti'ne sığınarak bir an önce bir başka yere gitmek istediğini bildirdi. O gün öğle yemeğini kızı Ulviye Sultan'la yiyen Vahideddin, General Harrigton'dan aldığı olumlu yanıttan ve firar edeceğinden kimseye söz etmemesini uyardı. Geceyi sarayın bahçeye bakan yatak odasında heyecanla ve bavullarını hazırlayarak geçirdi. 17 Kasım sabahı 06.00'da, Başmabeyinci Ömer Yaver Paşa, otomobillerin hazır olduğunu haber verince Vahiddedin yakası kürklü paltosunu giyinip çıktı. Son padişah ve yanındakiler, dört otomobille Dolmabahçe'ye indiler. Burada bekleyen muşa binilerek Malaya gemisine geçildi. Vahideddin'in yanında tek oğlu Mehmed Ertuğrul Efendi, Başmabeyinci Ömer Yaver, Sertabib Reşad paşalarla Kaymakam Zeki Bey, Esvabçıbaşı Küçük İbrahim Bey, İkinci Musahip Mazhar Ağa da vardı. Malaya zırhlısına çıkıldığında gemi komodorunca Kral V. George adına selamlanan Vahideddin, bir an önce Türk karasularından çıkılması ricasında bulundu. Zırhlı saat 8.30'da demir aldı. Vahideddin'in kaçtığı, o günkü selamlık alayı için hazırlıklar başlayınca saat 10 sularında anlaşıldı. Mabeyn Başkâtibi Rıfat Bey, Üçüncü kâtip Reşad Bey'i gereken yerlere göndererek firar olayını bildirmesi üzerine, İstanbul Vali Vekili Esad Bey (Paşa) başkanlığında bir heyet Yıldız Sarayı'na gelerek soruşturma başlattı ve Vahideddin'e ait odalar mühürlendi. Diğer yandan, Selamlık töreni için Dolmabahçe önünde hazırlıklar yapılmış, epeyce halk toplanmıştı. Cuma vakti geldiği halde mevkib-i hümayun hâlâ görünmüyordu. Bir anda Vahideddin'in kaçtığı haberi ve yakışıksız bağrışmalar duyuldu. O günün akşamında Hâle sinemasında Vahideddin'in kaçtığı projeksiyonla yansıtıldığında da seyircilerden “Defolsun! Kime lâzımsa güle güle kullansınlar!” gibi tepkiler yükseldi. TBMM'de, “düşmanla işbirliği etmiş bir sultanın bu hareketinden sonra da ecnebi himayesine iltica ederek makam-ı hilafeti terk ve firar ile hilafetten bilfiil feragat etmekle şer'an hal' edilmiş” olacağına ilişkin Konya Mebusu Vehbî Efendi'nin fetvası okunduktan sonra Vahideddin Halifelikten de düşürüldü; Sultan Abdülaziz'in oğlu son veliahd Abdülmecid “halife” seçildi. Vahideddin ve yanındakiler İngilizce, Malaya zırhlısı mürettebatı da Türkçe bilmediği için, yolculuk sıkıntılı geçti. Vahideddin yanına 3 bin altın almıştı. Londra Bankası'nda da 20 bin İngiliz lirası vardı. Malta'da kimsenin bulunmadığı rıhtıma çıkılınca otomobillerle tenha yollardan bir konağa götürüldüler. Burada 37 gün kaldı. Melik Hüseyin'in çağrısı üzerine gittiği Mekke'de, "âlem-i İslam'a hitaben” bir beyanname yayımlandı. Bu bildiri 16 Nisan 1923 tarihli el-Ahram'da çıktı. Bu uzun metinde, Kemalistler'in İstanbul'u Ruslar'a teslimi öngördükleri ve bunun için Bolşevikler'e yaklaştıkları, fakat İstanbul'un hilafetin siyasi merkezi olmasını önleyemeyecekleri ileri sürülmekteydi. Bu bildirinin bir etkisi olmadığı gibi Vahideddin, Hicaz'da umduğu desteği de elde edemedi. San Remo'ya giderek orada yerleşti. 3 Mart 1924'te TBMM'nin, Halifeliğin kaldırılması ve Osmanlı Hanedanı'nın yurt dışına çıkartılması kararını alması üzerine İstanbul'da kalan kadınlarından Nevzad ve Müveddet'i de yanına getirtti. San Remo'daki yaşam, parasal sıkıntılar yüzünden giderek çekilmez hale geldi. 15 Mayıs 1926'da ölen Vahideddin'in cenazesi de sorun oldu. Türkiye, kabul etmeyeceğini İtalyan hükümetine bildirdi. Borçlu öldüğünden haciz konulan tabutu, kaçırılarak Suriye'ye götürüldü ve Şam'da Sultan Selim Camii haziresine gömüldü.
Sayfa 558 - 36- Sultan VI. Mehmet VahideddinKitabı okudu
·
222 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.