merhaba. kitabı bitirdikten sonra üzerine düşündüğümde, inceleme ve alıntıları gözden geçirdiğimde fark ettim.
*buradan sonrası spoiler içerir.*
kitap boyu zaten Necip ve Süreyya'nın ne kadar isteseler de kavuşamayacakları ifade edilmişti, yaşarken kavuşmaları mümkün değildi. Süreyya'nın yakarış ve istek dolu şu cümlesi de özet niteliğinde:
''Hiç olmazsa beraber ölmek de mi yoktu, hiç olmazsa onun için ölmek de mi yoktu?'' (sf 252)
ayrıca eserin özellikle son kısımlarında sıkça aşkın yakıcılığından bahsedilmiş, ''ateş, ölüm, ıstırap'' gibi kavramlar üzerinde durulmuş.
mesajların verildiğini düşündüğüm birkaç alıntıyı bırakayım:
''Hayatta aşka galip gelecek hiçbir şey bulmuyordu. İnsanlığın hissiyat ve meyillerinin en yücesi, en seçkini oydu ve bütün öbürleri onun karşısında sadece susmak ve eğilmek zorundaydı. Dünyada büyük, söz sahibi, tabii ancak o vardı, onun yanında her şey yapay, keyfi, görece kalıyordu. Bunlar sadece imkânsız değil, vahşi, tabiat dışı, zorlama olarak kalıyordu. Ne kadar dayanılmaz bir ateş olursa olsun ıstırapları lezzet ve saadeti o kadar arttırıyor, bizzat işkencesi bir saadet oluyordu. Öldürerek, dehşete düşürerek yakan, zevki ne kadar ani olursa o kadar tahammülün ötesinde can yakıcı olan bir ateş, 'İşte aşk!' diyordu. İnleyerek 'Ah sadece aşk, sadece birbirini sevenlerin her şeyi unutup aydınlık, yaldızlı gördükleri şiir ve heyecan rüyası var, sadece o, sadece o...' Hatta bütün ceza bile olsa, bütün suç bile olsa, onu bilmeyenler, bu saniyeyi yaşayamayanlar için, 'Yaşamadık!' diye feryat etmek gerekirdi. Ondan başka her şey boş, her şey hiç, her şey beyhudeydi. O olmasa hiç, hiçbir şey olmazdı ve yine ondan başka her şey yoktu, yalan olsun, sahte olsun yine daima o hüküm sürüyor, her şeyde, her durumda o galip geliyordu. 'Ah ne iyi oluyor da yine o galip geliyor, her yerde, daima o galip geliyor; bütün o âcizlikler daima eziliyor, küçümseniyor!' diye yakınarak söylüyordu.'' (sf 251)
''...aşkı kavuracak kadar şiddetli bir ateş olsaydı ve hayatını onun için feda etseydi daha mesut olacağını, işte ancak o zaman mesut olacağını zannediyordu.'' (sf 251)
''...Süreyya birden yeri gelmişken Necip'in ismini bir kere söyleyince bütün vücudu ateş gibi yandı... Ve Suat, tekrar aşkına dair kurduğu bütün yüce hayallerin, o saadet yuvasının ağır bir şekilde çöküşünün acı, gönül yakan matemiyle yandığını hissederek hiç, asla bu yaranın iyileşmeyeceğini, ölünceye kadar bu ateşle yanacağını, en çok da uzaklaşıp anılarda sadece saadetleriyle mahmur ve mest, can yakıcı bir baygınlık gibi kalan, o hiçbiri için yaşanılan, ölmeye büyük bir şükranla hazır bulunulan ve bu kadar sevip sevildikçe dünyalar ele geçiyormuş gibi ruh ve hayatın çoğaldığı hissedilen aşk ve saadet anılarını bir saniye derin bir üzüntüyle tekrar görür gibi oldu.'' (sf 230)
''Artık kesinlikle o aşkı gömmek gerektiğini, asla düşünmeksizin bu hayallerden vazgeçmek zorunda olduğunu anlıyor, saadeti sadece hayalde olan bu bedbaht aşkı şimdi baştan aşağı bir dertten, beladan başka bir şey görmüyordu. Bininci defa olarak bu aşkın dayanılmaz bir afet, sadece dehşetli bir ceza olduğunu tekrar ediyordu. Bizzat ondan eziyet ve ıstıraptan başka bir şey görmemişti, en mesut zamanında bile bin türlü ateşleriyle kendini yakmış, huzurunu altüst etmiş, öldürmüştü.'' (sf 231)