Gönderi

56 İhtilâlinin dünyadaki yankıları
Macar ayaklanması savaş sonrasının en büyük propaganda savaşlarından birine yol açtı. isyan halindeki bu halkın, de­vasa Stalin heykelini devirirkenki ve ilerleyen Rus tanklarına molotof kokteylleriyle karşı koyan görüntüsü. Bütün medya­lar tarafından yansıtılan bu görüntüler Batı dünyası kamu­oyunu salladı. Sağ ve soldaki komünizm karşıtları bunu za­ten iyice yer etmiş komünist rejimlerden hoşlanılmadığı dü­şüncelerinin teyidi olarak gördüler. Rusların ikinci ve kütle­sel müdahalesi Avrupa'nın her tarafında muazzam bir pro­testoya neden oldu. Üyelerinden bazıları Madariaga, Igna­zio Silone, Raymond Aron, Albert Camus olan Kültür için Özgürlük Kongresi "Budapeşte'nin çok ağır suçu insanlığı komünizmden lanet ettirmiştir" açıklaması yaptı. Yalnız kal­mış, sarsılmış komünistler savunmadaydı; böyle durumlar­da hep yaptıkları gibi her yönden kuşatılmış Parti'nin vatan­severliğini harekete geçirdiler. Kanıtları Moskova tarafından temin edilmişti. Onlara göre, Imre Nagy ve grubunun uzun zamandır kamuoyunu hazırlamakta oldukları "ihtilal karşıtı bir ayaklanma" idi. İsyan eski rejimi geri getirmek isteyen Horty taraftarı eski subaylar, kulaklar, Kardinal Mindszenty, büyük toprak sahipleri tarafından yönetilmekteydi. Sovyet askeri birliklerinin ilk geri çekilişinden sonra bu unsurlar, yüzlerce hatta binlerce komünisti öldürerek gerçek bir be­yaz terör estireceklerdi. Batılı Komünist Parti sıralarında bile birçok aydın bu res­mi açıklamaları kabullenmekte güçlük çekiyordu. Maurice Thorez'in dediği gibi birçoğu "düşmanın baskısına" boyun eğiyordu. "Macaristan'daki gibi bir meselede bir saniye dahi tereddüt edecek tek işçi olamaz" diyordu Fransız Komünist Partisi başkanı. Bundan amacı, yeteri kadar suçlanmış ay­dınlara proleter bakıştaki doğuştan eksikliklerini ustalıkla hatırlatmaktı. Ama bu kez yöntemde başarılı olamayanlar çıktı. Annie Kriegel'e göre "1956, komünist eylemin uzun sü­reci içinde hayati bir tarihtir ve bir başlangıçtır." Michel Wi­nock "Sovyet tanklarının müdahalesi sosyalizmin anavata­nının kutsallığını kaldırmıştır ve komünizmi tek sıfatlı yap­mıştır." diye yazıyor. Aynı tarihçiye göre, Macar İhtilali "ileri­ci" fenomenin çanlarını çaldı. En tanınmış eski dava arka­daşlarından Louis de Villefosse, Jean Cassou'nunB önsözü­nü yazdığı "L'reuf de Wyazma" adlı kitabında Sovyet birlik­lerinin Macaristan'a girişinin komünistler ve sempatizanları arasında yükselttiği dalgaları canlı ve heyecanlı biçimde anlatıyor. Kişisel ve toplumsal protestolar artıyordu. Le Fi­garo Pierre Emmanuel'in, Louis-Martin Chauffier'nin, Sta­nislas Furnet'nin, Pierre Gascar'ın açıklamalarını yayınladı. "Sağ, durumu istismar ediyordu; sol yönünü kaybetmişti." Üstelik, altında Sartre'ın, Claude Roy'nın, Roger Vailland'ın imzaları bulunan açıklamasında "Macar halkının bağımsız­lık iradesini kırmak için tanklar ve toplar kullanılmasını suçlayan" bir beyanname yayınladı. Daha sonra, Simone de Beauvoir, Pierre Bost, Jeannine Bouissounouse, Michel Le­iris, Claude Morgan, Marcel Peju, Jacques Prevert, J.E Rol­land, Andre Spire, Roland Schwartz ve Vercors protestoya katıldılar. Bunun ardından, J .E Rolland Parti'den ihraç edilir­ken Ray, Vailland ve Morgan kamuya açık kınama aldılar. Hepsinin arasında en ilginç olanı Sartre'ın durumudur. Ger­çekten de, "Mains Sales (Kirli Eller)"in, seçici vicdanın ve öz­gürlüğün sembolü olmak isteyen yazarı, Stalinizmin, terö­rün ve sistemli yalanın şahikasına ulaştığı dönemde komü­nizmi seçmişti. Yani, Prag'daki Slansky Davası'nın, Paris'te Marty ve Tilon'un tasfiye edildiği, "beyaz gömlekliler"in tu­tuklandığı ve Moskova'daki ilk Yahudi düşmanlığı alevinin parladığı 1952'de. Parti ile Sartre'ın barışması Moskova'ya yapılan birçok yolculukla ve 1956 yılında istifa ettiği Fransa­SSCB başkanlığına seçilmesiyle sonuçlandı. Ama Sartre bu yılın başında, La Revolution et ses Fetiches adlı eserinde PCSU'nun XX. Kongresi'nde tasdik edilen Stalinizmin tenki­dini çizen Pierre Herve'yi sersemletmişti. Sartre Herve'yi "Tarihe kapılan Komünist Partisi olağanüstü bir toplu zeka göstermektedir; ender olarak yanılır; yapılması gerekeni yapar." demekle suçluyordu. Bu kez, Parti'nin yenilmezliği fetişist inancı darbe aldı. Yoksa bir kez daha mı Sartre anlamıyordu? Komünist Parti'nin haftalık yayın organı France Nouvelle'de Roger Garaudy onu Macaristan'da "karşı koyuculuğun ve fa­şizmin saldırısına açık bir iklim" yaratan "sınıflar arası iliş­kileri ve sınıf mücadelesini göremeyecek kadar gururlu birey­ciliği nedeniyle körleşmiş" olmakla suçluyordu. Sartre direndi. 8 Kasım'da L'Expressdergisinde "Macaris­tan'daki katliamı açıklamayan ya da açıklayamayan dostu Sovyet yazarları ile ilişkilerini üzülerek ama tamamen kesti­ğini" ilan etti. Ne var ki, birçok komünistin ve dava arkadaşının hoşnut­suzluklarını ifade etmek hususunda sonuna kadar gitmekte zorlandıklarını söylemek gerekiyor. Böylece Vercors 22 Ka­sım 1956 tarihli Nouvel Observateur'de komünistlerle köp­rüleri atmayı reddettiğini açıkladı. Resistance'tan çıkan ve Komünist Parti denetimindeki Ulusal Yazarlar Komitesi Yü­rütme Kurulu, tutuklanan Macar yazarlar lehine davranır­ken, "Aşağıda imzası bulunanlar. .. Macaristan olaylarını yorumlarken derin ayrılıklar yaşadık" formülünü uygula­maktan ileriye gitmedi. Aralarında Picasso'nun. Pignon ve Helene Parmelin'in bulunduğu on kadar komünist aydın, Ko­münist Parti (KP) Merkez Komitesi' ne yaptığı açıklamada "Ma­caristan hakkında verilen bilgilerin fakirliği"nden yakınıyordu. 1957 Ocak ayındaki Ulusal Yazarlar Komitesi Genel Kurulu toplantısında, uzun süren sert tartışmalar sonunda Sartre tarafından bile kabul edilen, içinde kınama ve hoşnutsuzluk sözcüklerinin yer almadığı sarih olmayan bir açıklama yap­tı. Bu sırada Port Sait saldırısının KP'nin (ve Kremlin'in). suçlu durumundan suçlayan durumuna geçmesine yaradığı bir gerçektir. Dominique Desanti Les Staliniens isimli kita­bında şöyle yazıyor: "5 Kasım'dan itibaren, Fransız Komünist Partisi'nin Süveyş'e karşı çıkmak yerine Macaristan'dan bah­sediyor olması kötü intiba bıraktı." Buna rağmen yoğun istifalar oldu ve yalnız tek tek aydın kişiler için değil (% 25'i) Fransız aydınlar sınıfı için de 1956 tartışmasız kopma noktası oldu. Bir beyin göçünden bahse­dilebildi: Jacques Monod, Jean-Toussaint Dessanti, Jean-Pi­erre Vemant, Emmanuel Leroy-Ladurie, François Furet ve Denis Richet ipleri kopardılar. Budapeşte'nin ve Varşova'nın "revizyonist" fikirleri, Edgar Morin, Kostas Axelos, Jean Du­vignaud ile birlikte Arguments grubuna ilham verdi. Claude Lefort ve Castoriadis Socialisme ou Barbarie dergisinde lşçi Kurulları hareketinin, ayaklanma sırasında önce Polonya'da, sonra da Macaristan'daki gelişmelerindeki gibi bir teori ge­liştirdiler. Onlar burada ayaklanmanın "esas unsuru"nu gö­rüyorlardı. Ayrıca bu, Tito'nun ideoloğu Edouard Kardelj'in düşüncesiydi: "Macar işçi sınıfı iktidara giden gerçek yolu iş­çi kurulları kurarak buldu" diye yazıyordu. Macar İhtilali aynı zamanda İngiltere'de de hareketlen­meye neden oldu. Aralarında, asilerin lehine röportajlar ya­yımlamayı reddeden Daily Worker'ın muhabiri gazeteci Peter Fryer'ın bulunduğu, mevcudun üçte birinden fazlasını mey­dana getiren on bin üye KP'yi terk etti (Frayer, bilahare Macar trajedisi üzerine bir kitap yazdı). Bu arada, İngiliz KP'sinden ayrılanlardan biri olan P. Cadogan, "İngiliz KP'sinin gerçek gü­cü, ona sendikalarda sandalye kazandırmaya yarayan gereç­tir. Bunların işçi müşterileri dış olaylardan az etkilenmiştir" açıklamasını yaptı. Parti'den kaçan aydınlara gelince, bir kısmı yeni solun muhtelif gruplarına katıldılar. İtalya'da, 1956'nın en önemli siyasi etkisi, KP'nin Pietro Nenni'nin Sosyalist Parti'sinden ayrılması oldu. KP yönetici­lerine gelince, olayı açıklamak için Palmiro Togliatti, Maurice Thorez ya da Etienne Fajon'dan daha bir incelik örneği ver­di. Ama çıkardıkları sonuç aynıydı: Sosyalizmin kurtarılma­sı ve bütün Macar halkının ayrılması engellenmek isteniyor idiyse Sovyet müdahalesi kaçınılmazdı. Rinascita'da Mart 1957 yılında yayımlanan makalede Togliatti, sistemi artarak tenkit etmeleri neticesinde denetleyemedikleri bir fırtınaya sebep oldukları gerekçesiyle Macar aydınlarını sorumsuz­lukla suçladı. İtalyan Komünist Partisi'nden bazı aydınlar ayrıldılar ve Parti'nin SSCB ile dayanışma meselesi itibarı­nın yükselmesine hiç yaramadı. Doğu bloku ülkelerine gelince, Romanya (özellikle Macar azınlığın yaşadığı Transilvanya bölgesi), Çekoslovakya ve Do­ğu Almanya birkaç gençlik ve üniversite öğrencileri gösterile­rine şahit oldularsa da bunlar hızla bastırıldı. Bükreş ve Prag yetkilileri, Romenlerin ve Çeklerin Macar milliyetçiliğine ve hakimiyetine duydukları geleneksel nefrete başvurdular. Bu­na mukabil Polonya'da sempati serbestçe sergilendi. 24 Ekim'deki dayanışma gösterisi az kalsın isyana dönüşüyordu. Polonyalılar Macar yangınını ateşleyen kıvılcımın Varşo­va'dan hareket ettiğini biliyorlardı. Gomulka'nın aynı Tito gi­bi müdahalenin gerekliliğini kabul ettiği muhakkaktı. Ama kamuoyu sarsılmıştı. Çünkü, öncelikle bol miktarda ve doğ­ru olarak bilgilenmişti. Budapeşte'deki dokuz Polonyalı mu­habir, ki biri Parti gazetesindendi, gazetelerine tarafsız rö­portajlar gönderiyorlardı. Hepsi isyan lehinde olsalar da hal­kın şurada burada yaptığı mahkemeler ya da gerçek anlam­da gerici unsurların mevcudiyeti gibi dekorun diğer yüzünü de göstermekten kaçınmıyorlardı. Bielecki'nin, Kamins­ki'nin, Adamiecka'nın makaleleri halka, Polonya'nın muci­zevi olarak. kurtulduğu dramın karmaşıklığını gösteriyordu. Polonyalıların şahitlik ettiği ve özellikle akılda kalan husus, Sovyet müdahalesinin arefesinde siyasi hayatın durgunluk kazandığının, halkın işbaşı yapmak temayülünün, Nagy hü­kümetinin itibarının güçlendiğinin gözlemlenmiş olmasıdır. "Burada, halk demokrasisinin temel kazanımlarının ilginç sentezini gözlemleyebiliriz . . . Çok partili bir rejim, basın öz­gürlüğü ve liberal demokrasilerdeki diğer özgürlükler." Çin, Macaristan olaylarının en geniş yansıdığı ülke oldu. Yine 1981 yılında Çin kamuoyunun Polonya'da hür sendikala­rın yaratılmasına heyecanla tepki verdiği doğrudur. Mao Ze­dong, l 957'de yayımladığı "Halkın bünyesindeki somut zıtlık­ların düzenlenmesi" adlı raporunda "Macaristan'da olayların başlaması, ülkemizde bazılarını sevindirdi. Benzeri olayların Çin'de de meydana gelebileceğini, binlerce ve binlerce insan kalabalıklarının sokağa ineceğini ve halk iktidarına karşı ayaklanacağını ümit etmeye başladılar" diye yazıyordu. Başkaları, diye ekliyordu Mao, Macar meselesinde mütered­dit kaldılar; "çünkü, somut bir uluslararası durum karşısında hangi yöne gideceklerini bilmiyorlar" ... "Bizim halk demok­rasisi sistemimizde, örnek verirsek, çok az özgürlük olduğunu, halbuki Batılı parlamenter demokrasilerde daha çok özgür­lük bulunduğunu sanıyorlar''. Raporunun başka bir bölü­münde Mao "Macaristan olayları aydınlarımızdan bazıla­rında tereddütler uyandırdı ama onlar karışıklık yaratmadı­lar" diyordu. Neden? "Bunun nedenlerinden biri, sonuç itiba­riyle ihtilal karşıtlarını ortadan kaldırmamızdır." Gerçekten de 1956 yılında Çin'in kuzeyinde grevler yapılmıştı, sonra birçok üniversite kentinde öğrenci gösterileri olmuştu. Her ikisinde de Mao'nun özel emriyle yetkililer öğrencilere karşı uzlaştırıcı davranmışlardı. 1957 ilkbaharında Mao "Yüz çi­çek" kampanyasını başlattığında, bir Macar muhabirin not ettiği gibi, aydın toplantılarının atmosferi, SSCB'deki XX. Kongre sonrasında yapılan tedbirli, düzenli ve iyice çerçeve­lenmiş toplantılara nazaran 1956'daki Polonya ve Macaris­tan'daki toplantılara benzedi. Çinli üniversite öğrencileri ve öğretim üyeleri aynı taleplerde bulunmak için sıklıkla Varşo­va ve Budapeşte'dekileri kaynak gösteriyorlardı. Mao, aydın­lar çoğunluğunun antitotalitarizmine karşı tedbir almasına yarayan denetimli liberalizm başarısızlığından sonra, güç­lendirilmiş baskı politikasını benimseyerek hedefe atışını düzeltti. Netice itibariyle komünist partiler Macar ayaklan­masından acı ders çıkardılar. Moskova'da gerçekleşen 1957 Kasım Komünist Partiler Konferansı bu dersi şöyle yorumla­dı: "Esas tehlike revizyonizmdir'; yani özgürleşme ve komü­nizmin demokratlaşması eğilimi. İdeolojik hazırlık yapılma­dan karşı ihtilal olamayacağı ispat edildiğine göre, dikkatleri kültürel alanda yoğunlaştırmak gerekirdi. 1956'nın galibi sansürdü. Ve revizyonizmin geri dönüşünün -1968 Prag ilk­baharı- sansür bozgunuyla oluşması tesadüf değildir.
116 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.