Tek olan bu teybin bandını nurcu bir genç aşırıp Isparta'da ikamet etmekte olan rahmetli Hüsrev Altınbaşak'a götürmüş. O da Üstad Bediüzzaman'ın «Hüsrev, vekil-i mutlakımdır!» dediği mübârek bir şahsiyetti. Risale-i Nur'un «iman kurtarmaktan sonra en ehemmiyetli gâyesinin «İslâm harflerini yaşatmak» olduğunu söylüyor ve bu hususta büyük bir tehâlük gösteriyordu. Bantı dinleyince heyecanlanmış. Benimle görüşmek arzusunu izhar etmiş. Kendisi, evinden çıkmayan ihtiyar ve takva ehli bir kimseydi. Asıl mesleği mu vazzaf askerlik idi. Yunan Harbi'ne katılmış ve sevk-i kaderle esir olmuş bir gâziydi. Zaferden sonra yüzbaşı rütbesiyle tekâüde sevkedilmiş. Devletin fakirliğini düşünerek tekaütlük ikramiyesini Ordu'ya bağışlamıştı. Risâle-i Nurların yazılması ve yazılanların kontrolü hizmetini ifâ ediyor ve evinden çıkmıyordu. Lâkin Türkiye'nin her tarafından ziyaretine gelenler vardı. Şehirdeki bir yakını vasıtasıyla bu bantı çoğalttırıp bütün Anadolu'ya yaydırmış olan bu mübârek zatla, bilâhare Eskişehir Askerî Cezâevi'nde koğuş arkadaşlığı yapacağımı nereden bilebilirdim! Kalkıp ziyâretine gittim. Beni iltifatlara garketti. Duâlar etti.