Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

·
Puan vermedi
Yazarın bin hüzünlü yazma hazzı
Bu roman tipik roman okuyucusunun beklentilerini karşılamayan, onu beklentilerini bırakıp dolambaçlı fantastik yollardan götürüp, sürükleyip, umut verip, düş kırıklığında, harika imgeler, resimler, düşlerle avutan bir kitap. Hani sanki sözsüz bir müzik parçası gibi. Tanıdık ezgilerin olduğu ama onların da değişip başka ezgilerle karıştığı dokuz parçadan oluşan bir konçerto. Kitabın 9 bölümüne, yolumu kaybetmemek için, kendi kendime adlar verdim: 1. bölüm: yalnızlığın penceresinden, suça suçluya dair ve kayıp bir izlek (boşluklar, kırılan tümceler.. le yazar okuyucuyu zorluyor) 2. bölüm: arayışın arayışı sokakta mı 3. bölüm: o var mı yoksa serap mı? 4. bölüm: kıvıl kıvıl hikayelere bulanmış insanlar, kendi arayışını izleyen yazar 5. Bölüm: kaleye doğru, türbede zaman, geçmiş zaman, dağ meditasyonundan izlenimler gibi 6. Bölüm: ormanda masal ve roman kahramanlarıyla karşılaşma 7. Dağdan indik bozkıra, köye, savaşa, yağmalamaya, şehirleşme, gecekondulardan genelevlere, ortaçağdan mı şimdiki zamandan mı öldüğü billinmeyen bir genç ölüsünün başında, ölü bir şehzade ölüsü mü? Adı da Alaaddin midir? 8. Şehzade Alaadin, abisi, tatar kızı 9. Ah Alaadin! Bu romanı (kimi yerde uzun düzyazı şiirini) ya sever, tümcelerin imgelerinde, fantastik dünyasında, yazarın yazma hazını, okuyucunun okuma hazzını duyar; labirentte kaleidoskop denilen çicek dürbününü çevire çevire sözcüklerin değişimine dalar ya da “hastir ya hiç bir olay yok” deyip sıkıntıyla tümceleri atlamaya başlarsın. Hasan Ali Toptaş romanlarında okuyucusunu eliyor sanki, dayanabilen, romanın olaylarını izlemeyen, yazarın o andaki havasında oyalanan zevk alıyor. Yazar ile okuyucu uyum sağladığında birbirini yazıyor gibi. Bu yoldaşlık falan değil, sanki birlikte ayrı ayrı sürükleniyorlar gibi bir durum. Dili, tümceleri, yazım sanatı, imgelerin ortaya çıkışı ve başka bir anlatıma evrilmesi, düşüncelerin kıvıl kıvıl kımıldaması asıl romanın dünyası (konusu demeyeyim diye, konu falan yok). Romanda izlenen bir anlatımdan çok ortamın değişen farklı havası söz konusu. Olayların kişilerin romanı değil, Alaaddin’in bile romanı değil, evet başka bir ad verilemezdi, bin hazzın hüzünlü ezgisi. Keyifle okunan bir roman değil, keyifle okunan tümceler, duyumsamalar, düşünce dolambaçları, labirentler, izlekler, imgeler, filmparçaları.... Belki de iki kez okunacak bir roman. İlk okumada roman izleğini ve alanını belleyip, ikinci okumada yalnızca tümceler denizinde salınmak için. Romanda anlatılan, kimi zaman anlatılanın arasında yazarın kendi kendisiyle söylentisi: "bunca ürkünücü şeyin arasında, bana benzeyen başka başka cümleleri de peşime takmış, sırf doğru yolu yitirmenin zevkini yaşayabilmek için bile isteğe oyalanıyordum sanki.... Sonra işte böyle oyalana oyalana belki doğru yolu yitireceğim diye başkalarının doğru yollarından o yardımsever cengaverlerin adlarını sürüp gittikleri çok uzak yerlerden.... " s 86 Kimi zaman okuyucuyla göz kırparak takışması, " ...şehir ahalisiyle birlikte onun sesini siz de işitip işte şimdi bir şeyler olacak beklentisine kapılırsınız. Kapılırsınız, çünkü kelimelerin gölgeleri arasından yavaş yavaş belirmeye başlayan hikayedeki şehrin en ücra köşelerinde bile, o sırada insanı böyle bir beklentiye sürükleyecek yeni gelişmeler yaşanmaktadır zaten." S111 HAT, Başlarken yalnızsın, bitirdiğinde daha da yalnız, adlı söyleşilerinde, Bin Hüzünlü Haz ile roman anlayışında yeni bir dönemin başladığını belirtiyor. “Bin hüzünlü Haz 'da bu, benim için olağan seyrin dışına çıktı sanki, birdenbire bir sıçrama oldu. S61 (Bin hüzünlü haz romanını) yazarken roman sanatına dair bir aydınlanma anı yaşadım ben S. 71 (…) "Benim romandan ne anladığımı, ne beklediğimin, nasıl olmasını istediğimin de romanı .... Romanın, okurun elinden tutup tanrısal bir tavırla parmağını uzatarak işte gerçek şudur, işte gerçek budur, dediği dönemin kapandığını düşünüyorum. Gerçeğin her yerdeliğine ve her şeydeliğine inanan bir bakış kazandı artık roman. Dolayısıyla, belirsizlik, roman sanatının temel özelliklerinden biri bana göre." Agy S. 148 Bence Bin hüzünlü Haz romanını en iyi şu sözleri anlatıyor "Hiç kuşkusuz, yazmak deşmektir biraz da. Hayatı deşmektir, kendini deşmektir, anlamları, anlamsızlıkları, yapıları, dağınıklıkları, kalıpları değişmektir. Başka bir deyişle, bir şeyin içine girip çıkmak, bunu yaparken yaralanmak, içlenmek, ağlamak, burkulmaktır... Yazmak trajik bir şey aslında. (S194 Başlarken Yalnızsın...) Ve roman biterken yeniden birinci bölümdeki boşluklara gönderme yapar: "Hikayenin bütünlüğü daha fazla çözülmesin diye, bu bölümde de boş bırakılmış birkaç sayfa tadı bulunsun istiyorum çünkü ve böylece hikaye, bir süre de olsa benliğimin sınırlı bakışından kurtulup rahat bir soluk alabilsin, kendisi kalabilsin, ya da anlatmakla ben onu bir yandan yaşatıp bir yandan öldürüyorsam bu güzel günahın birazı da sizin olabilsin istiyorum.” S126 Bu romanı okuduğu an ile algilayan, ne romanın ne anlattığına, ne de ne anlatacağına kafa yoran, yalnızca o anda yazarın beynindeki izleklerin ardı sıra sürüklenmeyi göze alan okurlara önermek gerek. Yoksa boşluklarda takılı kalır, tökezler, düşer, atlar, ve elenir yani kitabı yarıda bırakırsınız. Not: Düşünce meditasyonlarında, düşüncelere kapılmayıp onların devinimlerini izleyerek, o andaki keyfini, keyifsizliğini ya da belirsizliğini duyumsayanları özellikle bu kitaba çağırmalı.
Bin Hüzünlü Haz
Bin Hüzünlü HazHasan Ali Toptaş · İletişim Yayınları · 20154,465 okunma
·
52 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.