Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Hanefi âlimlerinin büyüklerinden ve İmam-ı Rabbaniden sonra asrın müceddidi olarak kabul edilen Şah Veliyullah Dehlevi, insafı ve gerçekçiliği sonucu olarak taklit konusunda şöyle düşünür: “Eğer bir kimse, sadece şeriatin sahibine yani Resûlüllaha uymak niyetinde; fakat naslardan yani ayet ve hadislerden doğrudan hüküm çıkarmaya ve onları uygulamaya kendisinin gücü yetmiyorsa, bu durumda, belli bir mezhebi ya da muayyen bir imamı taklit etmesinde bir sakınca yoktur." Şah Veliyullah Dehlevi, "Taklit haramdır ve kim olursa olsun hiçbir Müslümanın Resûlüllah'ın (asm) dışında delilsiz herhangi bir kimseye tabi olması caiz değildir" diyenlere karşı şu manada cevap vermiştir: "Bu söz Kur'an'dan ve hadisten hüküm çıkaran müctehidler için geçerlidir. Yoksa niyeti halis ve ictihad derecesine ulaşmamış, İslami meseleleri öğrenmeye muhtaç avam için geçerli değildir. Ayet-i kerimede 'Bilmiyorsanız bilenlerden sorunuz. buyrulduğu gibi elbette bu kişilerin, zamanın mu'temet âlimlerinden ve fetva merci' olanlardan sorup öğrenmeleri ve onları taklid etmeleri gerekir." Zaten fetva isteme ve fetva verme yetkisinin Hz. Peygamber (asm) döneminden başlayarak kesintisiz devam ettiği herkes tarafından bilinmektedir. Daima bir tek kimseden fetva alan kimse ile bazen bir âlimden, bazen de başka bir âlimden fetva alan, düşüncesi duru, niyeti sağlam olan ve sadece şeriata bağlanmayı isteyen iki kişi arasında hiçbir fark olmadığı herkesin malumudur. Biz, hiçbir müectehid hakkında, Allah'ın ona gökten fıkıh indirdiğine, bizim ona itaatimizin farz, onun da masum olduğuna inanıyor değiliz. Eğer biz ona uyuyorsak bu, sadece onun Allah'ın kitabını ve Hz. Peygamberin (asm) sünnetini iyi bilen bir âlim olduğuna inandığımız içindir. Dolayısıyla böyle bir müctehidin görüşü (fetvası) mutlaka şu iki durumdan biri olacaktır: Ya, kitapla sün- netin açık hükmüne dayanmaktadır, ya da bir tür ictihad ile Kitap ve sünnetten çıkarılmıştır veya karinelere dayanarak hükmün falanca illete bağlı olduğunu anlamış ve kalbi buna iyice yatmıştır. Aralarındaki illet birliğinden hareketle hakkında nass bulunmayanı, hakkında nass bulunana kıyas etmiştir. Bu durumda o sanki hal diliyle "Ben bundan, Hz Peygamber'in (asm) 'Bu illetin bulunduğu her yerde hüküm şöyle olacak buyurduğunu anlıyorum' demektedir. Böylece kıyaslanacak mesele de, bu genel ve külli mesele içine girmektedir. Dolayısıyla ve bu da, sonuçta Hz. Peygambere (asm) dayandırılmaktadır. Ancak bunu Resûlüllah (asm)'a nisbet etmekte zan vardır. Eğer böyle olmasaydı, hiçbir mümin hiçbir müctehidi taklit etmez, ona bağlanmazdı. Bu durumda, bizim elimize sahih bir hadis geçerse, o hadis de bu müctehidin veya imamın fetvasına, görüşüne aykırı ise, biz de hadise aldırmayarak hâlâ o tahmin ve zanna dayalı ictihada bağlı kalmakta is- rar edersek, bizden daha hatalı yol seçen kim olabilir ve yarın kıyamet gününde Allah'ın huzurunda ne mazeret ileri sürebiliriz?" Şah Veliyyullah Dehlevi, bu insaflı tahlilinden sonra, İslam âleminde amel oluna gelmekte olan dört fıkıh mezhebi hakkında şöyle demektedir: "Biline ki: Meşhur dört mezhebi tutmanın büyük faydası, hepsini birden terk etmenin (mezhebsizliğin) de, madde madde açıklayacağımız üzere pek çok zararı vardır: İlk Müslüman âlimler (selef), dini öğrenme konusunda, kendilerinden öncekilere dayanmış, onlardan faydalanmıştır. Bu cümleden olarak tabiûn ashaba, tebeu't-tabiin, tabiuna... Böylece her devrin âlimleri daha öncekilere başvurup onlardan istifade etmişlerdir. Akıl da bu davranışın iyi olduğuna hükmeder. Çünkü şeriat ancak nakil ve istinbat (delillerden hüküm çıkarmak) yoluyla öğrenilebilir. Nakil ise, ancak sonra gelenlerin daha öncekilerden, irtibat kurup ilim almalarıyla mümkün olur. İstinbat da, daha öncekilerin mezheb ve görüşlerini bilmeye muhtaçtır. Ancak bu sayede müctehid, ilmini daha öncekilerin attığı temeller üzerine kurar, icmâa aykırı hükümden sakınma imkânı bulur. Zaten bütün ilim ve zanaatlar, sarf-nahiv (gramer), demircilik marangozluk, tıp, şiir, kuyumculuk... bunları öğrenmek isteyen herkesin, ehil ve üstadlarına müracaatları, önlerinde dirsek çürütmeleriyle elde edilmiştir. Bunun istisnası mantıken mümkün ise de çok nadir olarak vuku' bulmuştur. Selefin görüş ve emek mahsulüne itimat ve ihtiyacın zarureti böylece sabit olmuştur. Yalnız bunlara dayanabilmek için bazı şartlar vardır: a) Sözleri sahih bir senede rivayet edilmiş olmalı, b) Meşhur kitaplarda yazılı bulunmalı, c) Sözlerin çeşitli ihtimallerinden biri tercih edilmek, bazı mevzulardaki umumi hükümlerin tahsisleri yapılmış olmak, mutlak olanlara kayıt ve şartlarına bağlanmak gibi hizmet görmüş olmalı, d) Hükümlerin illet (esbab-ı mucibe)leri açıklanmalı, e) İhtilaflı olanlar bir araya getirilmelidir. Şu son zamanlarda işte bu şartları kendisinde toplayan dört mezhepten başka mezhep yoktur. Şah Veliyyullah Dehlevi, bundan sonra diğer zararları sıralar. Böylece o, ictihad ve taklid arasında mutedil bir tavır sergilemiş, şeriatın maksatlarına, insan fıtratına ve vakıaya uygun düşecek bir yaklaşımda bulunmuştur. O, taklidin caiz olabilmesi için gerçek maksadın şeriatın sahibine yani Resûlüllah'a (asm) uymak, kitap ve sünnete bağlanmak olması gerektiğini belirtmiştir. Zarurete binaen uyduğumuz kimseye de Allah'ın kitabını ve Resûlüllah'ın (asm) sünnetini iyi bildikleri için uyacağız. Bu itibarla, şayet kitap ve sünneti sabit hükmün, uyduğumuz imamın görüşünden farklı olduğuna kanaat getirirsek, derhal onun görüşünü terk ederek kitap ve sünnet ile sabit olan hükme dönmede tereddüt etmememiz gerekecektir. İşte taklit ancak bu şekilde caiz olacaktır.
Sayfa 19 - Sueda yayıncılıkKitabı okudu
·
87 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.