Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Mevzu avrupalı olmayışımız değil, Müslüman olmamız.
Slovenya ve Hırvatistan ayrılınca Yugoslavya'nın dağılması da kaçınılmaz oldu. Biz, Bosna'nın kaderi demokratik bir yolla tayin edilebilsin diye referandum düzenledik. Üçte ikilik bir çoğunlukla (tam olarak %64,4) Bosna Hersek vatandaşları Mart 1992 yılında yapılan referandumda ülkenin bağımsızl ğından yana oy kullandı. Akabinde Bosna Hersek uluslararası toplumca tanındı ve sonra da saldırı başladı. Tanınma kararı 5 Nisan'da alındı, 6 Nisan 1992'de ise kamuoyuna duyuruldu. Sırbistan ve Karadağ'ın Bosna Hersek'e saldırısı tanınma kararının alındığı 5 Nisan günü başladı. Bu saldırı, yoğunluğu artarak veya azalarak bugüne kadar devam etmekte, ne zaman sonlanacağı ise belirsizliğini korumaktadır. Bosna Hersek ve halkının içine çekildiği, 31. ayına giren bu savaş insanlık tarihinin en kanlı savaşlarından birisidir. İlk başlarda bu savaş bile değildi, ağzına kadar silahlanmış bir ordunun eski Yugoslavya Halk ordusunun savunmasız bir halka saldırısıydı. Bu eşit olmayan mücadelenin sonucu: Savaşın daha ilk ayla- rında toprakların %70'inin işgal edilmesi, 200.000'den fazla sivilin ölümü, yerinden yurdundan sürülmüş bir milyondan fazla (veya 4) vatandaş, harap edilmiş yüzlerce şehir ve köy. Dolayısıyla bu, iki ordunun birbirine karşı yürüttüğü klasik bir savaş değildi. Bu, bir ordunun sivillere karşı yürüttüğü, soykırımın ve o güne dek görülmemiş derecede kültürel ve dini yapıların yıkımının eşlik ettiği bir savaştır. Dünya bu barbarlığa gereken cevabı vermemiştir. Saldırıların vahşiliği karşısında dehşete kapılmış olmasından mı, ahlaki ve psikolojik olarak hazırlıksız yakalanmasından mı yoksa çelişkili çıkarlarının engel olmasından mı bilinmez, dünya oldukça şaşkın ve tereddüt eder bir haldeydi. Avrupa'nın kalbinde yeni toplama kampları ile ilgili fotoğraflar ve haberler ortaya çıktığında da kamuoyu şok içindeydi fakat yetkili insanlar ekseriya suskundu. Bu toplama kamplarında on binlerce insan öldürüldü, binlerce insan ise kayıp durumda. Saldırılar acımasızlaştıkça, dünya daha da fazla tereddüt içindeydi. Özgür dünya, özgürlüğün yanında yer almadı, özgürlüğü savunmadı. Yok olma tehdidi ve açık bir şekilde ilan edilen idam hükmü ile karşı karşıya kalan milletimiz, kendini müdafaaya karar verdi. Fakat o vakit başka bir absürt durumla karşılaştı. Kendini elleri, kolları bağlanmış halde buldu. Savaş başlamadan önce Birleşmiş Milletler eski Yugoslavya bölgesinin tamamında silah ithalatını yasaklayan meşhur karara imza attı. Daha sonra her şey değişti. Savaş başladı. Saldırganlar ve kurbanlar ortaya çıktı fakat silah ambargosu o arada hiçbir şey olmamış gibi sabit kaldı. Adalet dayanılmaz bir adaletsizliğe dönüştü. Saldırganlar silahlara sahipti -40 yıl boyunca silah biriktirmişlerdi- kurban ise silahsızdı, elleri bağlıydı. Silah ambargosu kararı, olduğu şeyin tersine dönüşmüştü. Silahlanma konusundaki dengesizliği koruyarak bu ambargo savaşı uzatmış, barış müzakerelerini ise silahlı tarafın diktası haline getirmişti. Biz dünyaya sürekli şu mesajı verdik: Bizi savunmak için gelmenize gerek yok! Fakat gelin ve ellerimizi çözün, kendimizi savunmamıza izin verin! Çocuklarımızı öldürürlerken, kadınlarımıza tecavüz ederlerken, kutsallarımızı yıkarlarken nefs-i müdaafa hakkımızı tanıyın!
Aliya İzzetbegoviç
Aliya İzzetbegoviç
·
48 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.