Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Deizm
Gençler olarak çevremizde bazı arkadaşların deist olduklarını söylediklerine şahit oluyoruz. Deizm nedir ve deist kimdir? Müslüman deist olur mu? Bu konuda bizi aydınlatır mısınız? Deizm, "Tanrı, âlemi ve içindekileri yarattı, bir kenara çekildi." diyen Aristo'nun Tanrı anlayışından esinlenen ve XVI. yüzyıl Avrupa'sında ortaya çıkmış olan felsefî kökenli bir inanç biçimidir. Deizm, aslında Hıristiyanlığın tarihî seyir içerisinde ortaya koyduğu dogmatik din anlayışına karşı gelişen protest bir harekettir. Hıristiyanlığı insan aklını değersizleştirdiği, diğer dinlere karşı hoşgörüsüz olduğu, kendi içindeki farklılıklara tahammülü olmadığı ve ayrıştırıcı bir mekanizmaya dönüştüğü için yüksek sesle eleştiren yaklaşımlar, deizmin doğmasında etkili olmuştur. Hz. İsa'nın ilâhlaştırılması, aslî günah ve kefaret öğretisi, kilisenin yanılmazlığı gibi çarpık dinî öğretiler, Hıristiyanlığa bilhassa da Katolikliğe karşı güçlü argümanlar üreten deizmin ortaya çıkmasını tetiklemiştir. Pozitivist akımlarla ve sanayi devrimiyle de hızlanan bir şekilde bilimin tanrılaştırılması, "kutsal" ile olan her türlü bağın kopartılması, dinin sosyal hayatın dışına itilmesi deizmin oluştuğu zeminin temel nitelikleridir. Deistler, Allah'ın varlığına ve birliğine inandıkları halde, dinlerin yönetsel emir ve yasaklarına inanmamaktadırlar. Hukukî ve ahlâkî sınırlar konusunda, akla mutlak bir yaptırım gücü yüklemektedirler. Deizme göre, akıl olduktan sonra ne peygambere ne de vahye ihtiyaç vardır. İnsan yaşam ilkelerini kendi aklıyla belirler. Dua ve ibadetlere de ihtiyaç yoktur, çünkü ilk başta yaratsa da hayatın devamında Tanrı'nın insanla ilgisi yoktur. Doğal din" fikrinden hareketle "dinî ve ahlâkî değerlerin menşei akıldır" görüşünü savunan deistler, tabiati makineye, Allah'ı da makiniste benzetirler. Deist iddiaya göre, "Allah, zemberekli bir saat gibi tabiatı kurmuştur. bir daha bozulmaz. Allah, yeryüzüne karışmaz. Çekim yasasının kabulüyle birlikte ilâhî müdahalenin etkin gücü de zayıflatılmıştır." Bu görüşleriyle deistler, ateizme doğru yaklaşmışlardır. Yukarıda işaret ettiğimiz gibi, deizm, Katolik Hıristiyanlığın din anlayışına karşı ortaya çıkmış bir protesto hareketidir. Bu sebeple Batı'da "Deist Hıristiyan" şeklinde kendini tanımlayan kişiler ve gruplar vardır. Bu kişi ve gruplar, "yaratıcı bir Tanrı” fikriyle yetinmekte, ona karşı duyulan sorumlulukların “vahiy” ile değil de "akıl ve vicdan" aracılığıyla temellendirilmesini savunmaktadır. Anlaşılacağı üzere bu bakış, insanı evrenin odağına yerleştirip tanrılaştırmakta ve yargılama, karar verme, uygulama, yönetme, cezalandırma, ödüllendirme gibi bütün yetkileri insana vermektedir. Acaba olaya İslâm dünyası açısından baktığımız zaman yaygın bir şekilde kendisinin deist olduğunu söyleyen ve bu yeni kimlikle tanıtan kişilerin varlığından söz edilebilir mi? Son din İslâm'ın vahyine muhatap kılındıktan sonra deist olduğunu söyleyenler inanç bakımından Müslüman kalır mı? Doğrusu, İslâm tarihinde Ebû Bekir er-Râzî ve İbn Râvendî gibi isimlerin bireysel bazı görüşleri dışında  potansiyel olarak deizmi besleyecek bir damar bulmak mümkün değildir. Bazıları her ne kadar "Mürcie" hareketini ilk deist Müslüman hareketi olarak tanımlasalar da bu doğru değildir. Mürcie, "Amel imandan bir cüzdür, ameli olmayanın imanı yoktur." diyen ve eline tekfir kılıcını alarak sağa sola sallayan Hâricîlik hareketine tepki olarak ortaya çıkmış dinî bir yorum biçimidir. İslâm düşünce tarihinde Mürcie mezhebi, Emevîleri temize çıkaran bir fırka olarak bilinir. Her ne kadar onlar, imanla amelin arasını ayırmışlarsa da amelin gereksizliğini asla savunmamışlar, ameli olmayanın imanı da yoktur, dememişlerdir. Hatta deistler gibi, biz sadece Allah'ın yaratıcılığına inanıyoruz ama peygambere ve vahye inanmıyoruz, şeklinde bir iddiada da bulunmamışlardır. Tarihte kendisini İslâm'a nispet eden Ehl-i bid'at fırkaları içinde bile deist karakterli bir oluşumdan söz edemeyiz. Dolayısıyla günümüze kadar gelen İslâm tarihi akışında "Müslüman deist" olarak tarif edilebilecek bir grup yoktur. Bunun başlıca sebebi ise, deizmin ilâhî vahyi, kutsal kitabı, peygamberin elçiliğini ve ahireti reddeden din karşıtı duruşudur. An itibariyle Türkiye'de deizm üzerinde ciddi bir alan araştırmasının yapıldığını duymadık ve okumadık. Yapılan yayınların ağırlıklı kısmı, deizmin tarihi ve düşünce dünyası hakkında felsefî çalışmalardır. Bireysel ve toplumsal hayatımız hakkında deizmden söz edenler, bilimsel bir sonuca göre değil, gözlem ve bireysel tecrübelerine göre konuşmaktadırlar. Bu konu ile ilgili benim de kişisel gözlem ve deneyimlerim vardır. Bunlardan birkaç örnek vermek istiyorum. Bize gelen ve kendisini Müslüman deist olarak tanımlayan gencimize, iki soru sormuştum. Bunlardan ilki, deizmin ne olduğu, diğeri de İslâm'ı bir bütün olarak niçin kabullenmediği sorusuydu. Bu gencimizin verdiği cevaplardan ne deizm ne de İslâm hakkında derinlikli ve bütüncül bir bilgiye sahip olduğunu gördüm. Teşhiste bulunulacaksa, bunun adı, deizm değil, cehalet/bilgisizlik, yaşanılan bazı hâdiselerden dolayı din ile arasına mesafe koyma ihtiyacı ya da dünyevileşme gibi görünmektedir. Olaya, dinî eğitim veren kurumlar açısından baktığımızda ise, bazı kimselerin inancı sloganlaştırdığı ama dinin amelî boyutunu terk ettikleri, amelsiz bir Müslümanlıktan yana tavır koydukları söylenebilir. İman-amel bütünlüğünde sergilenen bu gevşeklik yeni bir durum olmayıp tarih boyunca yaşanılan bir dindarlık biçimi olarak her devirde varlığını korumuştur. Dolayısıyla bundan deizm çıkarılamaz. Bugün Türkiye'de bazı gençlerin dine karşı mesafeli duruşlarında din istismarının etkili olduğu söylenebilir. Dini istismar ederek kendilerine güç devşiren bireysel ya da organize hareketlerin varlığı, gençlerde dini öğrenme konusunda bir güvensizlik oluşturmuştur. Konuştuğumuz birçok insan, "Ben hiçbir kuruma ya da din âlimine güvenmiyorum, doğrudan Kur'ân mealinden hareketle dinimi öğreniyorum" diyebilmektedir. Bazıları da İslâm dünya- sında şiddet üreten, sözüm ona dinî söylemlerle İslâm adına kelle avcılığı yapan "Deaş" gibi terör örgütlerinin yaydığı dehşet karşısında dine mesafeli yaklaşmaktadır. Batı'nın İslâm dünyasında suni olarak ortaya çıkardığı ve beslediği bu maşa örgütlerin mahiyetini bilmedikleri için onların İslâm adına (!) ortaya koydukları uygulamalardan haklı olarak nefret eden gençlerimize gerçeklerin anlatılması son derece önemlidir. "Niçin İslâm'ı bir bütün olarak benimsemeyip de deizmi seçtin?" diye sorulduğunda, cihadı ya da kurbanı birer şiddet türü olarak tanımlayarak dinden uzaklaştıklarını söylemeleri aslında İslâm'ın özünü ve ibadetlerin gayesini bilmediklerini göstermektedir. Böyle düşünen gençlerimizi hemen suçlayarak dışlamamak gerekir. Onları iyi dinleyip anlamak, Islâm'ın temel mesajlarını anlatmak, dini istismar edenler hakkında bilinçlenmelerini sağlamak ve yaşanılanlara akıllarını erdirmek gerekir diye düşünüyorum. Çünkü gençlerimiz, coğrafyamızda oynanan hain oyunları, mağdur ve mazlum oldukları kadar cahil de bırakılan Müslümanların nasıl birbirine düşman edildiğini, küresel silah kartellerinin ve savaş tüccarlarının din, mezhep, meşrep farklılıklarını nasıl kullandığını maalesef yeterince bilmiyorlar. Masa başında planlanarak suni olarak üretilen bu örgütler, bir taşla iki kuş vuruyorlar. Hem İslâm'ın ve hem de Müslümanlığın imajını bozuyorlar. Yaptıklarıyla İslâm'ı terörün kaynağı, Müslümanları da potansiyel terörist olarak zihinlere yerleştiriyorlar. Bu sebeple İslâm dünyasında Müslüman öncülerin bir taraftan bu tür hareketlerle mücadele ederken, diğer taraftan da insanımıza doğru bir İslâmî bakış açısı kazandıracak eğitim kurumları tesis etmeleri gerekiyor. Dinî kavramlarımızı doğru bir şekilde ortaya koymadan, doğru bir İslam anlayışına sahip olamayız. Müslümanlar arasında zihni ve kalbi birlikteliği sağlamadan bedenî birlikteliği gerçekleştiremeyiz. Deizm hakkında konuşurken, deistlerin iddialarına biraz daha ayrıntılı göz atmakta fayda var. Deistler, "Allah alemin işleyişine müdahale etmez, O aşkındır." derler. Aslında "Allah'ın aşkınlığı" inancı, Hıristiyanların, "Allah, İsa'da bedenleşip yeryüzüne inmiştir." öğretisine karşı geliştirilen bir argümandır. Bu argümanın amacı, Allah'ın aşkınlığını ve yüceliğini korumak, insan biçimci Allah tasavvurundan uzak durmaktır. İslâm'da da Allah aşkın, müteal, en yüce varlıktır. İslâm'ın bu konuda deistlerden ayrıldığı nokta, "Allah'ın zatıyla aşkın, sıfatlarıyla içkin olmasıdır. Bir diğer deyişle, eşi benzeri olmayan ve kudretiyle bütün varlıklardan üstün olan Allah'ın varlığı aşkındır; yapıp ettikleri ve kendisine özel sıfatları ise her an kâinatta görülebilir. Evet, biz O'nun ilâhî zatını yani nasıl bir varlık olduğunu bilemeyiz ama Kur'ân sayesinde isim ve sıfatlarını bilerek O'nu tanırız. Biliriz ki O, her an bir işte, oluşta ve hükümdedir; yaratmaya ve yönetmeye devam etmektedir. Deistlerin aklı mutlaklaştırarak yanılmaz bir düzeye yüceltmeleri son derece hatalıdır. Her ne kadar onlar, Hıristiyanlığın mitoloji, sır, gizem, hurafe ve azizler kültüyle örülü inanç yapısına karşı çıkmak için katı akılcıliği tercih etmişlerse de bu bir savrulmaya sebep olmuştur. Onlar genellemeci bir bakış açısıyla Hıristiyanlığın - eğer varsa- vahiy anlayışına karşı çıkmak suretiyle katı akılcılığı seçmekle akla kaldıramayacağı bir yük yüklemişlerdir. Elbette İslâm da akla büyük değer verir. Daha önce de değindiğimiz üzere, Kur'ân'da geçen birçok ayette "aklını kullanmayanlar" kınanır. Dinî kurallar, akıl sahipleri için vardır. Fakat akıl yaratılmıştır. Her yaratılmış, hata yapma ihtimali taşır. Akıl, muhtaç olduğumuz her şeyin bilgisini bize veremez. Duyular gibi onun da bir sınırı vardır. Sağlam bir bilgi kaynağından beslenmeye muhtaçtır. Bu sebeple akıl, peygamberlerin getirdiği vahyin kılavuzluğuna ihtiyaç duyar. Dolayısıyla dini yükümlülüğün temeli akıl değil, nakil (Kur'an ve sahih Sünnet verileri)dir. Akıl, dinden önce, adaletin iyi ve zulmün kötü, doğruluğun iyi ve yalanın kötü, ilmin iyi ve cehaletin kötü  olduğunu kendi gücüyle algılayabilir. Bu bağlamda ahlâkî hükümlerin kaynağının akıl olduğunu söyleyen ilim insanları vardır. Ama akıl, kendince açıklamalarla ve çıkarlarına uygun öncüllerle bütün bunların aksini de iddia edebilir hatta meşru sayabilir. Çünkü her insanın aklı, arzu, dürtü, alışkanlık, çevre ve kültür gibi dahili ve harici faktörlerin etkisi altındadır. Akıl, sınırları belirlenmiş ve yaratılmış bir varlık olduğu için bu sınırı aşamaz. Bu sebeple, "dinde tafsilat, peygambere aittir". Örneğin, akıl, Yüce Yaratıcı'nın Önünde saygıyla eğilmenin, O'na bağlanmanın ve bu bağlılığı ifade etmenin gereğini keşfedebilir. Ama bu kulluğun sistemli bir sunumu olan ibadetlerin keyfiyetini, miktarını, zamanını bilemez. Aynı şekilde bu hayatta  sergilenen iyi ve kötü davranışların bir karşılığı olacağını düşünebilse de ahiret ahvalini yani hesaplaşmanın şeklini açıklamak hususunda yeterli değildir. Ayrıca ortaya çıkan çeşitli olaylar için dinî ve hukukî hükümler tesis edemez. Bütün bunlar için nübüvvetin rehberliğine, peygamberler vasıtasıyla insanlığa sunulan hakikat bilgisine ihtiyaç duyar. Dinde emir, nehiy, mubah, haram ve duyu-ötesi (gayb) alanıyla ilgili konular, ancak vahiyle bilinir. Kısacası akıl, düşünmek, açıklamak ve yorumlamak için bir vasıta, olağan bir sebeptir ama tek başına farz-vacip ya da haram kılma anlamında hüküm koyucu değildir. O halde, deistlerin, "İnsan hayatını düzenleyen vahye gerek yoktur, son derece gelişmiş olan insan aklı vahyin görevlerini yerine getirir." demeleri, bir kandırmacadan öteye geçemez. Yine deistler, âlemin işleyişinin tek yolunu katı determinizm olarak görürler. Bu bakış açısıyla, mucizenin varlığını inkâr ederler. Onlara göre Yüce Allah, (mecazî manada) bir eliyle koyduğu yasaları diğer eliyle boşa çıkarmaz. Bu sebeple, mucize ve olağanüstü olaylar yoktur, derler. Bilindiği gibi, bugün kuantum fiziği, bilimde izafiyet teorisi ortaya çıkmıştır. Modern bilim anlayışında, mutlak doğru yoktur, güncel doğru vardır. Bilim bugün doğru dediğini, yarın yalanlayabilir. Her zaman benzer sebepler benzer neticeleri doğurmaz. Kaldı ki yeni fizikte entropi yasası ve kuantum fiziği, mucizelerin varlığını sonlandırmaya ya da inkâr etmeye imkân tanımaz. Dolayısıyla, "Doğa yasaları ihlal edilemez." Kaldı ki yeni fizikte entropi yasası ve kuantum fiziği, mucizelerin varlığını sonlandırmaya ya da inkâr etmeye imkân tanımaz. Dolayısıyla, "Doğa yasaları ihlal edilemez." fikriyle mucizeye karşı çıkmak anlamsızdır. İslâm'a göre, tabiat yasalarını yaratan Yüce Allah'ın bu yasalar üzerinde her zaman tasarruf yetkisinde bulunma hakkı vardır. Çünkü O, dilediğini yapabilen mutlak bir irade ve kudrete sahiptir. Kur'ânda yer alan birçok ayette, tarih boyunca insanların gerçeği görmesini ve iman etmesini sağlamak üzere peygamberlere mucizeler verildiği anlatılır. Deizm, insanın, Allah'a rağmen kişisel arzu ve isteklerine göre şekillendirdiği felsefi bir inanç biçimidir. Deistler, sorumlulukları Allah'a karşı ve Allah için değil, akıl ve vicdan açısından geçerli görür. Bunun daha ilerisi, haşa, Yüce Allah'a din öğretmeye kalkmaktır. Mesela  Allah'ın kâdir-i mutlak, her şeye gücü yeten, irade sahibi ve her şeyi mükemmel bir şekilde yaratan olduğuna inanan bir kimse nasıl olur da Allah-âlem ilişkisi, Allah-insan ilişkisi gibi alanlarda Allah'ın iradesini sınırlandırma ve sorgulama cihetine gidebilir? Eşi ve benzeri olmayan, her şeyin kendisine muhtaç olduğu, kendisinin hiçbir şeye muhtaç olmadığı, doğmamış ve doğrulmamış olan, her şeyi bilen, adâletle muamele eden, güven kaynağı olan, yaratan, koruyan, şifa veren, kısaca, her şeyin yöneticisi olan Yüce Yaratan, nasıl olur âlemle ilgilenmez ve insan başta olmak üzere evrenin işlerini kendi haline bırakabilir? Elbette bizi yaratan Allah, bizim kuvvetli ve zayıf yönlerimizi bizden daha iyi bilir. Bu sebeple bize ilâhî katalog ya da yaşam rehberi diyebileceğimiz vahyi göndermiştir. İnsanı ne halin varsa gör dercesine bu âlemde kendi başına bırakmamıştır. Akıl, konuşma ve anlama yetenekleriyle diğer varlıklardan ayrılan insanoğlu, her türlü kötülüğü emreden nefisle birlikte yaratılmıştır. Vahiy bilgisi ve terbiyesi olmadan insan aklı nefsin isteklerine, bencil ve hedonist hallerine nasıl karşı duracaktır? Deistlerin iddia ettiği gibi vahye ihtiyaç yoksa o zaman Yüce Allah'ın bizden istediklerini nereden öğreneceğiz? Çünkü aklın, Allah'a karşı sorumluluk sınırlarımızı belirleme ve O'nun rızasına uygun davranışları vahiy olmaksızın keşfetme gibi bir misyonu yoktur. Diğer yandan vahyi inkâr, dolaylı olarak peygamberin gerekliliğini de inkâr demektir. Peygamberler, bizim için rahmet elçileri olup, dini yaşama konusunda en güzel modeldirler. Yine eğer vahiy ve vahyin ete-kemiğe büründüğü nebevi sünnet yoksa kulluk kavramını ibadetlerden arındırıp salt erdemli bir yaşam ve ahlâkî davranışlarla sınırlandırmak ne derece doğrudur? Dolayısıyla bu konularda da deizm tutarsızlıklarla doludur. Semavi dinler içerisinde ahiret inancı en kuvvetli olan din, İslâm'dır. İslâm'da her şey, ahirette hesap verebilecek bir inanç üzerine kurulmuştur. Vahye inanmayan bir deist, üst ve yenilmez bir iradenin adaleti sağlayacağı ve hesap soracağı bir ahiret gününün gerekli olduğunu, mantık kurallarından hareketle aklıyla ortaya koyabilir. Fakat ahiretin muhtevasını ve boyutlarını vahiy bilgisi olmadan nereden öğrenebilecektir? Kaldı ki bir de deistler, doğal din ilkesinden hareketle günahlara tövbe etmek gerektiğini savunurlar. Bizler, vahiy olmadan insanın hangi eylemlerinin günah, hangi eylemlerinin sevap kapsamına girdiğini nereden öğreneceğiz? Aynı şey, hesaba çekilme konusuyla da ilgilidir. İyilik ve kötülük meselesini düşünelim: Neyin iyilik ve neyin kötülük olduğunu her ne kadar akıl ve tecrübeyle öğrensek de bu eylemlerin Allah katında karşılığının neye tekabül ettiğini hangi kritere göre bileceğiz? Bazı insanların aklına göre iyiyken bazılarına göre kötü olarak değerlendirilen davranışlar konusunda nasıl karar verebileceğiz? Ayrıca deist grupları içerisinde ahiretin varlığına hiç inanmayanlar da vardır. Eğer ahiret yoksa ahlâkî erdemlere uygun yaşamanın ne anlamı olabilir? Sonuç olarak, deizmin Batı Hıristiyanlık tarihi içerisinde bir karşılığının olduğu anlaşılabilir ama Islam dünyası açısından anlamsız bir hurafeden ibarettir. Çünkü Kur'ân ve nebevî sünnet sapasağlam elimizdedir. Yaratan ve yaratılanlar arasındaki ayrım tevhidle belirlenmiş, Allah-kâinat ilişkisinin dinamik bir süreç olarak devam ettiği açıkça ilan edilmiştir. İslâm'da güçlü bir ahiret inancı, ahlâkın yanı sıra ibadet sistemi vardır. Ayrıca İslâm'ın akla verdiği değer bilinmektedir. İslâm, düşünmeye ve sorgulamaya karşı, akla ve mantığa düşman bir din değildir. Aksine aklı ve vahyi bir denge içinde buluşturan, birbiriyle uyum içinde hayatı inşa etmelerini sağlayan bir dindir. Eğer çevrimin son halkası olan İslâm'ı tanıdıkları halde hala deizme sığınanlar varsa bu, doğrudan sorumluluktan kaçışın bir ifadesidir. Dolayısıyla deizm, insanın kendisini ve başkalarını aldatmasından başka bir şey değildir. İnsan bu dünyaya yalnız başına gelmiştir ve yalnız başına Cenab-ı Hakk'ın huzuruna çıkacak ve yaptıklarından bir bir hesap verecektir.
·
291 görüntüleme
Rubin okurunun profil resmi
Günümüze ışık tutan Deizm ile ilgili 3 değerli kitap ;
Merhaba Deist
Merhaba Deist
Ben Deist Olsam
Ben Deist Olsam
Deistin Zikri
Deistin Zikri
Şimdiden iyi okumalar. ✨
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.