Gönderi

512 syf.
9/10 puan verdi
·
Read in 7 days
Germinal
Emile Zola
Emile Zola
1840 yılında Paris'te dünyaya gelmiştir. Genç yaşta babasını kaybettiği için hayatın gerçekleri ile erken yüzleşmiş, toplumun yoksul kesimine ve ezilen halka birebir şahit olmuştur. İlk kitabı, kendisi henüz 24 yaşındayken yayımlanmıştır. 19. yüzyıl ikinci yarısında ortaya çıkan Naturalizm akımının önemli temsilcilerinden, hatta kurucularından kabul edilir. Naturalizm akımı her şeyi en çıplak ve görünen hâliyle aktarmak, toplumun dilini kullanmak, bir kişinin karakterini ailesi ve yaşadığı çevrenin oluşturduğuna kanaat getirmek ve deneysel gözlemcilik esasına dayanan bir edebî akımdır. Daha çok toplumun kanayan yaralarına ve çirkinliklerine ışık tutan akımda yazar bunu "Bizler toplumsal yaraların sebeplerini araştırıyoruz. Bundan dolayı çoğu zaman kokuşmuşlukları ele almak, insanın sefaletinin, çılgınlıklarının bulunduğu yerin dibine kadar inmek zorundayız" diye açıklar. Zaten dünyaya yakından baktığımız zaman kokuşmuşluktan başka bir şey görmek şaşırtıcı olmaz mı idi? Yazar toplumda ezilen her halkın ve olgunun yanında olduğu için sürekli eleştirilmiş. Hatta hayatının son dönemlerinde Dreyfus Olayı'nda (orduda haksız yere suçlanan bir Yahudi subay) Dreyfus'u savunduğu için adeta çarmıha gerilmeye çalışılmıştır. Cumhurbaşkanına ithafen yazdığı ünlü "Suçluyorum" isimli mektup-bildirge nedeniyle hapis cezasına çarptırılıp, İngiltere'ye kaçmak zorunda kalmıştır. 1902'de suikast mı, kaza mı olduğu bilinmeyen bir şekilde baca tıkanıklığı nedeniyle gaz zehirlenmesinden hayata gözlerini yummuştur. Gelelim kitaba:
Germinal
Germinal
latince tohum, filiz anlamina gelen "germen" sözcüğünden türemiştir ve yazarın Reugon-Mocguart adını verdiği serinin(1871-1893 arasında yayımlanan ve İkinci İmparatorluk döneminin en ince noktasına kadar anlatıldığı yirmi kitaptan oluşan seri) on üçüncü kitabı. Yalnız bu kitabı okumak için tüm seriyi okumaya gerek yok, tek tek de okunabilecek kitaplar. Elimizdeki kitap 1860'lardan sonra Kuzey Fransa'da başlayan maden işçileri ayaklanması ve örgütlenmesini, onların yaşamlarını, çektikleri açlık ve zorlukları anlatır. Yazar bu kitabı yazabilmek için yaklaşık bir yıl benzer bölgelerde bizzat madenlere inmiş, kömür çıkarmış ve madencilerin yaşamlarına yakından ışık tutmaya çalışmıştır. Fransız Edebiyatı'nın en iyi eserlerinden biri olarak kabul edilen eser mutlaka okunmalıdır. Not: Çeviri için Hamdi Varoğlu'nun kalemine sağlık. Kendisi Attilla İlhan ve Selim Ileri'ye göre en iyi Zola çevirmenidir. ##Okumayan arkadaşlar için bundan sonrası tatkaçıran/spoiler içerir## Kitap şöyle başlıyor:  "Düz ovada, mürekkep kadar koyu ve karanlık, yıldızsız bir gecede, pancar tarlalarını boydan boya bölerek Marchiennes'den Montsou'ya giden on kilometre uzunluğundaki yolda, bir adam tek başına yürüyordu." Bu adam kitabımızın baş karakteri ve gezgin işçi olarak hayatına devam eden Etienne Lantier. Ana karakter Etienne dışında en önemli  karakterler Maheu ailesi ve elbette kızları Catherine. Kitabın tam zamanı belli olmasa da iç diyaloglardan anladığımız kadarıyla 1861-1867 Fransa-Meksika Savaşı ile benzer dönemler anlatılıyor. Kitap Etienne'nin madende şahit oldukları ekseninde geçiyor. Bölgedeki insanların tek geçim kaynağı olan madenlerde, madencilerin üç-beş metelik için akşama kadar çalıştıkları, kömür çıkardıkları, vagon çektikleri,  payandalama(bir şeyin düşmemesi için konulan destek, madenlerde göçügü engellemek için kullanılır veya maden duvarlarını zımparalamaya da aynı isim verilir) yaptıklarına, kömür ayrıştırdıklarına tanıklık eder. İnsan kömür ile öyle haşır neşir olur ki burunlarından, balgamlarından siyah salgılar gelir. "Pnomokonyoz" denilen akciğerlerde kömür parçacıkları biriken hastalık yüzünden erken yaşta emekli olurlar. İnsanlar resmen tıpkı bacalar gibi kurum tükürür. Bir maden işçisinin "Üşüyor musun" sorusuna verdiği "Kaburgalarımın içi öyle kömür dolu ki, yaksak beni ölünceye kadar ısıtır" cevabı ansiklopedilerce kelime ile anlatılamayacak durumu çok güzel özetler.   1800'ler Fransa'sında sürekli zenginleşen burjuvazi ve sürekli ezilen emekçilerin hâline ayna tutulur. İşçilerin sadece hasta olmak ve ölmek konusunda özgür olduğu bir dönem anlatısı yapılır. Sürekli göçük altında kalan, hastalanan, maden dışında açlık ve yoksulluk ile uğraşan işçilere, gittikçe artan pahalılık ve ücretlerinde azalma ile karşılık verilir. Ne dersiniz; aradan 150 yıl geçtikten sonra Zonguldak'ta bir madenci kardeşimizin "Aşağıda ölüm var, yukarıda açlık. aşağıdaki ölüm olasılık, yukarıdaki açlık kesin!" sözü kulaklarınıza  geldi mi? Gerçi çok optimist bir istek olacak ama bizim kulaklarımıza ve zihinlerimize gelmesinden ziyade maden sahiplerinin, iktidardaki yöneticilerin vicdanlarına ulaşmasını dilerim bu sözlerin... Kitapta bir diğer husus göçük sonrası insanların evlerine taşınırken kullanılan furgonları mahallelerinde gören insanların "İnşallah bizim kapıda durmaz" tarzı düşünceleri ve kapısında duran evden yükselen feryatlar. Görmeyi hiç istemediğimiz, yürek yakan bizim toplumuzda artık maalesef alışkanlık haline gelen bir haber verme şekli geldi aklıma: Siyah resmi bir araç içinden çıkan bir resmî, bir askerî üst düzey kişi ve ellerinde katlanmış bir bayrağımız. Allah kimseye bu acıyı yaşatmasın. Catherine'nin evden kaçması sonrası annesinin verdiği tepki trajikomiktir. Anne üzgün ama kızı kaçtığı için değil, eve biraz daha az metelik ve ekmek gireceği için. Bunu "Her akşam istediği yere gidebiliyordu, niye kaçtı ki, bize biraz faydası dokunsa idi biz zaten evlendirip göndermez mi idik?" sözleri ile anlatır. Azaltılan maaşlar, ücret kesintileri ve pahalılık artık herkesin yaşama şansını azalttığı için sabırlarını tüketir. Ettienne Lanter, Maheu öncülüğünde madenciler ayaklanma ve grev faaliyetlerine hazırlık yapar. Etienne'nin bu konuda fikirleri karışıktır, madencilerin ayaklanması, direniş göstermesini, daha insancıl çalışma koşullarını ister ama bunu nasıl yapacağını bilemez. Bunu sayfa 241'de "En tepede Karl Marx duruyordu. Sermaye soygunun ürünüydü, bu çalınmış serveti yeniden ele geçirmek, emeğin görevi ve hakkıydı. Uygulamada önceleri Proudhon gibi, aracıları ortadan kaldıracak olan geniş bir takas bankasına kapılmıştı. Ardından sermayeleri devletçe verilmiş ve toprağı yavaş yavaş tek bir sanayi kentine dönüştürecek plan Lassaile'nin kooperatif şirketleri, kontrol güçlüğü karşısında bunlardan tiksineceği güne kadar onu heyecanlandırmıştı. Kısa bir zamandan beri de kollektivizme yönelmişti; bütün iş araçlarının ortak kullanıma açılmasını istiyordu. Ancak bu fikir de belirsiz duruyordu. Ancak şu an tam olarak ne yapacağını bilmiyordu. Öncelikle ülke yönetimini ele geçirmek gerektiğini düşünüyordu." cümleleri ile açıklar. Ama çözümün grev ve enternasyonele katılmakta olduğunu düşünür. Yalnız Souvarine daha sert, ne olur kan dökülse mantığında ve kurtarıcı olarak Bakunin'i görüyor. "Üç yıla kalmaz Enternasyonal, onun emri altında, kapitalist düzeni ezecektir." diye savunur. (
Mihail Bakunin
Mihail Bakunin
1814-1876, Rus devrimci, anarşist düşünür,  Anarşizmin babaları olarak anılan düşünürlerden biridir. Temel mantığı hangi isim ya da biçim altında olursa olsun, Tanrı da dahil olmak üzere tüm dış otorite sistemlerini reddediyordu. Amaç: her şeyi yok etmek, ne millet ne hükümet, ne varlık, ne Tanrı, ne din kalsın istiyor  sonrasında sıfırdan düzen)  Hatta Etienne'nin endişeleri için; "Gelecek için karar vermek suçtur, çünkü tam yok etmeyi engeller ve devrimin ilerlemesine engel olur." diyerek fikrini destekler. Ama Etienne ön planda bu fikri kabul etmiyor. Sonunda bir komite kurulmasına, yardım sandığı kurulmasına, enternasyonele katılmaya ve grev-iş bırakma başlamasına karar veriliyor.  İşçiler "Maden ocakları sizin olmalı, yerüstü ve yeraltı zenginlikleri bizim olmalı. Yönetime ve zenginliklere sahip olma sırası bize geldi. Ekmek,  ekmek, ekmek" nidaları ile greve başlıyor. Grev karşısında burjuvazinin konuya bakışı Madam Hannebau'nun sözleri ile özetlenebilir: "Evlerini, yakacak kömürü, bakımlarını işletme sağlamıyor mu? Bu insanlar niye isyan ediyor". Akla hemen Şener Şen'in ünlü repliği geliyor. Ve tabii maden sahipleri bu isyandan ve grevde  etkilenen, batan komşu bir maden şirketini devir alabileceği için ellerini ovuşturuyor. "Grev karşısında en çok işe batanları işten çıkart, geri kalanları ikna et!" mantığı uygulanmaya başlıyor. Yalnız grev şiddetlendikçe askerî yönetim ve ordu burjuvazinin yanında saf tutuyor, madenler boş durmasın diye ithal işçiler getiriliyor.  Açlık baş gösterince yağmalar başlıyor, şiddet ön plana çıkıyor evdeki hesap çarşıya uymuyor. Halk tarafından sevilmeyen bir dükkân sahibi ve tefeci kaçmaya çalışırken çatıdan düşüp ölüyor, öfkeli halk tarafından iğdiş ediliyor.    Sonunda şiddetli askerî müdahale ve kayıplar ile grev bastırılıyor. Pek çok aile bireyini kaybeden Maheude'nin "Umut gidince yasamak zevki de gidiyor. Nasıl oluyor da adalet istiyoruz diye bu kadar acınacak duruma düştük." sözleri durumu özetliyor. Grev sonrası açlığa dayanamayan insanlar tekrar mecburen madene inmek zorunda kalıyor. Madende göçük sonrası pek çok insan aşağıda kalıyor ve yükselen sulara karşı hayat mücadelesi veriyor. Akıllara Ermenek'te göçükte kalan oğlu için Ayşe Teyze'nin "Oğlum yüzme de bilmezdi, suyun altında ne yaptı" sözlerini getiriyor. Kitabın sonunda Ehienne'nin monologları çok güzel noktalara parmak basıyor. "Darwin haklı mıydı acaba? Dünya insan türünün yaşaması ve güzelleşmesi için güçlülerin zayıfları yuttuğu bir savaş alanı mıydı? İlle de bir sınıfın öbürünü yemesi gerekiyorsa, çok daha yeni ve canlı bir sınıf olan emekçi halkın zevke eğlenceye dalıp çürümüş olan kent soylu sınıfı yemesi daha akla yakın değil miydi?" diyerek hüsnüzannını paylaşıyor. Tutulan yolun yanlış olduğunu fark edip bir hekim edasıyla reçetesini de sunarak kitabı noktalıyor: "Şu anda girişilen şiddet hareketlerinin belki de evrimi hızlandırmadığını düşünüyordu. Kesilen çelik teller, sökülen demiryolları, kırılan lambalar, ne gereksiz şeylerdi bütün bunlar! Önüne geleni yakıp yıkan çılgın bir kalabalık hâlinde üç mil koşmak devrime ne de çok şey katardı yani! El yordamıyla da olsa, yasal kavganın günün birinde çok daha etkili olacağını seziyordu. Akıllıca dayanışmak, birbirini tanımak ve yasalar izin verdiği gün sendika kurmak; sonra dayanışma sağlandığı gün bir avuç asalağın karşısına sayıları milyonları bulan bir emekçi ordusu hâlinde çıkmak, yönetime el koymak, suyun başına geçmek, efendi olmak! Ah, hak ve adalet perisi o gün uykudan uyanacaktı işte! Avının başına çöken, patlayana dek yiyen, bilinmeyen, uzak mı uzak bir yerdeki otağının dibinde gizlenen, zavallı emekçilerin, yüzünü bile görmeden kanlarıyla canlarıyla besledikleri korkunç canavar da o saat geberip gidecekti." Gerçekleri tüm çıplaklığıyla anlatan bu başyapıtı mutlaka okumanızı tavsiye ederim. Herkese keyifli okumalar...
Germinal
GerminalEmile Zola · Yordam Kitap · 202110.8k okunma
··1 quotes·
213 views
Cansın okurunun profil resmi
Catherine beni en etkileyen karakterdi. Yorumunuz ve o dönem hakkında verdiğiniz kısa bilgiler muhteşem 👏
John Coffey okurunun profil resmi
Ben Maheude için üzüldüm en çok. Devrime Pelageya Ana gibi sahip çıktı (
Ana
Ana
) ama başından geçenleri anlatsa Fugui gibi (
Yaşamak
Yaşamak
) gibi bir hayat öyküsü. Sonrasında mecburen madende çalışma. Birlikte okuduk daha keyifli oldu🌿🌿
1 next answer
Elif özen okurunun profil resmi
Kitabı okumadım ama resmen bu kitabın yazarı sizmişsiniz gibi hissettim incelemenizi okurken hocam 🤗 Herkes kitap yorumu yapabilir ama bazıları yazarından iyi yapar yorumunu 👌 Yüreğinize sağlık yine şahane bir yorum olmuş 🥰🤗🌿
John Coffey okurunun profil resmi
🤗 keyifli okumalar hocam📚
Mona Rosa okurunun profil resmi
Çok başarılı. Tebrikler hocam. 👍👏👏👏
John Coffey okurunun profil resmi
🌿 keyifli okumalar hocam📚
John Coffey okurunun profil resmi
🌿keyifli okumalar hocam📚
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.