Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

176 syf.
·
Puan vermedi
Umberto Eco bu romanında gazetelerin temel aktarım aracı sayıldığı bir dönemde haber yazımıyla ilgili çarpıcı gerçekler sunuyor. Kitaptaki karakterlerle birlikte haber yazımı sürecinin arka planındaki gerçeklik hakkında fikir sahibi oluyoruz. Olaylar bir grup gazetecenin asla çıkmayacak olan bir günlük gazetenin yazımı aşamasında deneme amaçlı “sıfır” sayılar çıkarma çabasıyla şekilleniyor. Karakterlerden Simei’nin Colonna’ya roman yazmayı teklif etmesiyle akış başlıyor ve olay örgüsü bu gazetenin yazımı etrafında işliyor. Eco ilerleyen sayfalarda Mussolini ile ilgili komplo teorilerine yer veriyor ve kurgunun zihin dünyamıza nasıl etki ettiği noktasına parmak basıyor. Kitabın ana ekseninde “kötü gazetecelik” olgusu işleniyor. 1992 yılında İtalya’nın yakın tarihinde meydana gelen toplumsal olaylar göz önünde bulundurularak toplumların medya yoluyla nasıl yönlendirildiği anlatılıyor. Herhangi bir basın mensubunun bu kapitalist ilişkiler yumağında para, statü uğruna kendi onurunu hiçe sayabileceğini görüyoruz. Gazeteciler yeri geldiğinde bizi aldatmaktan çekinmemektedirler. Kitapta tam da bu noktada gazetecilerin bizi aldatmak, fikirlerimizi yönlendirmek konusunda ne kadar başarılı olduğu vurgulanıyor. Medya yalan haber üretir veya gerçekleşen olayları kendi ekseninden, bazı kesimlerin çıkarlarına göre çarpıtarak yorumlar. Eğer toplumda istenilen fikirlerin aşılanması için gerekli zemin oluşmuşsa, medya ona göre söylentiler yaratır. Bu söylentiler yayıldıkça kaynağın izi kaybolur. Bir süre sonra söylentiyi yayanın medya olduğu gerçeğini herkes unutur. Başka bir biçimde toplumda zaten bu fikirler kendiliğinden yaygınlık kazanmışsa, toplum zaten o yöndeyse burada medya bu fikirleri daha da pekiştirmek için çabalar. Burdan yepyeni haberlerin doğması da muhtemeldir. Sıfır Sayı bize burda ışık tutmaktadır. “Gazeteler yalan söyler, tarihçiler yalan söyler, bugün televizyon da yalan söylüyor” (s. 40). Aslında medya bizi büyük bir yalan ağıyla sarıp sarmalamıştır. Medya dönemin yönetimdeki söz sahipleri, patronlar veya birtakım çıkar gruplarının baskısıyla kendini şekillendirir. Aktarılan haber kimin hoşuna gidip gitmeyeceği, belli kesimlerin çıkarlarına uygun düşüp düşmeyeceği noktasında titizlikle hazırlanmalıdır. Kitapta Simei’nin gazetecilere bu yönde fikir verdiğini görüyoruz. "Bir yıl önce televizyonda, Körfez Savaşı sırasında Basra Körfezi'nde zifte bulanmış olarak can çekişen karabatağı hatırlamıyor musun? Sonra öğrenildi ki o mevsimde körfezde karabatak olması mümkün değilmiş ve o görüntü sekiz yıl öncesine, İran-Irak savaşı dönemine aitmiş. Bazılarına göre de hayvanat bahçesinden aldıkları karabatağı petrole bulamışlardı. İşte faşist suçlular konusunda da böyle yapmış olmalılar. Dikkatini çekerim, ben babamın ya da dedemin düşüncelerine hayranlık duymuyorum veya Yahudiler kıyıma uğramadılar demiyorum. Öte yandan, en iyi arkadaşlarımın bazıları Yahudi'dir. Ama artık hiçbir şeye güvenemiyorum. Amerikalılar gerçekten Ay'a gittiler mi? Her şeyi stüdyoda inşa etmiş olmaları olanaksız değil, hele araç Ay'a konduktan sonra astronotların gölgelerine bakarsan pek inandırıcı görünmüyor. Körfez Savaşı gerçekten yaşandı mı, yoksa bize arşivden fragmanlar mı gösterdiler? Bir yalan dünyada yaşıyoruz ve sana yalan söylendiğini biliyorsan hep kuşkuda yaşamak zorunda kalıyorsun. Ben kuşkuluyum, daimi olarak kuşku duyuyorum. Tanıklık edebileeeğim tek gerçek şey, onlarca yıl öncesindeki gibi duran bu Milano'dur. Bombardımanlar gerçekten oldu ve bombaları ya İngilizler attı ya Amerikalılar." Sıfır sayının çıkarılması sürecinde gazetecinin dikkat etmesi gereken bazı hususlar vardır. Bunlardan biri, kendi fikirleri üzerinden bir haber yapacaksa bunu gizlemeyi iyi bilmelidir. Mesela bir olayın aktarımında gazeteci, kamuoyunu temsilen orada bulunan tanıklardan birbiriyle çelişen farklı ifadelere yer vermelidir, ancak kendisi gibi düşünen tanığın ifadesine daha çok vurgu yapmalıdır. Bu durum gazetenin çürütülebilir olmasının önüne geçer. "Kurnazlık önce sıradan bir görüşü, sonra daha mantıklı ve gazetecininkine yakın ikinci görüşü tırnak içine almakta yatar. Böyle olunca okur iki bakış açısından da haberdar olduğu izlenimine kapılır ama aslında ikna edici olanı kabullenmeye yöneltilmiştir. Bir örnek vermemiz gerekirse, bir viyadük çökmüştür, altında bir kamyon kalmıştır ve sürücüsü ölmüştür. Metin, olayı ayrıntılarıyla aktardıktan sonra şöyle diyecektir: Köşede gazete bayii olan 42 yaşındaki Bay Rossi'yi dinledik. Ne denir ki, alın yazısı işte, dedi, o zavallı adam için çok üzgünüm ama kader kaderdir. Bundan hemen sonra yakındaki şantiyede çalışmakta olan 34 yaşındaki Bay Bianchi'ye söz verilir ve o da şöyle der: Suç kesinlikle belediyenin, bu viyadükün sorunlu olduğu uzun süredir biliniyordu. Sizce okur kendini kiminle özdeşleştirecektir? Birine ya da bir şeye öfkelenen, sorumluluğa işaret edenle değil mi? Açıkça anlaşıldı mı? Sonuç, neyi nasıl tırnak içine alacağımza bağlıdır.” “Sorun şu ki gazeteler haberleri yaymaya değil, örtmeye yarıyorlar.” Çıkacak sayfalarda, belirlenen okur kitlesinin ilgi ve isteklerine göre başlıklar; kültür, spor, evlilik, burç yorumları ile ilgili sayfalar hazırlanır. Amaç dikkatlari başka taraflara çekmektir. Asıl haberler bunca bilgi kirliliği içinde gözden kaybolur. Medya mevcut düzende, dönemin egemen güçlerinin çıkarlarına göre söylemler yaratır. Psikolojik çağrışımların karşılık geldiği noktaları hedef alır ve yarattığı söylemlere yaslanarak çeşitli algı oyunlarına başvurur. Çeşitli abartmalara veya spekülasyonlara başvurarak toplumlar istenilen yöne çekilir. Bu şekilde bilinmesi istenmeyen olayların üstü örtülür veya bu yollarla geri plana itilir. “Gazetede neyin yer alacağını belirlemek için, öteki gazetelerin ifadesiyle, ajandayı tespit etmek gerekir. Haber denen şeyden bu dünyada çok fazla var ama neden Bergamo’da bir kaza olduğunu söylerken, Messina’da bir başkasının olduğunu görmezden geliyoruz? Gazeteyi yapan haber değil, haberi yapan gazetedir. Dört farklı haberi bir araya getirmeyi bilmek demek, okura beşinci bir haber önermek anlamına gelir.” (s. 53) “Bir örnek vermemiz gerekirse, bir viyadük çökmüştür, altında bir kamyon kalmıştır ve sürücüsü ölmüştür. Metin, olayı ayrıntılarıyla aktardıktan sonra şöyle diyecektir: Köşede gazete bayii olan 42 yaşındaki Bay Rossi’yi dinledik. Ne denir ki, alın yazısı işte, dedi, o zavallı adam için çok üzgünüm ama kader kaderdir. Bundan hemen sonra yakındaki şantiyede çalışmakta olan 34 yaşındaki Bay Bianchi’ye söz verilir ve o da şöyle der: Suç kesinlikle belediyenin, bu viyadükün sorunlu olduğu uzun süredir biliniyordu. Sizce okur kendini kiminle özdeşleştirecektir? Birine ya da bir şeye öfkelenen, sorumluluğa işaret edenle değil mi? Açıkça anlaşıldı mı? Sonuç, neyi nasıl tırnak içine alacağınıza bağlıdır.” (s. 52) Eco etrafımızda olup biten şeylere şüpheyle yaklaşmamız konusunda bize yol gösteriyor. Güncel söylemler algılarımız üzerinde otorite sahibidir. Bu bazen yıkıcı sonuçlar doğurabilir. Örneğin herhangi bir ırk üzerinden yaratılan söylemler o ırka karşı bir ayrımcılığa yol açabilir. Aslında aldatmak konusunda gazetelerin başarısının ardında toplumların spekülasyonlara açık olması durumu yatıyor. Enformasyon çağında yaşamanın bir getirisi olan bilgi kirliliği, doğru bilgiye ulaşmak konusunda büyük bir handikap yaratıyor. Medya ve bilgi okuryazarlığı konusunda yetersiz oluşumuz da doğru bilgiyi onlarca safsatanın arasından ayıklamamızın önüne geçiyor. Umberto Eco’nun ısrarla vurguladığı nokta, bize gösterilenin ardında ne olup bittiğini kurcalamak.
Sıfır Sayı
Sıfır SayıUmberto Eco · Doğan Kitap · 20151,109 okunma
·
133 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.