Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

21 Temmuz 1905 Yıldız Suikastı
Halit Kanak Her şey 1886 yılının sonlarında İsviçre’de kurulan Ermeni Hınçak Gizli Cemiyeti’nin kurulmasıyla başladı. Bu terör örgütü, Osmanlı vatandaşı olarak huzur içerisinde yaşayan Anadolu’daki Ermenileri, sâdık tebâsı oldukları Osmanlı Devletine karşı ayaklandırmaya çalıştılar. Önce zengin Ermeni vatandaşlarımızdan tehdit yoluyla yüklüce para koparttılar. Sonra sâde vatandaşları kışkırtmaya kalktılar. Kendilerine uymayan Ermeni kökenli yüzlerce vatandaşı, Kürdistan kuracağını iddia eden PKK’nın Kürt Kardeşlerimizi öldürdüğü gibi vahşice işkenceye tâbi tutarak öldürdüler. Şiddet uygulayarak zorla yanlarına aldıkları küçük gruplarla yer yer isyan çıkartsalar da, bu isyanlar Erzincan’daki 4. Ordu Komutanı Müşir Zeki Paşa tarafından bastırıldı. Aslında bu isyan girişimleri yeni değildi. Rus’un, Fransız’ın kışkırtmasıyla 1862, 1865, 1875, 1878, 1879 yıllarında Torosların merkezindeki Zeytun, 1862 yılında Van, 1863 yılında Muş, 1865 yılında Tunceli Çarsancak’ta Ermeni isyanları çıkmış olsa da, örgütlü değillerdi. Ermeni terör örgütü Anadolu’da başarılı olamayınca bu kez de kendi yaptıkları katliamları Türk askerinin üzerine atarak Avrupa’da “Türkler Ermenileri doğruyor” propagandasına başladılar. Birçok Avrupa ülkesi ile Amerika da gazeteler de bu kışkırtmaları destekledi. Bu da emperyalist devletlerin Türkiye’ye daha fazla baskı yapmasına ve Ermeni çetelerine silah desteğini artırdı. Baskı ve silah desteği artınca saldırılarda artıyordu. Bu saldırılarda Türk köyleri ile Kürt kardeşlerimizin yaşadığı mahaller yakılıyordu. Zamanla Bâb-ı Âli üzerinde Avrupa’nın baskısı o kadar arttı ki, Anadolu’da alınan askeri tedbirleri uygulayamaz olduk. Bir ara çekiç güç yüzünden Kuzey Irak’ta PKK’ya karşı etkili mücadele edemediğimiz gibi. Hatta öyle bir an geldi ki, Sûltân Abdülhamid Hân, bu durumda kendilerini korumak için mütemâdiyen silah isteyen Kürt kardeşlerimizin bu isteklerine cevap vermek zorunda kaldı ve Hamidiye Alaylarını kurarak bölge halkını silahlandırdı. Bu kez de saldırılar köylerden şehirlere kaydı, Van, Erzurum, Trabzon, Sivas gibi şehir merkezlerinde olaylar çıkartmaya başladılar. Yetmedi ağababalarının emriyle Ermeni çeteciler bir başarı elde edemeyeceklerini bile bile 1894 Ekim’inde Sason’da ayaklandılar. Devlet artık baskıyı düşünemezdi. Askerî müdahale gecikmedi ve isyan bastırıldı. Beş bin Ermeni saldırganın ölmesine sebep olan ayaklanmayı planlayan Hamparsum Boyacıyan kurtuldu. Sason’dan ders çıkartmayan Boyacıyan bir ay sonra da Diyarbakır’da ayaklanma başlattı. Bu da bastırıldı ve 1.191 saldırgan Ermeni’nin hayatına mal oldu. Türk askerinin isyanları bastırması tabî ki emperyalist devletleri harekete geçirdi. İngiltere, Fransa, Rusya, Almanya, İtalya ile Avusturya-Macaristan bir araya gelerek müzâkerelere başladılar. Bütün dünyanın pür dikkat takip ettiği müzakerenin en önemli konusu, 93 harbinde (1877-78) imzalamak zorunda kaldığımız Berlin Anlaşmasının 61. maddesinin ne şartta olursa olsun Türkiye’ye uygulatılmasıyla ilgiliydi. Sûltân Abdülhamid Hân’ın dehâsı bir kez daha ortaya çıktı. Abdülhamid Hân önce, 61. maddenin uygulanması için Türkiye’ye gönderilmek üzere hazırlanacak nota’ya imza atmaması için Almanya, İtalya, Avusturya-Macaristan’ı ikna etti. Sonra nota’ya 3 Mayıs 1895’te imza atan İngiltere, Fransa ve Rusya’yı birbirinden ayırarak oldukça ağır nota’nın uygulanmasını bertaraf etti. Bunun için Fransa dışişleri bakanı Gabriel Hanotaux’ya hükümdarlar dışında hiç bir yabancıya verilmeyen murassa imtiyaz nişanını vermekten çekinmedi. Yalnız kalan İngiltere verdikleri nota’yı uygulattırmak için donanmasını Çanakkale önlerine gönderse de Abdülhamid Hân 3 Haziran 1895’te verdiği cevabı nota’da kendisinden istenen; Hamidiye Alaylarının derhal kaldırılması, Doğu Anadolu’da bulunan 6 vilayete kendilerinin olur vereceği yeni valilerin atanmasını ve Ermenilerin jandarma birlikleri kurulması talebini, hiçbir açık kapı bırakmayacak şekilde kesin ve net bir dille reddetti. Umduklarını bulamayan Ermeniler ile prestiji yerle bir olan İngiltere gözleri dönmüş şekilde beklemeden yeni bir planın uygulamasına geçtiler. İngiltere’nin kışkırtmasıyla 30 Eylül 1895 tarihinde dönemin Ermeni Patriği Meteos İzmirliyan’ın silahlandırdığı 400 kadar Ermeni, Hınçak Partisinin önde gelenlerinden Kılıçyab, Cangılyan, Boyacıyan, Açıkbaşyan’ın Kumkapı kilisesinde yaptıkları konuşmanın ardından Osmanlı Tuğrası’nı ayaklar altına alarak ezdikten sonra harekete geçtiler. Hedeflerinde Bâb-ı Âli vardı. Ancak çok istemelerine rağmen Bâb-ı Âli’ye ulaşamadılar. Sûltânahmet civarına gelmişlerdi ki yolları kesildi. 3 gün 3 gece direnmeleri de fayda vermedi. Jandarma, polis ve halkın karşı koymasıyla imha edildiler. Fakat tamamen sinmediler. Yeni eylem peşinde koştular. Yaklaşık bir yıl sonrada 26 Ağustos 1896’da yine Ermeni Patriği İzmirliyan’ın organizasyonuyla başkent İstanbul’da Karaköy’deki Osmanlı Bankasını basarak bütün dünyanın dikkatlerini çekmek istediler.(Tıpkı Kenan Evren’in 12 Eylül darbesinden sonra Asala’nın 7 Ağustos 1982 yılında Başkent Ankara’da Esenboğa Havalimanını bastıkları gibi.) Bu baskın hareketi de doğrudan Yıldız Sarayına bağlı istihbarat teşkilatı tarafından önceden haber alındığı için fiyasko ile sonuçlandı. Komitacılar ellerindeki silah ve bombalarla geldikleri bankada imha edildiler. Bu kez patrik İzmirliyan, İngiliz donanmasının Çanakkale’yi geçerek İstanbul’a yaklaştığı yaygarasını kopartarak Ermeni vatandaşları kışkırttı. Bu yalanlara inananlar sokağa döküldülerse de ellerine kalın sopa verilen liman hamalları tarafından feci şekilde dövülerek bertaraf edildiler. Bu kargaşada başbakanı ortadan kaldırmak isteyen özel yetiştirilmiş bir kişi Sadrâzâm Halil Rıfat Paşa’ya Bâb-ı Âli yakınlarında kurşun attı ama vuramadı. Sûltân Abdülhamid, bütün bu işlerin planlayıcısı patrik İzmirliyan’ı azledip Kudüs’e sürdü. Yıldız Sarayı Suikastı Osmanlı Devletini parçalamaya gücü yetmeyen mihraklar bu kez de devletin başını ortadan kaldırmak istediler. Çünkü Sûltân Abdülhamid Hân ortadan kalkmadan amaçlarına ulaşamayacaklardı. Doğuda açtıkları konsolosluklarda o kadar desteğe rağmen işe yaramamış, bir tek vilayeti dâhi kopartamamışlardı. Üstelik 1897’de yapılan savaşta Yunan fena halde ezilmişti. Bunun için düğmeye basıldı. Abdülhamid Hân bir suikastla ortadan kaldırılacaktı. Ermeni Hınçak partisi suikastı üstlendi. Emperyalist devletler yardım edecek, bunun için profesyonel teröristler kiralanacak iş şansa bırakılmayacaktı. Zaten, dünya Siyonist teşkilâtı tarafından bir miktar Yahudi’nin Filistin’e yerleştirilmesi karşılığında verdiği milyonlarca altın rüşveti kabûl etmeyen Abdülhamid’e Yahudiler de düşman kesilmiş ve bu suikastı onaylamışlardı. Suikast Avrupa’da planlandı ve bu iş için Belçikalı terörist Edwart Jorris’le anlaşma yapıldı. Jorris bizzat İstanbul’a geldi. Haftalar süren takip başladı. Görüldü ki, padişah her hafta cuma namazı için geldiği Yıldız Camii’nden çıktıktan 1 dakika, 42 saniye sonra kendi kullandığı arabasına biniyordu. Bu sürenin hiç şaşmadığı tesbit edildikten sonra harekete geçildi. Önce, Viyana’da özel olarak yaptırılan suikast arabası parçalar halinde getirilerek İstanbul’da monte edildi. Sonra 80 kilo patlayıcı ile 20 kiloluk saatli bomba özenle arabaya yerleştirildi. Ardından aralarında kadınların olduğu küçük grup Avrupalı seyirci olarak selamlık töreni için Yıldız Camii önündeki tören alanına gittiler. Herkes Cuma namazında iken arabayı tören alanında Jorris’le bırakıp çekildiler. Tarihler 21 Temmuz 1905’i gösteriyordu. Abdülhamid Hân namaz çıkışında cami kapısında gözüktüğünde 1 dakika, 42 saniyeye kurulmuş bombayı aktif hâle getiren Jorris’te kalabalığa karıştı. Fakat o anda beklenmedik bir şey oldu. Bir konuyu arzetmek isteyen Şeyhülislâm Cemâleddin Efendi padişahın yolunu kesti. Şeyhülislâm konuşmasını tamamlayınca, kendisine teşekkür eden Abdülhamid Hân caminin merdivenlerinden adım atmaya başladığı anda büyük bir gürültü ile bomba patladı. Bütün nâzırlar (bakanlar) ve paşalar kaçışmaya başladılar. Bombanın şiddetli sesinden Hassa Alaylarının atları ürktüğü için at üstündeki korumalar birbirlerine girdi. Tam bir can pazarı ve kargaşa yaşanıyordu. Yerinden kımıldamayan tek kişi Sûltân Abdülhamid Hân’dı. Metânetle bir müddet etrafı süzdükten sonra elini kaldırarak, “Herkes yerinde kalsın, korkmayın, telaşlanmayın” diye gürledi. Hizmetliler padişahın arabasında ölen atların yerine hemen oradaki sağlam atlarla takviye yaptılar. Ortalık sakinleşince Sûltân yavaş adımlarla yürüdü arabasına bindi, âdeti olduğu üzere dizginleri eline aldı, arabayı sürmeye başlar başlamaz alkışlar eşliğinde müthiş bir tezahürat koptu. Aynı tezahürat proğram dâhilinde her cuma yapılan elçiler görüşmesi esnasında yabancı elçiler tarafından da yapıldı. Suikastı yapan ve planlayan Jorris dâhil pek çok kişi yakalandı. Abdülhamid Hân Jorris’i bağışlayarak 500 altınla Avrupa’ya gönderdi ve görev süresi boyunca ondan çok kıymetli bilgiler elde etti… Dehâsıyla bütün dünyayı kendisine hayran bırakan Abdülhamid’e Ermenilere tâviz vermediği için düşman olan tarihçi Albert Vandal, Abdülhamid Hân’a “Le Sûltân Rouge” lakabını taktı. Bu lakabı düşmanların ekmeğine yağ sürerek Kızıl Sûltân’a çevirenler yakın tarihimize kadar okullarda bize bunu okutturup ezberlettiler… Şanlı ecdâdımıza hakettiği değeri veren ve Abdülhamid Hân’ın gerçek kişiliğini dizilerle, filmlerle, kitaplarla ortaya koyarak nesillerimize aktaran Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a bir kez daha şükranlarımızı sunuyoruz…
·
124 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.