Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

198 syf.
·
Puan vermedi
·
51 günde okudu
Senin bildiğin için utandıkların, onların oltasıymış. s.145
Okuduğum en iyi kitaplardan biriydi. Yazarın kalemi, hem naif hem acımasızdı. Uzun zamandır yaşadığım duyguların bir cümlede toparlandığını görünce bunun üzerine yazmak istedim. Bildiklerimiz ya da bildiğimizi sandıklarımız… Ya onları bildiğimiz için utanırız ya da bildiklerimizi avcı olarak kötüye kullanıp olta atarız. Bildiklerimizi kullanırken yapacağımız seçim, ruhumuzu beslediğimiz mefhumların gün yüzüne çıkmasıyla anlam kazanır. Böylece seçtiklerimiz ya günahlarımız ya da sevaplarımız oluverir. “Denir ki insanın içindeki savaş, kurtla, kuzunun mücadelesi falan nasıl kazanılacak sorusunun basit de cevabı varmış aslında: Kimi besler, yedirir, içirirsen.’’ s.94 Her insanın kendi iç dünyasında cevap aradığı soruları vardır. Cevapları ararken bildikleri üzerinden iz sürer. Bu iz onu gerçek cevaba ulaştırır mı bilmez. Bilmeden sadece gerçeğe ulaşacağını zannederek yoldadır. Bu yol onu büyütür, küçültür, belki sığlaştırır belki derinleştirir ama önemli olan artık bir yolda olmasıdır. Ve bir bilinç ile yol alması gerektiğini anlar. Bu anlayış ona güç verir. Gücünü neye kullanacağını seçmesi onun elindedir. Güç, onu sınar. Düşe kalka yürüdüğü yolda, sınanıyor olmasını fark edebilmesi için aklını ve duygularını da çalıştırması gerekir. Zekâ yürüdüğün yolun bir temsilidir. Bu yolda bildiklerin, öğrendiklerin ve öğrenemediklerin yolunu şekillendirir. Susması gereken yerde susmayı, bilmediğine ‘’Bilmiyorum’’ diyebilmeyi, hep doğrunun yanında olmayı, yenilmeyi kabul etmeyi öğrendiğinde hayatın rotası farklı bir yola sapar. Öyle ki yazar “İnsanın bildikleri söyleyebildikleri midir? Yoksa bilmek feryat mıdır, bilmek söze mi dökülür göze mi, gözden mi dökülür, bu dökülenler nerededir, birikir mi kurur mu? ‘’ diyor. s.59 Bilmek, önce söze dökülür. Söze dökülen bilginin dikiş tutacağı zannedilir. Aynı zamanda bu bilginin elden ele geçmesi demektir. Bilgi güzelse paylaşılmasında sakınca yoktur ama bilgi kötüyse paylaşan bundan zararlı çıkacaktır. Senin bildiğin için utandığın, onların oltası olduğunda bilginin hiçbir anlamı kalmaz. Senin bilip sustukların, bilmeden sustukların, onların senin üzerine kurduğu bir oyundan ibaret olur. Çünkü onun tek amacı seni yenmektir. Bunu bir oyun olarak değil, yarış olarak görür. Onu izleyenler ve ona destek olanlar kazanmak için en az onun kadar hırslıdır bu oyunda. Sen, o kazansa da kendin kaybettiğinde üzülmeyeceğini bilirsin. Niyetin sonuç değil, süreçtir çünkü. Bu yüzden aslında oyunun kazananı kim olur, kaybedeni kimdir, bilinmez. Skoru alan oyuncunun önünde bir maç daha vardır. Kazandığı için tekrar kazanması gerekir. Oyunda tek amacı kazanmak olduğu için sonuç odaklıdır. Sürecinde tek yaptığı şey önüne gelen her oyuncuyu devirmektir. Ya da yok saymak, basitleştirmek ve kaçınılmaz son olarak kaybettirmektir. Zirveye ulaştığında aklında olan tek şey zirveye ulaştığıdır. O yolda kimleri yendi, ne kadar çalıştı, eza ve cefaya uğradı, ya da kaç kişiye eza ve cefa çektirdi aklından uçup gider. Ondandır ki, artık hiçbir şey eskisi gibi olmaz. Olamayacaktır. Bir kere kazanmak ona yetmez ve hep kazanmak ister. Artık oltayı eline almıştır. Bu olta oynadığı oyunda onun en değerli oyuncağıdır. Başarısının bir simgesidir. Kaybedenler ise oltasızdır. Kaybedenler bu oltaya takılmamak için suda çırpınır durur. Oynadığı oyunda oltasını isterse kullanır eğer istemezse eline almaz. Bu, rakibinin güçlü oluşuyla ilgilidir. Eğer rakibi onu yenecek güçteyse oltasını hemen kullanır. Ama rakibinin gözlerinde o ateşi göremezse oltasını sakince yere bırakır. Çünkü o tek kazanandır ve kaybettirmek onun elindeki tek güçtür. Bir gün bile kaybedeceği hiç aklına gelmez. Ta ki oyuncağını yani oltasını kaybedene kadar… Herkese sorar, her yerde arar, kaybetmeyi göze alamadığı gibi kazanmak için de tekrar savaşması gerekecektir. Her şeyi, tüm zorlukları baştan yaşamak istemez. Hatta oltasını bulmak için düşmanı olarak gördüğü rakiplerinden bile yardım ister. Ama onun hiçe saydığı rakipleri ona yardımcı olmak istemez. Böylece elinde tek çare kalmıştır. Bildiklerini göze dökmek. Ağlamak onun yapabileceği bir şey değildir. Zaten ona hiç yakışmaz. Ağlamasının çıkarları için olduğunu rakipleri bilir. O yüzden ona inanmazlar. Belirli bir süre kendisini herkesten soyutlar. Ama geri döndüğünde daha zalim olarak döner. Kalp kırar, can yakar, yalan ve iftira ile insanları birbirine düşürür. Bunların hepsi oyuncağını yani oltasını kaybettiği içindir. Ona kazandıran tek şeyi kaybettiği için… Ama bilmez ki her kazanan bir gün kaybetmeye mahkûmdur. Kazandığında, kaybedeceğini bilerek kazanırsın. Çünkü her zaman oyunu senden daha iyi oynayanı çıkar. Senin oltanı kıracak, seni yere serecek biri her zaman vardır. Sana oltanı kaybettirenle oyunda kazanan aynı kişidir. Çünkü oyunda kazanan oltanın gerçek sahibidir. Bu yüzden aslında sen oltanı kaybetmedin, rakibin yani oltanın gerçek sahibi senden oltasını geri aldı. Yani ’’bildiklerini’’ geri aldı. Çünkü o bildiklerini, kimsenin aleyhine kullanmadı. Senin aldatmaya çalıştığın gibi kimseyi aldatmadı. Bildiği ve bilmediği ona yetti de arttı. Hatta bildiklerinden utandı. Bu yüzden ‘’İnsan bilmediğine sarılır bilmediğinden kaçar. Sarıldığı bilmediği, bilmediği bilemeyeceği çıkar. Bu bildiklerini oluşturur. Bunlar arttıkça bildiği de artmış olur. Her tecrübe ne sandım da ne çıktı tecrübesidir, ne sandırdım da ne gösterdim değil. Şunu bilmek lazım: Bizi bilmeyen yok, bizi adam yerine koyan yok, her şeyin ortada, sadece sen bunlara agâh değilsin. Ne taş sana dönüp bakıyor, ne deniz, ne gök ne mezar taşı ne şu çam ağacı. Herkes seni biliyor, herkes. Ama senin her şeyi bilmemeye daha bir ömür vaktin var. Hadi doya doya bileme. Ya da bilememeye doy, bu daha makul. Değil mi, biraz makul ol. Ağlayarak da olsa biraz makul ol.’’ s.62
Öyle miymiş?
Öyle miymiş?Şule Gürbüz · İletişim Yayınları · 20161,421 okunma
·
34 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.