Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

50 syf.
·
Puan vermedi
Stefan Zweig’ın savaştan İsviçre’ye kaçmış Ferdinand isimli bir ressamın askere çağrılış kâğıdını almasıyla birlikte iki günlük karar ver(eme)me sürecini anlatan 50 sayfalık bir kitap mecburiyet. Karar verememe dedim, çünkü kendi iradesiyle hareket edemeyen bir kişi bu süre boyunca Ferdinand ve onu vazgeçirmeye çalışan eşi Paula var. İkisi de savaş karşıtı ancak Ferdinand karşısındaki otoriteyi çok güçlü bulduğundan ona boyun eğerek irade dışı hareket ediyor ve bunu gören Paula bunu engellemeye çalışmak için onunla sürekli cebelleşiyor. Karşılıklı diyalogların ve duygu tasvirlerinin olduğu bir kitap. Diyalogları okurken bu düşüncede olan biri ancak bu şekilde ifade edebilirdi düşüncelerini diye düşündüm, karakterlerin kendini her ifade edişinde. Kısacık bir kitaptı, bir çırpıda bitti. Okumayı düşünenlere keyifli okumalar… *** kendime hatırlatma amaçlı inceleme yazdığımdan bundan sonraki kısım ipucu (spoiler, tatkaçıran, sürprizbozan) içerir. Kitabı henüz okumamış olanlar bu kısmı atlayabilir. ———————————————————————— Savaştan kaçmış İsviçre’de yaşayan Paula ve Ferdinand’ın hayatlarından iki günü anlatan bir kitap Mecburiyet. “Neyin mecburiyeti bu?” derseniz de savaştan kaçan Ferdinand’ın asker olarak savaşa çağrılışı ve kendisini de buna mecbur hissedişi denebilir. Kitap sisli bi İsviçre sabahında, Ferdinand’ın postacının kendisine getirdiği resmi evrakla başlıyor. Ferdinand’ın günlerdir içini kaplayan, kendisini huzursuz hissettiren askeri çağrıldığını bildirir kâğıt keyfini kaçırıyor, tabi eşi Paula’nın da. Ferdinand kendini gitmek zorunda hissediyor, çünkü karşısındaki devlet denen güce karşı koyamayacağını, eninde sonunda onu çekip alacaklarını düşünüyor. Ancak Paula savaşa gitmek istemiyorsa gitmek zorunda olmadığını söyleyerek hatta daha da fazlasını söyleyerek onu ikna etmeye çalışıyor. Ama nafile!.. Eline ulaşan kâğıdın üzerinde İsviçre Konsolosluğuna gitmesi gerektiği yazıyor. Oraya gidiyor ancak çok erken bir saatte. Kendisini oranın hizmetlisi karşılıyor, ancak saatin çok erken olduğunu, saat 10’da mesainin başlayacağını söylüyor. 3 saat beklemesi gerekiyor ancak bu süre ona oldukça uzun geliyor. Bir kafede bir şeyler içiyor. Elini yüzüne götürdüğünde traş olmadığını fark ediyor traş oluyor, böylece biraz vakit geçiyor. Sonra istediği etkiyi bırakabilmek için eldiven ve plansız öylesine bir ziyaret etkisi vermek için baston alıyor eline, üzerine çekidüzen verip konsolosluğun yolunu tutuyor tekrar. Tekrar hizmetçi karşılıyor kendisini, salona alıyor ancak salonda kendisiyle aynı durumda olan ve sızlanarak birbiriyle konuşan iki kişiyi görünce kafasında bin kere tasarlayarak hazırladığı konuşmanın istediği etkiyi bırakmayacağını düşünüyor. Gitmek istiyor, birkaç kez ayağa kalksa da sanki ona bir şey engel oluyormuşçasına gitmesine izin vermiyor. İlk onu içeriye alıyorlar. Ateşe yardımcısı karşılıyor onu, kısa birkaç cümle kuruyor, ancak Ferdinand tutulmuş bir şekilde cevap veremiyor. Bir-iki kısa cevap belki. Oradan çıkıyor kendisine verilen evrakı alıp eve dönüyor. Eşi Paula ne olduğunu soruyor ancak kağıdı ona vererek bu soruyu cevaplandırıyor. Paula bu kâğıdın hiçbir şeyi ifade etmediğini söylüyor ancak Ferdinand bir şey yapamayacağını söylüyor. Paula, bunun tek başına vereceği bir karar olmadığını ve daha birçok şeyi söylüyor ancak kabul ettiremiyor. En sonunda odadan çıkıyor Paula. Ferdinand tuşuna basılmış bir robot gibi iradesinden bağımsız olarak hareket ediyor ve sırt çantasını hazırlıyor. Bir süre sonra odaya gelen Paula bunu görünce sinirleniyor. Odadan çıkıyor. Ferdinand odada uyuyakalıyor, Paula odaya girip çıkarken odaya sızmış köpeği de odada ve köpeğiyle sarılarak uyuyor Ferdinand. Sabah dinç bir şekilde, aydınlık bir sabaha uyanıyorlar. Pırıl pırıl bir sabaha uyanan Ferdinand dün geceki kararsızlığını üstünden atmış, “Gitmek zorunda değilim, daha vaktim var.” diyor ben de umutlanıyorum ama düşündüğüm gibi olmuyor. Odaları dolaşan Ferdinand, Paula’yı bulamayınca vicdanının yükünü Paula’ya yüklüyor. “Eğer beni vazgeçirseydi, yeterince ısrar etseydi gitmezdim, bu onun suçu!” diyerek bunca sözü Paula etmemişçesine işin içinden çıkmaya çalışıyor. Ama yemezler! ;) Sırt çantasını alarak dışarı çıkıyor, tren yoluna gidiyor. Orada eşi Paula ile karşılaşıyor. Paula saçı başı dağılmış, yorgun, uykusuz bir şekilde ilk trenden bu yana onu bekliyor orada. Gitmek zorunda olmadığını, giderse trenin önüne atlayacağını söylüyor. Trenin kalkmasına yakın sırt çantasını elinden alıyor Paula, Ferdinand geri almaya çalışıyor ancak başaramıyor. Etraftakiler gülüyor, heyecanla onları izliyor. O sırada tren kalkış düdüğünü çalıyor, Ferdinand çantayı bırakıp trendeki vagonlardan birine atlıyor. Paula orada öylece kalakalıyor. Ferdinand camdan dışarı bakmaya cesaret edemiyor. Cebinde sadece bir kâğıt yola koyuluyor. Sınıra yakın bir istasyonda duruyorlar. Sınırın ötesini düşünüyor; ötesindeki hayatı, savaşı... İsviçre’yle savaşın olduğu ülkesini ayıran nehrin üstündeki köprünün iki ucunda bulunan iki ülkeye ait askerleri düşünüyor. Daha nicesini… Gitmek zorunda olmadığını karşı taraftaki rayların yanına geçip zıt yöne İsviçre’ye giden trene binebileceğini… Tam o sırada kararlığını yırtan o baskıcı güç tekrar sarıyor bedenini… Ancak sınırın ötesinden istasyona gelen trenin sesiyle değişiyor her şey!… Trenden yaralı askerler iniyor ve onları gözleri yaşlı, vagonların penceresinden eşlerini arayan kadınları görüyor. Uğultular, sesler, hıçkırıklar, gülüşmeler, ağlamalar… Başında bekleyeni olmayan bir sedyenin başına gidiyor yaralı bir askerin aşağı sarkmış kolunu göğsünün üstüne koyuyor, askerin hiçbir şey demeden minnetle baktığı bakışını görünce gerçeğin ayırdına varıyor. Bunun için mi gidecek, insanların gözüne öfkeyle mi bakacaktı? Asla bunu yapmayacaktı. Birden onu ele geçiren esareti yıktı, attı üstünden. Cebinden paraları çıkarıp sedyedeki askerin yanına koydu. Karşı tarafa geçip trenle evine döndü. Akşama doğru evine varmıştı, kapıyı eşi açtı ancak çok şaşırmıştı. Hiç konuşmadılar. Eşi, Ferdinand’ın resimlerini atölyeden odasına taşımıştı sanki anısını yaşatmak istercesine. O an eşinin onu ne kadar sevdiğini anladı. Tekrar yaşama dönmüşçesine bir his kaplamıştı içini. Birbirleriyle omuz omuza pencereden dışarıdaki kayıtsızca bir dinginlikte akıp giden gökyüzünü seyrettiler. ————————————————————————
Mecburiyet
MecburiyetStefan Zweig · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 202162,2bin okunma
·
47 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.