Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

İmtihan...
Delikanlının biri bir gün başlamış aşkı aramaya. "Ben âşık olacağım." deyip sokağa çıkınca da insan tak diye âşık olamaz ki kardeşim. Olunmaz. Aşk çıkar gelir. Ve o anda yapabileceğin bir şey de yoktur. O hakikaten aşksa ona "hayır" deme şansın yoktur. Değilse senin herhangi bir "evet" deyişinle onu aşka çevirme ihtimalin de yoktur. Ama bizim delikanlı romanlar okuyor, filmler seyrediyor, arkadaşlarından bir şeyler duyuyor; "Acaba bir gün ben de böyle bir âşık olur muyum?" diyor. Ömrü aşkı aramakla geçmiş. ... İnsan aradığı şey kadar kıymetlidir. Çocuk, aşkı arıyor. Delikanlı bir gün yine işten çıkmış, eve doğru giderken yolunun üstündeki kütüphaneye uğramış. "Hangisini alsam, ne okusam?" Bakmış, orada bir roman. Aklımda yanlış kalmadıysa Stendhal'ın Kırmızı ve Siyah'ı. Muhteşem bir kitaptır. Cemil Meriç aşkta kristalizasyonu tarif için Madam de Rênal'in Julien Sorel'e duyduğu aşkı... Neyse bu da ayrı bir bahis. Delikanlı eve gelmiş, karnını doyurmuş, kahvesini koymuş, almış eline kitabı, başlamış okumaya. Kitap akıyor, kitap gidiyor. Delikanlının içinde büyüttüğü o arayış, sanki kitabın sayfaları arasına serpiştirilmiş. Okumuş, okudukça kendinden geçmiş. Delikanlı oradaki hasrete bakmış, vurulmuş; karşılaşmaya bakmış, bir hâl olmuş; kavuşamamaya bakmış, "eyvah" demiş. Saat gecenin bir yarısı olmuş, zaman geçiyor, kitap ilerliyor, zaman geçiyor, kitap ilerliyor... Yastık taş olmuş, yatak diken. Uyku haram olmuş. Sabaha karşı delikanlı kitabı bitirmiş, bastırmış göğsüne. Kitap bitmiş de dert başlamış: "Acaba romanlarda anlatıldığı gibi aşklar gerçekte de var mı? Yoksa bu, yazarın hayal gücünden ibaret bir şey mi? Yazar yaşayamadığı aşkın kitabını yazmıştır belki de! Gerçekte olsaydı herhâlde bu zamana kadar benim de karşıma çıkardı aşk. Ama bu zamana kadar karşıma çıkmamış olması, bundan sonra çıkmayacağı manasına gelmez. Gerçekte yaşanmasaydı yazar bunları nereden akledecekti ki!" Başlamış hayal kurmaya delikanlı: "Bazen hikâyelerdeki şeyler gerçek olur, insanın karşısına çıkar. Acaba var mıdır? Acaba çıkar mı karşıma? Acaba olur mu?" ... Delikanlı bu hâlde, kitabı göğsüne bastırmış. Güneş doğmak üzere... "Neyse" demiş, "varsa vardır, yoksa yok." Çocuk filozof olmuş. Şaka şaka! İçinde deli sorular, yüzün de anlamsız ve ne yapsa atamadığı bir gülümseme, gözlerinde uyku, kitabı masaya koyarken... Tak! Kitabın arasından bir kâğıt düşmüş. Aa! Alıp bakmış ki... Kütüphane müdavimleri bilir, hâlâ var mı bilmiyorum ama, eskiden kitabı kimler okumuşsa isimleri liste hâlinde kitabın içindeki bir kâğıdı yazılırdı. Bakmış, orada bir liste var. İsimleri okumaya başlamış, bir kadın ismi dikkatini çekmiş. "Kim ki bu? Nasıl biridir acaba? Gözleri Rênal'inki kadar güzel midir? Bu kitabı okurken o da benim hissettiklerimi hissetmiş midir?" diye düşünmüş. Tekrar almış kitabı, göğsüne bastırmış. Şöyle bir sayfaların arasında dolaşmış. "Onun da elleri buraya değdi." demiş. "Acaba kitabın şurasında o ne düşündü? Acaba burasına gelince böyle hissetti mi? Acaba tam o ayrıldıkları sahnede o da benim gibi ağladı mı?" diye başlamış kurmaya. "Kesin, o burada böyle düşünmüştür." Sayfaları karıştırmış: "Şurada kesin benim hissettiğimi hissetmiştir." Kendi kendine kurmuş, kurmuş, kurmuş... Gün doğarken yüzünü görmediği, sesini duymadığı, hiçbir şeyinden haberdar olmadığı, bir kez bile karşılaşmadığı o kadıncağıza sırılsıklam âşık olmuş. Olur mu böyle bir şey? Olmuş. Ben ne yapayım, olmuş. Bugün olsa oturur yazarsın Google'a, Facebook hesabı çıkar. Peşinden Instagram'ı çıkar. DM'den yürürsün,Twitter'dan "Bu mu acaba?" dersin. Hiçbirisi yok, böyle bir imkân yok. Her şey organik. Arayacaksın ve bulacaksın. "Ne yapayım, ne yapayım?" Gitmiş, o şehirde o ismi taşıyan ne kadar kadın varsa hepsinin adresini bulup bir güzel mektup döşenmiş. Mektup ki ne mektup! "__Sevgili hanımefendi, sizi bir kez bile görmedim. Sizin de beni gördüğünüzü zannetmiyorum. Size dair en ufak bir bilgim bile yok.Sadece bir kitap okudum. O kitabı okuyanların arasında isminizi gördüm. Sabaha karşı, "Acaba benim hissettiklerimi o da hissetmiş midir?" diye düşünürken sizin bu kitabı tam da benim okuduğum hâlet-i ruhiye ile okuduğunuzu hayal ettim ve belki söylemesi garip gelecek ama size âşık oldum__.. Mektupları bir bir postaneden göndermiş. Başlamış beklemeye... Delikanlı bekliyor. O öyle bir bekleyiş ki.. ... İş bitti, eve geldin, yapacağın ilk iş posta kutusuna bakmak. Açtın baktın. Var mı? Mektup yok. Ertesi gün "Bugün gelir." diye gittin baktın, gene yok. Öbür gün gidiyorsun, açıyorsun, bakıyorsun, gene yok ama hep bir umut, hep bir umut... ... Bir gün gene iş çıkışı çıkmış gelmiş delikanlı. Bir bakmış, posta kutusunda bir şey var. Çıkarmış, bir mektup. Açmış: __Beyefendi merhaba. Evet, o kitabı ben de okudum. Sizin nasıl okuduğunuzu bilemediğim için sizin gibi okuyup okumadığımı da bilemiyorum. Yazdıklarınız ilginç geldi. Sizi tanımıyorum ama aşkın olduğu yerde olmazın da olmayacağının farkındayım. Arada bana yazın lütfen__. ... Almış, mektubu okuduktan sonra göğsüne bastırmış. Koklamış, kokuyu çekmiş içine, kendinden geçmiş. Yukarı çıkmış koştura koştura merdivenlerden, oturmuş bir mektup daha döşenmiş. __Çok teşekkür ederim. Sizi bulabileceğimi umut ediyordum ama ne yalan söyleyeyim cevap vereceğinizden emin değildim. Fakat siz, hayal ettiğim nazenin edaya yakışır bir incelikle mukabele ettiniz. Kendiniz gibi birisi olduğunuz için size çok teşekkür ederim. Sevgiyle__.. Yazmış mektubu, sabah ilk iş, postaneye gidip göndermiş. Bekliyor... İki gün sonra bir mektup gelmiş. Bir cevap yazmış, bir mektup gelmiş, bir cevap yazmış, bir mektup gelmiş... Yıllar yılları kovalamış, üç beş sene boyunca sürekli mektuplaşmışlar. Bir gün çocuk artık illallah etmiş. Oturmuş ve yazmış: "Yeter, yeter! Yüzünü görmeden özüne vurulduğum güzel. Artık cemalini bana lütfet. Senin bir de yüzünü göreyim. Kavuşmanın vakti daha gelmedi mi?" ... Cevabı beklemeye koyulmuş. İki gün sonra bir mektup. Açmış bakmış. "Buluşalım" diyor. Neyse, delikanlı almış mektubu. "Buluşalım" yazısını görünce dünyalar onun olmuş. Bütün dünyayı bağışlasan o "buluşalım" kelimesi etmezmiş. Hemen bir cevap: "Nerede, ne zaman, nasıl? Bir an evvel, hadi!" Yazmış, göndermiş. Cevap gelmiş: "Falan gün, filan sahil kasabasında, şu saatte sizi bekliyor olacağım. Beni yakamdaki kırmızı gülden tanıyacaksınız." Almış mektubu. Allahım, bu defa da zaman geçmek bilmez. ... Delikanlı başlamış beklemeye. "Allahım, o gün gelseydi, o sabah gelseydi... Acaba üstüme nasıl bir kıyafet giysem, saçlarım şöyle mi olsa, böyle mi olsa? Beni çok sevdi tamam, yazdıklarımdan sevdi ama, görünce ya 'Sen benim tipim değilsin.' diyecek olursa? Yok demez yahu. Bu kadar bu işlerin derinine vakıf olabilen birisi bunun suretle alakalı olmadığının da farkındadır herhalde. Şu ayakkabılar da bu kıyafetle oluyor ama... Spor mu giysem, nasıl yapsam..." Heyecan, merak, bekleyiş, umut... derken beklenen sabah gelmiş çatmış. Delikanlı giyinmiş, sabah erkenden çıkmış, gitmiş sahil kasabasına, söylenen yerde beklemeye başlamış. Vaktinden de önce gitmiş. Sevgilinin gelişini görmek istiyor. Bir an bile bekletmek istemiyor onu. "Belki o da erken gelir." İçinde bir umut... Bu defa dakikalar saat gibi değil, anlar asır gibi geçiyor. Beklerken şarkılar söylüyor. Martıların sesleri geliyor. Martıların sesleri hiç o kadar güzel olmamıştır. Dalgalar kayalıkları dövüyor, dalgalar ne güzel. Her şey sanki bir aşk şarkısı söylüyor. Kâinat, âdeta love story. Delikanlı dolaşıyor, bekliyor, birine bakıyor, diğerine bakıyor, bu mu, o mu... Acaba öbürü mü? Zaman geçmiyor... "Acaba bu taraftan mı gelir, diğer taraftan mı? Ya yakadaki gül... Onu ben nasıl fark edeceğim?" Böyle perişan bir hâl. Bakmış, karşı kaldırımdan bir güzel salınarak geliyor. Yürüyüşümün ritminden ıslanır İstanbul diyor ya şair, öyle bir endam. Delikanlı diyor ki: "Evet, evet işte o. Kesin o. Bunca güzellik bir başkasında olamaz ki! O mektupları kaleme alabilen kişinin yüzü de böyle güzel olmalı zaten. Saçları da rüzgâra nasıl yakışıyor. Gül dökeyim yollara. Aman Allahım! Stendhal sana da teşekkür ederim." Bir sevinç, bir sevinç! Kalbi yerinden firlayacak; güm, güm, güm... Kıza doğru yaklaşıyor. Kız da kendisine doğru bir işve, bir güzel eda ile yürüyor. Delikanlı tam "merhaba" diyecek... Kızcağız yüzünde son bir tebessümle geçip gidiyor önünden. Kızın arkasında altmış yaşlarında, yüzü çiçek bozuğu, kalın camlı gözlükleri olan ve yakasında kırmızı gül taşıyan şişman bir kadın bizimkine bakarak sevinç ve tereddütle gülümsüyor.Sıradaki şarkımız hikâyenin burasında yaşadığı derin hayal kırıklığıyla "Haydaaa!" demekten kendini alamayan bütün okurlarımız için Müslüm Gürses'ten gelsin: "İtirazım Var." Güzel kız karşı kaldırıma geçmiş, "Haydi gel." der gibi bakıyor. Kırmızı güllü kadın gözlerinin içi gülerek ellerini uzatıyor. Ne yaparsın? Ayakları o tarafa gidecek olmuş, kalbi bu tarafa çekmiş. "Hayır," demiş, "ben böyle bir güzelin cilvesine aldanıp da peşinden gidemem. Yüzünü görmeden özüne vurulduğum kadın burada bekliyor. Ben onun ruhunu sevdim." Yaklaşmış kadına, "merhaba" demiş. Kadıncağız "Merhaba evladım," diye cevap vermiş, "şu karşı kaldırımdaki kız var ya, sizi görünce yakasındaki gülü aldı ve benim yakama taktı. Bir de imtihan mıymış neymiş, öyle bir şey dedi." Delikanlı bir de bakmış ki kızcağız koşarak kendisine doğru geliyor.
··
300 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.