Söz konusu süreçlerin en güçlü vasıtası, sinemadır. Sinemanın toplumsal anlamıysa, özellikle de en pozitif biçimiyle, onun -kültürel mirasın geleneksel değerinin silinmesini temsil eden- yıkıcı, arındırıcı yönünü dikkate almadan kavranamaz. Bu olgunun en belirgin halini büyük tarihsel filmlerde -ve giderek daha yeni şekiliere bürünen hallerinde- görebiliriz. Abel Gance 1927' de coşkulu bir vurguyla şöyle haykırmıştı:
Shakespeare, Rembrandt, Beethoven sinemaya geçecekler ... bütün efsaneler, bütün mitolojilerle mitler, bütün din kurucuları ve bizatihi dinler ... sinemada görünen yeniden dirilişlerini bekliyorlar -kahramanlar çoktan kapının önüne yığıldı.'