Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Fransız sefaretinde en sık görülen Türkler, Dışişleri Bakanı Alî Paşa ile Fuad Paşa'ydı. M. Tlıouvenel ile yakın dostlukları vardı. Âlî Paşa önce Paris, sonra Londra sefiri olmuş, birçok kere sadaret makamında bulunmuş, Paris'teki Kongre'de Türkiye'yi temsil et­ mişti. Bu devir Türkiye'sinin en değerli devlet adamla­ rından biri olan Âlî Paşa zarif ve zekîydi, bakışları de­ rin ve dikkatliydi. Ufak tefekti. Fuad Paşa gibi o da ih­ tiyatlı bir Fransız taraftarıydı. Reşid Paşa ise İngiliz te­ sirinin sembolüydü. Alî Paşa, İstanbul iskelelerinin başı olan ve kâhya diye anılan bir adamın oğluydu. Çok genç yaşında devlet hizmetine girmiş, pekçoğu gibi ol­ duğu yerde sayacağına, zekâsı ve olayları kolaylıkla kavrayışı sayesinde çok çabuk yükselmişti. Sâde görü­ nüşü altında derin ve geniş bir kültüre sahip olduğunu söylüyorlar. Değme AvrupalInın bu konuda onunla ya­ rışmaktan âciz kalacağını iddia ediyorlar. Hıristiyanlık konusunda bir piskoposla tartışabilir, bir Yahudiyle Musevilik hakkında uzun uzun konuşabilirmiş. M.Thouvenel'e göre tek kusuru işleri ele alışındaki insiyatif eksikliği. Karar verirken daima tereddüt edermiş. Onun bu suretle tam bir Türk gibi davrandığını söylemek yanlış olmaz, zira Osmanlı siyaseti devirler boyu zaman kazanma esası üstüne kurulmuştu. Ama, herşeye rağ­ men eğriyi, doğruyu ayırd etmesini çok iyi bilen biri olarak, M. Thouvenel'e göre, Reşid Paşa'nın yerine Alî Paşa sadrıâzam olsa, Türkiye daha hızlı bir gelişme içi­ ne kolaylıkla girebilirdi. O bu canlılığı yaratabilecek vasıflara sahip bir kişi. Yemekten sonra, böylesine seçkin ve ünlü bir Türk devlet adamı ile üç-beş kelimelik bir sohbet etmiş olmanın mutluluğunu duyuyorum. Esprisi, taşkınlık ve kurnazlık dolu zekâsı, şıklığı, Avrupa'nın her köşesindeki ülke için fırlattığı kendine has esprileri ile Fuad Paşa, Türkler içinde, yarattığı te­sir ile en medenî olanıydı. Dilimizi kusursuz konuşu­ yordu, Avrupa saraylarının hayatına alışkın olduğu her halinden belliydi. Fuad Paşa'nın Madrid'e sefir olarak tayini enteresan bir olaya bağlıymış. Bâb— ı Âlî bu göreve önce Safvet Efendi'yi (11) ta­yin etmiş. Safvet Efendinin yüzünün bir yanında tik varmış, arada bir asabî bir hareketle bir gözü yukarı kayarmış. İspanyol ortaelçisi bu konuda dışişlerinin kulağını bükmüş. "Kraliçe İzabellâ çok gençtir, sefir itimatnâmesini takdim ederken bu tiki tutarsa, kraliçe kendini tutamayıp gülebilir. Sefirinizin durumunu dü­ şünün o zaman." Uyarmayı doğru bulan dışişleri, Saf­vet Efendi yerine Fuad Paşa'yı Madrid'e göndermişti. Şarklılar daima başlarını örterler.Bu onların nazarın­ da bir saygı ifadesidir. Eskiden çok sıcak havalarda ya­ kın bildikleri birine gittikleri zaman izin isteyerek baş­larını açarlarmış. Bundan beri evlerin duvarında "Ka­vukluk" tabir ediîen zarif şekilli küçük askılar bulunur­ muş. Segovya Piskoposluk meclisi üyeleri, bu hususiye­ ti bilmedikleri ve Doğu'da herkesin başını örtmek mec­ buriyetini hissettiğinden haberdâr olmadıkları için, Fuad Paşa'nın kiliseyi ziyarete geldiği gün ne yapacak­larını şaşırmışlar, aralarında konuşmuşlar ve sonunda katolik kiliselerine erkeklerin başları açık olarak girdi­ğini ezile büzüle söylemişler. — İsterseniz çıkarırım, diye cevap vermiş Fuad Paşa. Ama böyle bir davranış bizim ülkemizde en büyük say­gısızlık olarak kabul edilir.Zira biz ne padişahın huzu­runda, ne de câmiye girerken başımızı açarız. Fuad Paşa yerinde kondurduğu sözleriyle ünlüydü. Bir seferinde bizlerle sohbet ederken, François de Paldzieux— Faîcönnet'nin OsmanlI Bankası müdürü olarak geleceğini haber verdiler. — Umarım bu geliş, yol yapabilmek için hükümetime sermaye sağlanması bakımından yararlı olur. Ama bu yol bizi nereye götürür ki?... İflâsa tabii!... Osmanlı siyasetinin bu önde gelen iki şahsiyeti işte böyle adamlar. Avrupa'mızı iyi tanıyorlar. "Siz, bizi çabuk kırılıp dağılacak mı sanıyorsunuz?" diyordu Fu­ ad Paşa. Yanlışınız var. Sağlamlığımız sizin ordularını­za dayanıyor, onun için uydurma değildir. M. Thouvenel de : "Türkler, boş yere pek çok acı şurup ve ilâç içmiş bir hastaya benziyor, artık ağzına hiçbir şey almak istemiyor" diyerek şöyle devam edi­ yordu: "Yabancılar, Türkleri, derman bulmaktan usan­dırmış. Ama bu, Türkler yalnız kalınca yapmak isteme­diklerini inat ve İsrarla yapmaya devam edecekleri mâ­nasına gelmez. Zira Türkler desteksiz kalınca çabuk ca­ yan bir kişiliğe sahiptir." Aklı başında aydın Türkler, ülkenin nelere ihtiyacı olduğunu,neyin gereksiz ve israf olduğunu çok iyi bi­ liyorlar, ancak anî bir değişmenin imkânsızlığını da ka­ bul ediyorlar. Avrupa/ Türkiye'yi, Türklerin anladığı mânâda toparlanması için zorluyordu. Bunu gerçekleştirebil­mek için hâkim yetiştirmeden mahkemeler kuruldu, maliye düzenlenmeden vergiler kondu,yaşanmakta olan günün emniyeti yokken geleceğin plânları yapıldı. — Allah rızası için, bu kadar acele etmeyin,diyordu Ali Paşa. Bırakın biraz nefes alalım. Kazanlarımız bu kadar ateşe dayanmaz, patlar. İlerlememiz adım adım, sindire sindire olmalı, yıldırım gibi gelişme bize göre değildir diye boş yere söyleniyordu. Kırım Harbine kadar, 1854'de bu konuda gerçek bir zorba gibi hareket eden Lord Stratford dışında herkes, anlayışlı davranıyordu. Lord Stratford büyük şehirler­ de bulunan konsolosları vasıtasıyla paşaların davranışı­nı kontrol ediyordu.
24 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.