Ne karları
hatırlıyorlardı, ne toprağın dönüşümünü, ne kalasların arasından ıslık
çalarak giren rüzgârı, ne asker yataklarına serilmiş ince battaniyeleri, ne de
sabahlan kalemi tutabilmek için sobanın üzerine uzatıp ısıttıkları
parmaklarını. Tek hatırladıkları, o duyguydu. O duygu da ilkbaharla aynı
anlama geliyordu. İnsanın ilk görülen çimenlere, ağaçlardaki ilk
tomurcuklara, gökyüzünün ilk mavisine cevabı. Şarkı söyleyen o cevap.
Otlara, ağaçlara ve gökyüzüne değil, başlangıcın o büyük sezgisine, zafer
dolu ilerleyişe, hiçbir şeyin engelleyemeyeceği bir başarıya olan inanca
cevap. Yapraklardan, çiçeklerden değil, tahta iskelelerden, buharlı
küreklerden, taş bloklarıyla cam levhalardan alıyorlardı o gençlik,
hareketlilik, amaçlılık ve doyum duygusunu.