Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Muhayyilemin ezberindeki İstanbul'a birkaç renk ve ses katmak için bazen eski filmlere ve resimlere bakma ihtiyacı hissediyorum. Zihni değil ama muhayyileyi güçlendiren arama motorları veya benim gibi melankonik renkler, tonlar ve sesler arayan birkaç zâtın sosyal medya platformlarında bir araya getirdiği dijital albümler birkaç yarım saat de olsa iicnde bulunduğum halet-i ruhuyeyi besleme ve bir kaçış güzergâhına vâsıl olma noktasında bana yardımcı oluyor. Yetmişli ve seksenli yıllarda çekilmiş bir sokak manzarası hayal edin. Gece kondu düzeniyle yerleştirilmiş tabelalar şehrin düzensizliğinin düzenini teşkil ediyor. İnsan, renk ve harf kalabalığı... Kapanmış mağazalar, iflas etmiş firmalar, unutulmuş lezzetler, çoğu terk-i dünya eylemiş insanlar, şaşkınlığı şehrin lehçesine yerleşmiş sokak hayvanları... Bir Coca-Cola tabelasına ilişiyor gözleriniz... Yazının istifi bugün ile aynı... Ama kırk yıl öncesinin kadraja yansıyan kırmızısını bugüne tahvil ve tercüme etmek kabil değil! Anakronik bir sessizliğe eşlik eden sahipsiz bir gülümseme yerleşiyor dudaklarınıza. Zamanın dişlileri sıyrılıyor, dakikalar raydan çıkıyor, seneler mors alfabesinin kulak çınlamasına dönüşüyor... Doksanlı yıllardan kalmış fotoğraflara bakınca, potasında kaynadığımız, şahidi ve parçası olduğumuz, aidiyet hislerimizin kuvvetlendiği, hafızamızın keskinlestiği bir zaman dönmedolabına biniyoruz. Instagram filtreleriyle anakronik hazlara erişebildiğimiz, çocukluğumuz ile aramızdaki tül perdenin Alo beyazına büründüğü bir baş dönmesi... Şimdi şekersiz içmeyi tercih ettiğimiz çayımızı, bardağın yarısına kadar şekerle doldurduğumuz tatlı zamanlar... Marketlerin ulaşılmaz olduğu, bakkalların ise her an kovulmaya hazır olduğumuz sineklikli eşikleri... Süper Baba'nın Çengelköy'ündeki gümüş gibi parlak ve kurşun kadar ağır olmayan sisli kış manzaraları... Bir Orta Anadolu şehrinde genizlerimizi yakan soba isi, ciğer-sûz Neşet türküleri. Yazın yaz, kışın kış olarak yaşandığı demler. BMX bisikletlerin hayali... Tüm spor ayakkabıların ESEM olduğu galat-ı meşhuru... Resimlere bakınca "gerçekten bu tonlarda mıydı yeşil?" diye soruyorum kendime. Sonra doksanlı yılların sonu ile iki binli yılların başındaki reklam filmlerini izlemek zarureti doğuyor. Şahidi olamadığım yılların resimlerine bakarken, kendimi nedense doksanlı yılların dik yokuşlarında buluyorum. Hiç var olmadığım yılların merakını bir kenara bırakıp akıntısında çırpındığım yılların içine kendi arzumla dalıyorum. Kaç defa yaptım bunu bilmiyorum. Doksanlı yıllara kendimi atışımın manasını hala kavrayabilmiş değilim. Yoksa çocukluğuma mı inmem gerekiyor? Evet eski bir plağın ilk temas noktasına koymalıyım iğneyi... Eski resimlere ve filmlere baktıkça yazıya dökemeyeceğimi hissettiğim birçok duygu kırığı ile karşılaşıyorum... Bekleyeceğim yazabilmek için. İtiraf edeyim: tüm bu kelimeleri ve cümleleri bir Coca-Cola tabelasındaki anakronik kırmızıyı fark ettikten sonra yazdım. İsraf mi? Belki evet... Belki de hayır...
·
121 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.