Gönderi

Ama hiçbir şeye hakkımız yoktu, ne oy kullanabiliyor ne sevişebiliyor ne de görüşlerimizi söyleyebiliyorduk. Söz hakkına sahip olabilmek için önce egemen toplumsal modele uyum sağladığımızı kanıtlamamız, öğretmenliğe, posta teşkilatına ya da demiryollarına, Michelin'e, Gilette'e "girmemiz", sosyal sigorta sahibi olmamız ve "hayatımızı kazanmamız" gerekiyordu. İstikbal aradan çıkarmanız gereken bir dizi tecrübeden ibaretti, yirmi dört ay askerlik, iş, evlilik, çocuk. Bizden beklenen, geleneği aktarmayı doğallıkla kabullenmemizdi. Bu baştan sona belirlenmiş gelecek karşısında, insan ister istemez olabildiğince uzun süre genç kalma arzusu duyuyordu. Söylem de kurumlar da arzularımızın çok gerisindeydi fakat toplumun söylenebiliriyle bizim söylenemezimiz arasındaki uçurum bize normal ve çaresiz geliyordu, aksi düşünebileceğimiz bir şey dahi değildi, Serseri Aşıklar 'ı seyrederken hepimiz kendi köşemizde, içimizin derinlerinde hissedebilirdik bunu ancak.
·
17 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.