Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

197 syf.
·
Puan vermedi
Kalaycı Hilmi Destanı
BİZE BİZİ ANLATAN ROMAN: KALAYCI HİLMİ DESTANI “Bu kayısı dedemden kalma. İçi çürüdü. Ha kurudu ha kuruyacak. Kesmedim onun hatırası diye. Her bahar yaş dalları gürül gürül çiçek açar. Ben beni bildim bileli meyvesini yerim. Son birkaç yıldır tadı bal gibi. Yaşlılık böyledir torun. Baktın ki ömür bitiyor, açtıkça açarsın. Tıpkı bu kayısı gibi. Bal gibi meyveler verirsin ki herkes alsın, yesin de çekirdekleri uzak yerlere gitsin. İnsan yaptığı iyi şeylerle yaşar torun. İyi şeyler, güzel şeyler yap ki yaşayasın.” s.189. Ben yazarları/şairleri bu kaysı ağacına benzetiyorum. Gezmiş, görmüş, dinlemiş, ilim tahsil etmiş,  okumuş… birikmişler. Biriktirdikleri onlarla toprak olsun istemezler. Onları kendi sesleriyle anlatmak isterler. İyi şeyler, güzel şeyler yapanın/söyleyenin Yunus gibi, Tanpınar gibi ölmeyeceğini bilirler. Gümüşhaneli yazar Turgay Bostan da böyle düşünüyor olmalı ki yaklaşık altmış yılda biriktirdiklerini anlatmayı tercih etmiş ve ortaya Son Krifos, Kutsal İkona, Karakula ve Kalaycı Hilmi Destanı gibi romanlar çıkmış.  Bostan’ın 2020’de Post yayımlarından çıkan ve bu değerlendirmenin yazılmasına konu olan Kalaycı Hilmi Destanı; Maksim Gorgi, Emile Zola, Gogol gibi bir romancı olma düşü kuran, hayatının her anında bunun sancısını çeken İzmir Tireli, varlıklı bir ailenin oğlu Murat öğretmenin kendi sesiyle bir roman yazma serüvenini anlatıyor. Murat öğretmen; kendi tarifiyle despot bir dedenin, eli maşalı bir anneannenin, suskun bir babanın, kontrol hastası bir annenin asi ama kendini yeterince cesur hissetmeyen oğludur. İlk eğitimini -çok sonradan farkında olsa da- ailesinden alır: “Halk edebiyatını babaannem, tarih öğrencesini de dedem sayesinde sevdim diyebilirim. Büyüdükçe dedemin derya deniz olduğunu anladım.” Dedesi onun tarım mühendisi olmasını, annesi doktor olmasını istiyormuş. O, “var ile yok arasında” yaşayan babasının “Yüreğinin sesini dinle.” sözünü dinleyerek İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesine gider. Orada sürekli günlük tutan, her şeyi öğrenmek, eski söylenceleri, öyküleri, örf adet ve töreleri, deyimleri, atasözlerini kaydetmek isteyen tutkulu bir öğrenci olur. Üniversite bitince de Türkçe öğretmeni olarak adını haritada zor bulduğu Ardasa’ya (Torul) atanır.  Aile büyüklerinden öğrenmesi gerekenleri öğrenip onların nasihatlerine pek kulak asmayan, yüreğinin sesini dinleyip edebiyat fakültesine giden, iyi bir romancı olma düşü kuran, ilgisini çeken şeyleri tutkuyla öğrenmeye çabalayan, bu sebepten her şeyi not eden kahramanımız için asıl “üniversite” haritada adını zor bulduğu küçük, ıssız kasaba Ardasa’da tanıştığı Hilmi Dayı olur.  Tire’de doğmuş, büyük şehirler görmüş, kitaplar okumuş,  üniversite bitirip öğretmen olmuş Murat; ömründe hiç köyünden çıkmamış, okuma yazması bile olmayan yaşlı adamı tanıyınca adeta büyülenir. Kalaycı Hilmi; dedeleri, amcaları 93 harbinde, Balkan harbinde şehit olan, geri kalan yakınları hastalıktan, fukaralıktan, kıtlıktan ölen, annesinin “Gitme oğul, senden gayri kimim kimsem yok. Sen de gider, dönmezsen ben ne yaparım. Gidersen sütüm sana haramdır.” sözleri üzerine çok istediği halde askere gidemeyip asker kaçağı olan, tüm ömrünü yaylalarda bütün köyün hayvanlarının çobanlığını yaparak, zabıtalardan korkarak geçiren, annesine inat hiç evlenmeyen, askere gidip gelenlerin anlattıklarını can kulağıyla dinleyen, sandığındaki çizgi romanları, Dede Korkut Hikâyeleri’ni, masalları, Hz Ali Cenkleri’ni, ortaokulda okutulan bütün ders kitaplarını köyün mektebindeki okumayı yeni söken çocuklara okutturarak hem onların sesli okuma becerilerini geliştiren hem yeni şeyler öğrenen fakat askere çok istediği halde gidemediği için bir yanı hep eksik kalan yaşlı bir adamdır. “İnsanın çocukken bir yanı eksik kalınca ölene kadar onu üzerinden atamıyormuş.” Hilmi Dayı da bundan olacak hem köyündeki mektebin çocuklarına hem de her cuma namazından sonra Kambur Cemal’in  kahvehanesinde toplanan kalabalığa Kıbrıs çıkarmasına katılmış gibi, Yemen’de, Sarıkamış’ta, Garp cephesinde bulunup çok büyük kahramanlıklar yapmış gibi, Atatürk’ün sofrasında bulunup İsmet Paşa ile Lozan’a gitmiş gibi tamamen kendi uydurduğu hikayeleri bir meddah marifetiyle anlatır. Murat öğretmen bu sohbetlerden birine denk gelir. Gördüğü manzara karşısında çok şaşkındır: “Köyünden dışarı çıkmamış yaşlı bir adam, büyük bir özgüvenle patron koltuğuna oturuyor. Etrafa emirler veriyor. Herkes önünde el pençe divan… Konuşmaya başlayınca çıt çıkmıyor. Sövüyor, sayıyor, bağırıp çağırıyor… Ama gel gör ki herkes onun geçmişini bilmesine rağmen anlattıklarını gerçekmiş gibi dinliyor. Bu olsa olsa bir orta oyunu ya da meddah gösterisi olabilirdi ama onun böyle bir hali yoktu. Hani öykü anlatıcısı, ozan desem; saz yok, söz yok, deyiş, şiir yok…”s.46. Kahvehanede yaşananlardan çok etkilenen genç öğretmen her cuma namazı sonrası Kambur Cemal’in kahvehanesindeki yerini alır. Yaşlı adamı  -alışkanlığından olacak- notlar tutarak dinleyen genç öğretmen, uydurularak anlatılan şeylerin önemli kısmının doğru olduğuna da şaşırarak şahit olur. Dinlediği ve derlediği bu sohbetlerden sonra zamanla kendindeki değişimleri fark eder: “Defterimi açtım. Notlarıma baktıkça, Kalaycı Hilmi’nin düş gücümü zenginleştirdiğini, bana halk Türkçesini benimsettiğini, hatta onun üslubunu taklit etmeye başladığımı ve yazılarımda illa da Öztürkçe sözcükler aramayı bıraktığımı fark ettim.”s.156. Kendini sorgulamayı da ihmal etmez: “Dedemin abdest suyunu ziyan etmemek için yaz kış bu karadutun altında abdest aldığını, hatırladım. Emperyalizme karşı Mustafa Kemal'in ordusunda kıt kanaat idare edip şanlı bir destan yaratan o kahramanları anımsadım. Bir de benim Oblomovluğuma baktım. Kibrimden burnum yere düşse eğilip almayacak haldeydim. Hem halk için devrim diyordum hem de onun binlerce yılda yarattığı değerleri beğenmiyor, dahası gülünç buluyor ve hor görüyordum.”s.172 Bir yandan Hilmi Dayı’nın sohbetlerini takip eden, anlattıklarını not alan bir yandan atandığı ortaokulda Türkçe dersi anlatan Murat öğretmen, bu küçük kasabaya kısa sürede alışır ve hatta kasabayı çok sever. Gençlerle maç yapar, derede çimer, balık tutar, Kambur Cemal’in kahvehanesinde ortasına tereyağı koyulmuş sıcak somun ekmeğini lezzetle yer, bir yandan da hem radyodan hem Cumhuriyet gazetesinden Türkiye gündemini takip eder. Zira gündem yoğundur. Takvimler 1970’li yılları göstermektedir ve solcu öğretmenin çok kıymet verdiği Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan yargılanmaktadır. Tüm bu yaşananlar hem halkın hem öğretmenin gözünden değerlendirilir.  Hilmi Dayı’nın sohbetlerinin değer bilenler için bir üniversite olduğunu düşünen öğretmen, yine yaptıkları bir sohbetten sonra “Bu adamı yaşatmalıyım.” diye düşünür çünkü onun anlattıklarına değer biçemez ve onların Hilmi Dayı ile birlikte yok olmasına gönlü razı olmaz. Derlediği notlardan -Kalaycı Hilmi’nin Sarıkamış Destanı, Değirmenci Hilmi Destanı, Kop Destanı, Eşkıya Lambos Destanı, Yemen Destanı, Kalaycı Hilmi ile Eşkıya Bedros Destanı, Deli Halit Paşa ile Kalaycı Hilmi Destanı, Alaman Teyyübü, Hilmi ile Güllühan Destanı, Garp Cephesi Destanı, İzmir’in Kurtuluşu Destanı, Atatürk’ün Sofrası, İsmet Paşa’nın Lozan Destanı, Başvekil Seçimi, Gazi Maaşı ve Kalaycı Hilmi Beşparmak Dağlarında-  uzun bir öykü yazmayı planlar fakat arkadaşı Özdemir’in önerisi ile Kalaycı Hilmi’nin romanını yazar.  Romanlar; yaşanmış ya da yaşanabilir olayları yer, zaman, kişi belirterek anlatan uzun olay yazılarıdır. En önemli özellikleri kurmaca olmalarıdır. Bundan sebep roman okuru anlatılanlar gerçekte yaşanmış mıdır, diye merak etmemelidir. Okur, kendini kurgunun bir parçası olarak hissetmişse, verilen öğütlerden nasibini almış, kafasına yatmayan şeyleri sorgulamışsa, bir edebi metin okumanın yüksek zevkini tatmışsa faydalı bir okuma yapmış demektir. Ömrünün önemli bir kısmı Torul’da geçen Turgay Bostan’ın en iyi bildiği yeri -Torul’u- Kalaycı Hilmi Destanı romanına mekan olarak seçmesi, 1960-1970’li yılların Türkiye ve Torul gündemini arka fonda okuyucuya sunması, çevresinde gözlemlediklerinden, yaşadıklarından, dinlediklerinden, okuduklarından yani biriktirdiklerinden bir roman kurgulaması, bizi bize bir roman formatıyla, sıkmadan, eğlendirerek, dersler vererek anlatması hoş olmuş.  Okuyucu olarak bir romanın kurgu olduğunu hiç aklımdan çıkarmam fakat yazıcının vermek istediği mesajları roman kahramanlarına söylettiğini bilirim. Onlardan birkaçını -çok beğendiğim için- buraya yazmak istiyorum: Çevrenizde Hilmi Dayılar mutlaka vardır. Onları notlar tutarak dinleyin. İnsan yaptığı iyi şeylerle yaşarmış. İyi şeyler yapın ki yaşayasınız. Yüreğinizin sesini dinleyin. Eğer aydınlık yarınlar istiyorsanız sorun, sorgulayın, araştırın. Var ile yok arasında yaşamayın. Milletinizin binlerce yılda yarattığı değerlere sahip çıkın. Başkasına özenirsen özendiğin kişi olursun. Kendiniz olun. Çok okuyun… Kitabın yazarı Turgay Bostan’ın “biyografı.net”teki hayat hikayesi kısaca şöyle:1961 yılında Gümüşhane'nin Torul ilçesinde doğdu. İlk ve orta öğrenimini bu ilde tamamladı. 1984 yılında Erzurum Atatürk Üniversitesi Ziraat Fakültesinden mezun oldu. 1985 yılında askerliğini yedek subay olarak Balıkesir'de yaptı. 1987'de TRT Haber Merkezinde montajcı olarak işe başladı. Kısa bir süre sonra TRT'deki görevine prodüktör olarak devam etti. 2004-2005 yıllarında kısa bir süre Ankara Televizyonu'nda yöneticilik yaptı. TRT'de uzun yıllar prodüktör olarak görev yapan Turgay Bostan, başta Bu Toprağın Sesi olmak üzere Toprağın Bereketi, Gündoğarken, Akşamın Getirdikleri, Köyümüz Kasabamız, Köyümüzden Mektup Var, Adı Ağaç, Yeşilin Şifası gibi belgesel ve eğitim-kültür programlarının yanı sıra Baba Ocağı ile Şeker ve Komşu Köyün Delisi adlı dizilerde yapımcılık, yönetmenlik, metin yazarlığı ve senaristlik yaptı. Kalaycı Hilmi Destanı’ndan başka Son Krifos, Kutsal İkona, Karakula isimli nehir romanları olan Bostan evli ve iki çocuk babasıdır.
Kalaycı Hilmi Destanı
Kalaycı Hilmi DestanıTurgay Bostan · Post Yayınevi · 202014 okunma
·
342 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.