LETÂİF VE HAFÎ ZİKİR
Letâiflerde yapılan zikir, cehrî bir zikir olmayıp, hafî zikirdir. Âyet-i kerîmede zikrin bu çeşidine şöyle işâret edilir:
“Kendi öz benliğinde yalvararak, ürpererek ve sesi de yükseltmeden Rabbini sabah akşam zikret. Ve sakın gâfillerden olma!” (el-A’râf, 205)
Letâifler, ancak çok zikretmekle uyandırılabilir. Son dönemin büyük âriflerinden Mahmud Sâmi -kuddise sirruh- bu konuda şöyle buyurur:
“Zikr-i dâimî, kalbi yumuşatacak ve tasfiye edecek birinci şarttır. Çünkü Cenâb-ı Hak; “Ey mü’minler! Allâh’ı çok çok zikredin.” (el-Ahzâb, 41) buyurmuştur. Zira az yapılan zikir, kalbin yumuşamasına kâfî gelmez, kalp ancak çok zikirle yumuşar. Hiçbir şey buna mânî olmamalıdır. İnsanın mükerrem oluşu, zikr-i dâimî ile tecellî eder, beden bununla nurlanır, temizlenir.”[1]
Sâhibü’l-vefâ Mûsâ Topbaş -kuddise sirruh- da, zikrullâhın mânevî terbiyedeki ehemmiyeti hususunda şu tespitlerde bulunur:
“Zikir, mühim bir aşk ve îmân ölçüsüdür. Seven sevdiğini çok zikreder, ara vermeden gece gündüz, her saatte, her anda zikreder, anmadan yapamaz. Zikrullâha vâsıl olan her şeye kavuşmuştur. Zikrullâhtan mahrum olan da her şeyi kaybetmiştir. Zikrullâh kalbin nuru, rûhun huzuru, gönlün cilâsı, aklın ölçüsüdür. Zikre devam edenin kalbi mâmur, fiil ve ahlâkı güzel, rûhu sevinçli olur.
Bir kalbe aşk-ı ilâhî girerse, o gönülde Allah zikrinden başka hiçbir şey kalmaz, hepsi yok olur. Evvelce geçirilen büyük mecâzî aşklar bile.
Kalbi zikirle meşgul etmeli, zikirle uyandırmaya, çalıştırmaya gayret etmelidir. İyi çalışıldığı takdirde zikir bütün letâiflere dağılır, nefse, sonra cesede.”