Gönderi

Din ve Namus Tartışması
Tarih: 10 Temmuz 1923 Yer: Ankara Tren İstasyonu Karabekir, anılarında o gün orada Atatürk'le aralarında din konusunda bir tartışma yaşandığını belirtip şunları anlatmıştır: "Mustafa Kemal Paşa, 'Dini ve namusu olanlar aç kalmaya mahkûmdur. Dini ve namusu olanlar kazanamazlar, fakir olmaya mahkûmdurlar. Böyle kimselerle memleketi zenginleştirmek mümkün değildir. Bunun için önce din ve namus anlayışını değiştirmeliyiz. Partiyi (CHP) bunu kabul edenlerle kuvvetlendirmeli ve bunları çabuk zengin etmeliyiz. Bu suretle kalkınma kolay ve çabuk olur. Dini ve ahlaki inkılap yapmadan önce hiçbir şey yapmak mümkün değildir. Bunu da ancak bu prensipleri kabul edebilecek genç unsurlarla yapabiliriz." Karabekir, Atatürk'ün bu sözlerine şöyle yanıt verdiğini belirtmiştir: "Dinsiz ve ahlaksız millete bu dünyada hayat hakkı olmadığını tarih gösteriyor. Paşam, bu yeni akide bizi Bolşevikliğe götürür. Siz millet kürsüsünden haykırdınız ki, sulhtan sonra millet safları içine çekilerek bir ferdi millet gibi yaşayacağım. Halbuki şimdi halkın asla hoşuna gitmeyeceği ve benim bile derin bir uçurum gördüğüm bir formülü zorla kabul ettirecek bir idare kurmaya gidiyorsunuz. Bunu yapmayınız. Milli birliğimiz sarsılır ve bir asalak tabaka halkın başına geçerek kanını emer. Hiçbirimizin hayatı uzun değildir. Bu milletin yeni sarsıntılara tahammülü yoktur. Planlı ve programlı olarak İstiklal Harbimiz'deki ruhumuzla yürüyelim. İstiklal Harbi'ni canıyla, kanıyla kurtaran milletimize hürriyet ve aşk saadetini tattıralım." Karabekir'e Cevaplar (1) Sırayla gidelim: Bir: Bu iddia sadece Karabekir tarafından anlatılan, başkaca hiçbir tanığı olmayan tek taraflı bir iddiadır. İki: Yeri ve zamanı gelmeden kafasındaki devrimci düşünceleri ve planları en yakın arkadaşları da dahil hiç kimseyle paylaşmayan strateji ustası Atatürk'ün, 10 Temmuz 1923 gibi, Türk Devrimi için henüz çok erken bir tarihte (henüz Lozan imzalanmamış, halifelik kaldırılmamış, tekke ve zaviyeler kapatılmamış, eğitim öğretim birleştirilmemiş, Şeriye ve Evkaf Vekâleti kapatılmamış, Osmanlı hanedanı yurt dışına sürgün edilmemiş, medreseler kapatılmamış ve laiklik hayata geçirilmemiştir) üstelik Karabekir gibi muhafazakâr takılan birinin yanında, uluorta "Dini ve namusu olanlar aç kalmaya mahkûmdur!" diyerek dine saldırması her şeyden önce akla yatkın değildir. Atatürk o günlerde din konusunda çok dikkatlidir. Örneğin, Ocak 1923'te İzmit'te Kılıçzade Hakkı'nın "Yeni kurulacak devletin bir dini olacak mı, yeni devlet bir din ile tedeyyin edecek mi?" sorusuna Atatürk o meşhur taktisyenliğiyle -henüz zaman ve zemin uygun olmadığı için- şöyle dikkatli bir yanıt vermiştir: "… Edilecek mi edilemeyecek mi bilemem. Bugün mevcut olan kanunlarda aksine bir şey yoktur. Millet dinsiz değildir, mütedeyyindir ve dini de İslam'dır. Yani komünistlik gibi dini reddedecek ortada bir meslek yoktur." Atatürk, 1923 ortamında verdiği bu yanıtın taktiksel bir yanıt olduğunu 1927'de "Nutuk"ta şöyle açıklamıştır: "Gazeteci muhatabımın sorusuna 'Hükümetin dini olmaz!' diyemedim. Aksini söyledim: 'Vardır efendim, İslam dinidir,' dedim. Fakat ardından 'İslam dini fikir hürriyetine maliktir' cümlesiyle cevabımı açıklama ve yorumlama gereği hissettim."2 Ocak 1923'te Kılıçzade Hakkı'ya "Hükümetin dini olmaz!" diyemeyen Atatürk'ün sadece 6 ay sonra Temmuz 1923'te Kazım Karabekir'e, "Dini ve namusu olanlar aç kalmaya mahkümdur!" demiş olması mümkün müdür Allah aşkına? Atatürk, özellikle radikal devrimlerin öncesinde, 1923 yılında yerli veya yabancı hiç kimseye din/İslam eleştirisi yapmamıştır. Örneğin o günlerde Asaf İlbay'ın "Paşam, din hakkındaki düşüncelerinizi öğrenmek istiyorum" sorusuna Atatürk şu yanıtı vermiştir: "Din vardır ve lazımdır. Temeli çok sağlam bir dinimiz var. Malzemesi iyi fakat bina uzun asırlardır ihmale uğramış, harçlar döküldükçe yeni harç yapıp binayı takviye etmek lüzumu hissedilmemiş, aksine olarak birçok yabancı unsur (tefsirler-hurafeler gibi) binayı fazla hırpalamış. Bugün bu binaya dokunulamaz, tamir de edilemez. Ancak zamanla çatlaklar derinleşecek ve zamanla sağlam temeller üzerinde yeni bir bina kurmak lüzumu hâsıl olacaktır…" Görüldüğü gibi Karabekir'e güya, "Dinsiz ve namussuz olalım!" diyen Atatürk, Asaf İlbay'a "Din vardır ve lazımdır. Temeli çok sağlam bir dinimiz var!" demiştir. Atatürk, 29 Ekim 1923'te -yani Karabekir'e "Dinsiz ve namussuz olalım!" dedikten 3 ay sonra- Fransız gazeteci Pernot'a da "Dinime, bizzat gerçeğe nasıl inanıyorsam buna da öyle inanıyorum. Şuura aykırı, ilerlemeye engel hiçbir şey içermiyor," demiştir. 22 Ocak 1923'te -Karabekir'e "Dinsiz ve namussuz olalım!" demeden 6 ay önce Bursa'da halka, "Milletimiz din ve dil gibi kuvvetli iki fazilete sahiptir. Bu faziletleri hiçbir kuvvet, milletimizin kalp ve vicdanından söküp alamamıştır ve alamaz," demiştir. Karabekir güya, "Dinsiz ve namussuz olalım!" diyen Atatürk'ü, "Dinsiz ve ahlaksız bir millete bu dünyada hayat hakkı olmadığını tarih gösteriyor!" diye uyardığını(!) iddia etmiştir. Ancak Karabekir'in Atatürk'e böyle bir uyarıda bulunması da anlamsızdır. Çünkü bir gerçekçi olan Atatürk de milletler için dinin gerekli olduğunu düşünmektedir. Örneğin 1930'da aynen şöyle demiştir: " Din lüzumlu bir müessesedir. Dinsiz milletlerin devamına imkân yoktur. Yalnız şurası var ki din, Allah ile kul arasındaki bağlılıktır." Yine Karabekir'in "… Paşam bu yeni akide (dinsizlik ve namussuzluk) bizi Bolşevikliğe götürür!" diyerek Atatürk'ü uyardığı iddiası da çok anlamsızdır. Çünkü Atatürk de zaten Bolşevikliğe ve komünizme karşıdır. Nitekim 2 Aralık 1922'de Petit Parisien muhabirine verdiği demeçte, "Biz ne Bolşevik, ne komünist, ne biri ne diğeri olamayız. Çünkü biz milliyetperver ve dinimize hürmetkârız," demiştir. Üç: Karabekir'in Atatürk'ün ağzından aktardığı "Dini ve namusu olanlar aç kalmaya mahkûmdur. Dini ve namusu olanlar kazanamazlar, fakir olmaya mahkûmdurlar… Bunun için önce din ve namus anlayışını değiştirmeliyiz!" şeklindeki sözler her şeyden önce Atatürk'ün üslubuna, yaşam görüşüne, gerçekçiliğine ve ahlak anlayışına uygun değildir. İşin ilginç yanı, Karabekir'in iddiasına göre güya, 10 Temmuz 1923'te bizim "Dinsiz ve namussuz olmamızı" isteyen(!) Atatürk, Kurtuluş Savaşı'nı, kendi ifadesiyle bir "Namus Cephesi"yle kazandığını belirtmiştir. Atatürk 27 Ocak 1923'te İzmir Hükümet Konağı'nda yaptığı konuşmada bu "Namus Cephesi"nden şöyle söz etmiştir: "… İzmirve çevresinin ÇOKNAMUSLU ve vatan severhalkı hiçbir zaman bu hükümdar (Vahdettin) ile ve onun heyeti ile beraber olmadı, olmak istemedi ve olamazdı. Onun için derhal Redd-i İlhak adıyla kurduğu cemiyet aracılığıyla bütün halkı vatan savunmasına çağırdı. Bu nedenle o cemiyetin adını saygıyla anmayı bir borç sayarım. Bu girişim ile düşman karşısında bir NAMUS CEPHESİ oluştu. Bu cephe çok büyük, maddi olarak çok kuvvetliydi denilemez. Fakat çok YÜKSEK NAMUS ve manevi kuvvete sahipti. Şüphe yok, bu NAMUS CEPHESİ bütün memleket için bir çağrı ve yüreklendirme, harekete geçirme cephesiydi. Bunu oluşturan insanlar çok iyi biliyordu ki, bütün vatandaşlar bu cepheye koşacaktı. Gerçekten öyle oldu. Bütün millet gerçeği anladı. İşbirliği yaptı ve bu cephenin desteklenmesine koştu. Ancak düşmanlarımız bunu anlamışlar ve buna imkân ve fırsat vermemek için derhal o NAMUS CEPHESİNE saldırmışlardı. Efendiler, NAMUS CEPHESİ hiçbir zaman yıkılmaz, yenilemez. Bundan dolayı o cephe yıkılmamış, mağlup edilememiştir. (…) Bir devir yaşıyoruz ki (…) millet ve memlekete izzet, şeref, NAMUS kazandırıyor ve muvaffakiyet, muzafferiyet veriyor, o da bu devirdir. " Görüldüğü gibi Atatürk bizzat kendi ağzından koca bir Kurtuluş Savaşı'nı "namus" kavramıyla açıklamıştır. Kurtuluş Savaşı'nı Atatürk'ten başka hiç kimse "Namus Cephesi" olarak adlandırmamıştır. Ona göre halkın işgallere karşı gösterdiği direnişle, yani Kuvayı Milliye hareketiyle bir Namus Cephesi kurulmuştur. Çünkü İzmir'in işgal edileceğini duyan vatansever İzmirli gençlerin kurduğu Redd-i İlhak Cemiyeti ve işgallere karşı Anadolu'nun dört bir yanında kurulan direniş cemiyetleri kelimenin ilk anlamıyla önce bireysel, sonra toplumsal namusu korumayı amaçlamıştır. Atatürk'ün ifadesiyle "Bu cephe (…) çok yüksek namus ve manevi kuvvete sahipti." Görüldüğü gibi Atatürk, bırakın halkın namus anlayışını değiştirmeyi, halkın "namusuyla" ve "manevi kuvvetiyle" övünmektedir. 27 Ocak 1923'te "Efendiler, Namus Cephesi hiçbir zaman yıkılmaz, yenilemez. Bundan dolayı o cephe yıkılmamış, mağlup edilememiştir," diyerek "namus" kavramını yücelten Atatürk'ün 6 ay sonra, 10 Temmuz 1923'te "Dini ve namusu olanlar aç kalmaya mahkumdur! (…) Bunun için önce din ve namus anlayışını değiştirmeliyiz!" diyerek "namus" kavramına saldırması düşünülebilir mi? Dört: 10 Temmuz 1923'te Kara bekir gerçekten de Atatürk'le din konusunda bir tartışmaya girmiş olabilir. Çünkü Atatürk, tam da o günlerde benim "dinde öze dönüş" veya "dinde yeniden yapılanma" diye adlandırdığım bir projeye kafa yormak- tadır."6 Atatürk, o gün Karabekir'e bu projesinden söz etmiş olabilir. Yaşanan biçimiyle dini eleştirmiş de olabilir. Ancak Karabekir, maalesef hep yaptığı gibi, Atatürk'ün dinde yeniden yapılanma projesini -din dilinin Türkçeleştirilmesi, hurafelerle mücadele edilmesi ve bazı din eleştirilerini vb.- Atatürk'ün halkı "dinsizleştirme ve namussuzlaştırma" projesi olarak bize aktarmıştır. Ileride göreceğiniz gibi Karabekir, olayların üzerinden on yıl geçtikten sonra, Atatürk'ten bir anlamda intikam almak amacıyla kaleme aldığı anılarında olayları karıştırmış, çarpıtmış, hatta zaman zaman açıkça olay uydurmuştur. Beş: Bir olasılık da şudur: Atatürk din konusunda Karabekir'in nabzını yoklamak istemiş olabilir. Bazen yaptığı gibi muhatabını öfkelendirecek çok ağır şeyler söyleyip, muhatabının/Karabekir'in tüm içini dökmesini amaçlamış da olabilir. Eğer bu olasılık doğruysa Atatürk amacına ulaşmıştır! Altı: Son bir olasılık da şudur: Atatürk, din konusundaki du- yarlılığını bildiği Karabekir'le yarı şaka yarı ciddi dalga geçmiştir! Atatürk o gün gerçekten ne dedi? Karabekir ne anladı? Ne kadarını bize aktardı? Allah bilir! Ama Allah aşkına! Bırakın Atatürk gibi çağını aşmış bir strateji dehasını, kim, -gerçekten öyle düşünüyor olsa bile-, muhafazakâr bir arkadaşına, üstelik çok zamansız bir şekilde, ağzını aramak için bile olsa, "dinsiz ve namussuz olalım!" der? Bırakın tarihi, biraz mantık yeter bu bulmacayı çözmek için? Yedi: Karabekir'in en büyük çelişkisi ise şudur: Anılarında bir yerde "Atatürk, dinsiz ve namussuz olmamızı istiyordu!" diyen Karabekir, birazdan göreceğiniz gibi, aynı anılarında başka bir yerde "Atatürk Hıristiyan olmamızı istiyordu!" diyecektir. Karabekir din, iman üzerinden Atatürk düşmanlığı yapanlar gibi mantık gözetmeden Atatürk'ü Müslüman halkın gözünden düşürecek her yolu denemiştir. Karabekir'in Atatürk'e yönelik iddialarında gerçekten insanı güldüren bir mantıksızlık vardır. Örneğin, Atatürk dinsiz olmamızı istiyorsa, Hristiyan olmamızı isteyemez, Hristiyan olmamızı istiyorsa dinsiz olmamızı isteyemez! Çünkü sonuçta Hristiyanlık da bir dindir!" Karabekir'in Atatürk karşıtlığı aklını karıştırmış, gözlerini kamaştırmış olsa gerek ki kitabındaki bu tür çelişkileri, mantıksızlıkları görememiştir! Çünkü Karabekir tek bir amaca kilitlenmiş; öyle ya da böyle Atatürk'ü İslam düşmanı göstermeye odaklanmıştır. Sonuçta "dinsizlik" isteyen Atatürk de "Hristiyanlık" isteyen Atatürk de "İslam düşmanı" Atatürk imgesine hizmet edecektir.
Sayfa 94 - İnkılap YayınlarıKitabı okudu
·
196 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.