Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

512 syf.
·
Puan vermedi
·
8 günde okudu
İkinci İmparatorluk Dönemi'ni anlatan Rougon-Macquartlar dizisinin dokuzuncu kitabı olan Nana, bir hayat kadını olan Nana'nın hikayesi ile birlikte çevresindeki toplumun yozlaşmışlığını ve çürümüşlüğünü ele alıyor. Emile Zola'dan okuduğum ilk kitap denebilir; daha önce "Therese Requin"e başlayıp yarım bırakmıştım. Dilini akıcı buldum. Lakin kitapta çok fazla karakter bulunuyor, bu biraz akıl karıştırıcı. Belirtmek istediğim bir şey daha var: üçüncü paragrafta yazacağım cümleler kitabı henüz okumamış insanlar için kitap sonuna dair fikir edinebilecekleri cümlelerdir. Yani "spoiler" içeriyor. Gelelim Nana karakterine... Başlarda bu karakteri neredeyse seviyordum bile denebilir. Çünkü tabiri caizse etrafında bulunan, beyinlerini belaltlarında taşıyan erkeklere çok güzel dersler veriyor. Bu erkekler ve eşleri Nana'yı hep aşağı görüyor aslında ama kendilerinin yaşadığı hayatlar Nana'nınkinden çok da farklı değil. Neredeyse hepsi eşlerini aldatıyor; bunların yanı sıra her ay farklı sevgililer, Nana ile tek gecelik ilişkiler, hatta kadın kadına ilişkiler mevcut onların da hayatlarında. Bunları gizli yapıyor olmalarının kendilerini Nana ve Nana gibilerden, ayaktakımından üstün, soylu ve farklı kıldıklarını düşünseler de hepsi aynı yozlaşmış toplumun birer parçaları. Kısacası Sezen Aksu'nun da dediği gibi: "Masum değiliz, hiçbirimiz." Kitap ilerledikçe, Nana kariyerinde yükselip de çevresindekilerin çıkarı doğrultusunda el üstünde tutuldukça Nana'ya olan iki gramlık sevgim de sıfırlandı. Yalanlar, katakulliler, bencilliklerden ibaret bir karakter çünkü kendisi. Aslına bakıldığında genel algıda "hayat kadını" tanımına uyan özellikler bunlar. Olsun, yine de Nana çok sevilesi bir karakter değil. Tek iyi yönü kendini hor gören erkeklere çok iyi dersler vermiş olması. Nitekim bu kitabın sonunda yapayalnız ölmesini değiştirmiyor. İnsanlar onun ölümünü bile umursamıyor ki. Cenazesinin bulunduğu otel odasında kadınlar hala başka konulardan, Bismarck'tan, cinsellik anılarından, siyasetten vesaire konuşurken aşağıda bekleyen erkekler zaten bambaşka alemlerde. Bir tek düşmanı diye nitelendirebileceğimiz Rose Mignon onun adına üzülüyor diyebiliriz. Hayat gerçekten burada da beklenmediği yerden vuruyor. İşin kötü yanı bu insanlar ne Nana yaşarken ne Nana öldüğünde iğneyi kendine çuvaldızı başkasına batırabilmiş değiller, kendilerini o hayat tartısına çıkarıp ölçmüyorlar. Vah Nana'ya, çok güzeldi ama çiçek hastalığı onu ne hale getirdi, değer miydi böyle geçici heveslerin peşinde hayat sürmeye vesaire vesaire... Hep başkaları tu kaka değil mi, kendileri sütten çıkmış ak kaşıkken. Kendilerinin Nana'dan hiçbir farkı yok aslında. Bir tek Kont Muffat sevgisinde ciddiydi, ona da yazık oldu ama onun da hem haklı hem haksız olduğu yönler mevcut. Demek ki toplum yozlaşmışlığı zaman, mekan fark etmeksizin hep aynı. Emile Zola ise bunu o dönemin Fransa'sında soylular arasında çok popüler olmasına rağmen hasıraltı edilen (kime göre neye göre) genelev ve hayat kadını, ahlaksızlık düşkünlüğü üzerinden anlatmış ve ilk başta gazetelerde bölüm bölüm yayımlanan bu eser o dönemde çok tepki toplamış. Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar hesabı.
Nana
NanaEmile Zola · İş Bankası Kültür Yayınları · 20214,334 okunma
·
22 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.