Tefekkür binası da bol malzemeyle inşa edilir; her bir kelime, her bir kavram/mefhum, bir inşa malzemesidir.
Islah yerine ılga, acizlerin işidir.
s.13
Tasavvuf, öncelikle çok ciddi bir disiplindir.
s.17
Çünkü teferruat, boğulunmaması gereken yüksek bir kavramdır.
s.29
Sevgini yoluna tasavvuf, onun ekollerine de tarikat denir.
s.31
Muhabbet sahipleri birbirlerini güzel gördükleri için aynı zamanda kendileri de güzelleştirir ve muhabbet ettiğini üzmemek için muhabbet ettiğinin kendinde beğenmediği ahvali değiştirmeye çalışırlar.
s.34
Herhangi bir kelimenin ifade ettiği manayı doğru anlamak için hem sözlük manasına, yani lügavi manasına, hem de deneyimsel, yani ıstılahi manasına bakmak lazımdır.
Halis altın, içine başka madenden en az girmiş altındır.
Halas olmak, nefsin belasından kurtulmaktır.
s.42
7/24 vardır din.
s.47
Halis yani saf, seni halasa, kurtarmaya götürecek şekilde olsun istiyorsan bol bol İhlas suresi oku.
Tasavvufta doz önemlidir. Ona rakam lazımdır, rakamsız olmaz, başıboş olmaz.
s.48
Sezgi kalbin anlamadındır.
Ama bir iç itici var, o da ilhamdır.
Çünkü bizim algılamamız yalnızca bedenimize ait algılama noktaları olan beş duyuyla sınırlı değildir
s.51
Kalbin anlaması için doğru kelimeler kullanmak lazımdır.
s.52
Fail-i hakikinin Allahu zü’l-Celal olmadığını zannedip kırılmamı, beni kırıcı işi yapana yükledim. Bu, benim kibrimin en alt noktasıdır.
s.53
“Bahar gelmekle taş yeşermez.” Ancak toprak yeşerir. Öyleyse taş kalpli, yani sert kalpli olma.
s.54
Ya Rabbi bizi ucubdan da koru.
s.55
Tahkir ile tevazuyu karıştırmamak lazımdır.
Aynı zamanda tevazu, tahkir görmeye rıza göstermek olarak algılanmamalıdır.
s.57
Fail-i hakikinin Allah olduğunu bil, ne kimse senden incinsin ne de sen kimseden incin.
s.58
Çünkü aklımız, bedenimizi hapsetmiş.
İnsan olmak, kişinin iradesiyle olacağı bir şeydir.
s.60
Müminde aşk zaten vardır ama örtülüdür.
s.61
Derste muvaffak olmak, işte muvaffak olmak, aile hayatında muvaffak olmak hep sevgiye bağlıdır. Peki, dini hayatta muvaffak olmak, yani gayemiz olan, rıza-yı Rahman’a kavuşmamın en önemli unsuru olan muhabbet, aşk olmasın mı? Bunu inkar edenler, mahrumdurlar.
s.62
Çünkü ilim, özellikle de günümüzde, filancanın lafını falancaya, falancanın lafını filancaya taşımaktan ibaret. Bunun adına zaten ilim denmez, nakil denir.
s.63
Ancak kendimizin doğru olup olmadığını tefekkür etmezsek bu yanlıştan dönemeyiz.
s.64
“Ne sordu babam?”
“Allah’ı mı daha çok seversin, beni mi çok seversin; Fatıma’yı mı, Hasan’ı mı, Hüseyin’i mi? Onunla kafam meşgul.
“Ah Ali’m! Bunun cevabı kolay.”
“Neymiş?”
“Allah’ı kulluğumla, zat-ı seniyyenizi ümmetliğimle, Fatıma’mı erkekliğimle, Hasan’ımı, Hüseyin’imi babalığımla severim.”
s.65
Örneğin biz tarhana çorbasını dahi niye sevdiğimizi bilmeyiz. Niyesiz severiz.Sevgi niyesizdir.
Dünyaya gelmek iradi değildir ancak insan olabilmek iradidir. Malumunuz, her beşer insan değildir. İnsan olabilmek için aşk gereklidir.
s.67
“Hocam, kusura bakmayın. Bu müzik bana beni anlatmıyor.” dedim ve dersleri bıraktım.
s.68
Bir kişinin ne dinlediğinden müziği eğlence olarak mı anladığı, yoksa müziğin zatından mı anladığı belli olur. İşte o müzik, bizi bize anlatan müziktir.
s.69
Kıyafete bu kadar önem vermek, yani kabuğa bu kadar önem vermek, öze önem vermemeyi doğuruyor.
s.70
Güzel konuşmakla, belagate alakası yok. Bunlar ayrıdır, tesir ayrıdır.
Bizim bütün hayatımız Efendimiz Hazretleri’ne (sav) yaklaşma çabası değil mi? Kendileri ne buyuruyor. “Bana az kelime ile çok mana ifade etmek ihsan olundu.”
s.71
Ancak tefekkür Türkçesi, sanat Türkçesi bu kadar kısıtlı kelimeyle yapılmaz.
Lisanında terbiyeye katkısı vardır.
s.72
Allah cümlemizi şahsi öfkemize esir olmaktan korusun. Ama asabiyet-i diniyyesi olmayanın imanı noksandır. Bu da böyle biline.
Tasavvuftaki canana verilecek olan can benliktir.
Benliği vermek can vermekten daha zordur.
s.78”
Onun normal olmadığını “hasta” kelimesiyle ifade eder ve mutlaka hayır duada bulunurdu.
s.82
Terbiye gördüğüm zatlardan bana ne kaldı? Mutlaka bir şey kalmıştır.
Allah ona vermiş,bana vermemiş. İşte kabiliyetine göre terbiye vermek, çeliğin cinsine göre su vermektir. Zamanını kollamak da mürşidlerin şahsi maharetleridir. Allah, onlara mahareti vermiştir.
s.84
Her ilim, evvela öğrenilir, sonra tatbik edilir. Fakat haller evvela taklitten tatbik edilir, sonra öğrenilir.
s.93
Allah’ın rahmetinden kat’ etmeyiniz (kesmeyiniz). Neyi? Ümidi, geleceği, daha iyi olmayı, daha yüksek olmayı…
Dünya da acı bir tanedir, zuhuru sınırsızdır.
s.97
Cenab-ı Hak “Nefsinize zulmetmeyin.” buyuruyor. Nefse en büyük zulüm, Allah’ın emirlerine riayetsizliktir.
Demek ki nefislerini israf ettiler. Neyle? Allah’ın emrini dinlemekle.
s.98
Sevdiğini sevindirmek, seni sevindirmiyor mu? Sevindirmiyorsa zaten adam değilsin. Seni konuşmaya lüzum yok.
Sevdiğini sevindirmekle sevinen Hz. İnsan, Rabbini de sevdiği için O’nun hatırını kırmak istemez.
s.99
“Dünya hayatında şükrünü artırmak için kendinden aşağı olanlara bak. Ahiret hayatında sevabını artırmak istiyorsan da kendinden yukarıdakilere bak.” Yine Hz. Abdulkadir Geylanin buyurduğu bir söz; “Dünyevi arzuları gemlemedikçe tam bir huzura ve mutluluğa erişemezsiniz.”
s.100
Arzularını gemlemezsen, yani frenlemezsen bu hayatta mutlu olman mümkün değildir.
s.101
Yani cımbızla çekince istediğiniz manayı verirsiniz. Onun için Kur’an-ı Kerim, müminin imanını, kafirin küfrünü artırır.
s.102
Allahın rahmetinden ümit kesmeyip çalışacağız. Çalışmak nefse ağır geliyor. Tembelliğin adını asla ümitsizlik koymayacağız.
“Leyse li’l-insâni illâ mâ seâ” (İnsan için hiçbir şey yoktur, ancak ve ancak çalışması vardır.)
s.103
İnsanlık, yani Hz. İnsan olmak, irade ile yapılan çalışmaların neticesinde kazanılan pek yüce bir mertebedir.
s.105
El sıkılığını ve el açıklığını, tutumluluk ve cömertlik olarak ortaya koymak bizim irademizle olan bir şeydir.
s.106
Dua, netice itibarıyla borçlanma kökünden gelen bir kelimedir. Biz Rabbimizden bir şey istediğimiz zaman borçlanıyoruz. Ne borçlanıyoruz? Şükür borçlanıyoruz.
s.115
Kahr u lütfu bir bilmeyen Bir’e erişemez.
Sen niye kendini merkez görüyorsun? Kendimizi merkeze almamamız lazım.
Çocuk terbiyesinde yavrularımızı şahsiyetli, kimlikli yetiştirelim endişesi ile benmerkezci yetiştiriyoruz.
s.116
Çünkü kendisi bildiklerini yapmıyor. Ne kadar güzel nasihat ederse etsin, kişi o işi kendisi yapmadığı müddetçe söylediği tesir etmez.
s.117
Kişinin elfâzıyla ef’âli aynı olmadığı sürece olmaz.
s.119
O nur-i Muhammedi, Allah’ın muradıyla şeklen insan şekline büründüğü için her insanın şekli muhteremdir. Yüze tokat vurulmaz.
Velhasıl, yüze vurulmaz. Yüze sövülmez. Yüz, bedenin içinde ayrıca bir ihtirama sahiptir.
s.124
Anlamak, idrak etmek midir, fiiliyata dökmek midir?
s.126
Türkçemizde artık pek kullanılmayan şahane bir tabir vardır: zât-ı âlîniz. Yani yüksek kişiliğiniz, varlığınız. Çünkü her insan, halifetullah olmak itibarıyla zât-ı âlîdir.
s.130
Zaten insanın sadece halifetullah sıfatı yeter.
Güneşin varlığına delil, güneştir.
Hz. Mevlana (ks)
Yani bazı “var”lara delil aramak deliliktir.
s.131
“Boş vaktinizde ne yaparsınız?” diye bazen münasebetsizce soruyorlar. Müslüman’ın boş vakti olmaz ki.
Boş vakit ne yapacağını bilmemekten kaynaklanan, can sıkıntısı ortaya koyan haldir.
s.132
“Dert sahibi olun. Boş gezmeyin. Yemek, içmek ve üremekten ibaret değildir sizin ihtiyacınız. Onlar hayvanlarda da var. Sizin ihtiyacınız, dert sahibi olmak, dava sahibi olmaktır.”
Niyaz-i Mısrî Hz. (ks)
s.134
Akıl, sadece akılsızlara yol gösterir.
s.135
Allah derdimizi artırsın.
s.136
Anne yavrusunu dokuz ay taşır, baba bir ömür taşır. Çünkü o yavrunun da, onu dokuz ay taşıyıp dünyaya getiren ananın da rızkı ve terbiyesi babanın yükümlüğündedir.
s.138
Namaz kılmak şahsi vazifedir, marifet değil.
s.139
Baygın bir insanın suratına çarptığınız su ya da attığınız tokat şiddet midir şefkat midir? Bu sözleri bu bağlamda ele almanız lazımdır.
Belki yanlış yaparız diye bir şeyleri yapmaktan korkmayalım. Yanlış kılarsam diye namaz kılmaktan korkmayalım. Sen kıl, o düzelir. Ama eğer kılmazsan, düzelecek bir şey yok.
s.140
Kabe içine put konmakla Kabelikten çıktı mı? Çıkmadı elbette. Gönlümüz de öyledir. İçine dünya putu koysak da gönlümüz temizdir çünkü onu Allah yarattı.
s.141
Nasıl bir yed-i Muhammedi geldi, temizledi putları Kabe binasından? Senin de gönlüne bir irfan güneşi doğar, bir irfanlı el gelir, putunu temizler. Sen kendini niye hor görüyorsun?
Hoşca bak zatına kim zübde-i alemsin sen.
Galata Mevlevihanesi Şeyhi Muhammed Esad Galib Dede Efendiyyü’l Mevlevi (ks)
Çünkü “Vettekûllâh ve yuallimukumullâh.” Allah’tan ittika ederseniz, onu sayarsanız, Allah size öğretmen olur. Onun için ömür boyu hayırlı tahsiller diliyorum.
s.143
Torun olarak o güzel, dede olarak bu güzel. Mukayese etmekten vazgeçmek lazım.
s.146
Doğruları öğretebilmek doğru hareket etmekle olur, doğruları söylemek yetmez.
Tesiri hep maddi anlamda düşünüyoruz, yani bedene ait algılama yollarıyla sınırlı zannediyoruz. Bir türlü anlayamadık ki beden başka, Hz. İnsan başka.
s.147
Buna vahşet diyorlar, ancak bu vahşet değildir. Kişiyi normal hayata alıştırmaktır. (Kurban Bayramı için söyleniyor.)
s.148
Allah bizden tevhid, birlik istiyor. Onun için münferit kılınan namaz, cemaatle kışınan namazdan yetmiş derece az feyizlidir.
s.150
Nefisle mücadelede silah, kişinin kendisidir.
s.155
Hasılı, derleyip toplarsak; mademki nefis var, tasavvuf vardır çünkü nefisle mücadelenin yolu tasavvuftan geçer. Bu mücadelenin en büyük silahı da muhabbettir, yani sevgidir.
s.156 (Önemli sayfa)
Biz güzeli görmeye gayret sarf etmeliyiz. Bunun için insanın gönül gözü de açık olmalı.
s.157
Halbuki Muhammedi usule uygun olmayan hiçbir şey terbiye değildir.
Sevginin gıdası izhardır.
Halbuki her varlığın bir gıdaya ihtiyacı vardır. Varlık demek cidim demek değildir. Sevgi de düşünce de varlıktır ve sevginin gıdası izhardır, yani zahir etmek, ortaya çıkarmak. Ben sana “seni seviyorum!” demezsem o sevgi ölür.
s.159
İşte biz sevgimizi ortaya koymadığımız için sevgisiz toplum olduk.
s.160
Edepsizden ilim zuhur etmez.
s.161
Dolayısıyla had bilmenin en büyük bilgi olduğunu ve başkalarının da bir hususta benden daha çok bildiğini kabul etmek çok önemlidir.
Eksikliğini bil. Haddini bil.
s.165
Herkes her şeyi yapabileceğini zannediyor, kimse haddini bilmiyor.
s.166
İslam’ın şartı beş; altıncısı haddini bilmek, yedincisi haddini bilmeyene haddini bildirmek.
s.167
Hesap gününde bize sorulacak sorular içerisinde “Ne biliyordun? Ne düşünüyordun? Ne hissediyordun?” sualleri yoktur. Tek bir sual vardır: “Ne yaptın?” Yani hesap günündeki sual, edimlerimize, fiillerimize, amellerimize aittir.
s.167
İradelerini benliklerine, egolarına teslim etmişler, farkında değiller.
s.170
Onun için, görünen köy bile kılavuz ister.
s.172
Sevgi genellikle arzu, heves, elde etme hırsının adıdır. Muhabbet ise vermek mesleğidir; yani, arzu, heves, meyil yok. Hûb görmek, yani güzel görmek.
Eğer gönlümüzde Allah’a, Resulü’ne (sav), velilerine ve bütün mahlukata karşı bir muhabbet varsa bilelim ki Allah, Resul’ü, velileri ve bütün mahlukat da bizi seviyor demektir. Onun için sevgiyi, muhabbeti bir kenara bırakıp bir adım daha yukarı çıkalım: Aşk olsun.
s.173
Peygamber Efendimiz aleyhisselam (sav) bu konuda “Zatı hakkında tefekkür size zarar verir ama eserleri, fillerini, esmalarını be sıfatlarını düşünürseniz o sizi Hakk’a daha çok yaklaştırır.”
s.175
Allah sevildikçe bilinir; Resûl-i Ekrem bilindikçe sevilir.
s.176
Efendimizi (sav) inkar edenler Efendimizi tanımıyorlar. O’nu tanıdıkça severiz.
s.177
Resullullah’ı sevmek, hidayetin en büyük sebebidir.
s.180
Allah’ın en büyük nimeti, ne nefes alıp vermek ne de yiyip içmektir; Hz. Peygamberdir. O nimetin sahibini seversek tanımaya başlarız.
s.181
Allah dualarımızı kabul eder; biz yeter ki dua etmesini öğrenelim.
s.197
Allah devasız dert yaratmamıştır. Bizim noksanımız o derdin devasını henüz bulamamış, keşfedememiş olmaktır. Ölüm, dert değildir. Ölüm vuslattır.
s.199
Hasılı, sıkıntılı günlerimiz, ferah günlerimizden daha çoktur dünyada.
s.204
Sıkıldığımız zaman zaten Rabbimizden başka çalacağımız kapı yoktur.
Zaten O’ndan başka sığınacak kapı var mı?
s.205