Gönderi

152 syf.
·
Not rated
SİZİ, SİZE LAYIK OLANLARA BIRAKIP GİDİYORUZ!
Osmanlı İmparatorluğunun çöküş devresi bir güneşin batarken bulutların yanar gibi görünüp, suyun üzerine bir kızıllık düşürerek görsel bir şölen yansıtması gibi sahnelere tanık olmuştur. Namık Kemal, Hürriyet Kasidesi'nde 'Biz ol al-i himem erbab-ı cidd ü içtihadız kim, Cihangirane bir devlet çıkardık bir aşiretten' diyordu. O cihangirane devlet elimizden kayıp gitmesin diye süngülerle gövdelerini delik deşik ettiren kahraman Türk erleri kanlarını sebil ederek, yıkılan çınarın sinesi filiz versin diye uğraşırken o yemyeşil filize bir darbe de sevdiklerinden, dahilden geliyordu. Türkler bir cenderenin içinde ölüyorlar, yaşamak için direniyorlardı. El uzatışları el açmak sanılıyor, Din kardeşlerine sarılmaya çalışıyorlar, sarıldıkça sırtına hançerler iniyordu. Avrupa belki onlara benzersek bize merhamet eder diye düşünenlerimiz Avrupalı canavarların dişleri arasındaki Türk kanını görmüyor, onu görüp gösterenleri de bozgunculuk yapmakla suçluyordu. İşte o günlerde kahramanlar silsilesi birbiri ardına boy verdi. Onlardan biri de bu hatıratın sahibi, 1890 İstanbul doğumlu, İstiklal Madalyası sahibi bir Türk Subayı olan Selahattin Günay'dır. 1890 İstanbul doğumlu, İstiklal Madalyası sahibi bir Türk Subayı olan Selahattin Günay'ı tesadüf eseri tanıdım. Onun Nuri bin Hazaa El Şalan (نوري بن هزاع الشعلان) ya da Faysal denen aşiret reisleri ile mücadelesini de böylece öğrendim. Sultan el-Atraş gibi Dürzi köpekleriyle mücadele ise apayrı bir fasıl... İş Bankası Anı Dizisinin mükemmel hatıratlar ortaya çıkardığını biliyordum ancak bu küçük çaptaki hatırattan bihaberliğim beni üzdü. Kamuoyunda çok biliniyor mu diye biraz araştırma yapınca özellikle iktidardaki partinin ağırtopları tarafından esere çok fazla ilgi olduğunu gördüm; Mesela Yeni Şafak'ta Yasin Doğan 4/04/2012 Çarşamba tarihli makalesinde direkt olarak bu hatıratın ismini kullanarak şunları yazmış; İstanbul'daki Suriye'nin Dostları Toplantısı'na 74 ülkenin temsilcileri katıldı. Küreselleşen dünyada ülkelerin ve milletlerin kaderi artık birbirinden ayrı düşünülemiyor. Eğer dünya üzerinde Suriye'deki gelişmeler konusunda söz söylemesi gereken bir ülke varsa, o kesinlikle Türkiye'dir. Kimse ilgilenmese bile 910 km sınırı olan Türkiye, Suriye ile yakından ilgilenmek durumundadır; bu hem tarihi mesuliyettir, hem insani ve vicdani yükümlülüktür. Bölgesel ve küresel aktör olup da Lübnan'la, Filistin'le, Suriye'yle, Irak'la ilgilenmeyen bir ülke yoktur. Türkiye, işadamlarıyla da, sivil toplumuyla da, asker ve polisiyle de dünyanın dört bir yanında varlık göstermek, ulusal menfaati gereği bazı misyonlar üstlenmek durumundadır. Bugün Türk askeri onlarca ülkede görev üstlenmiştir, Türk polisi 23 ülkedeki 291 personeliyle BM, AGİT ve AB misyonları icra etmektedir. “Türk askerinin çekildiği coğrafyada, 100 yıldan uzun bir süredir çok ciddi şekilde istikrar, huzur ve otorite sorunları yaşanıyor. Çok yakından tanıdığımız, ortak bir tarihi, ortak bir kültürü paylaştığımız yakın coğrafyamızla ilgilenmek, bizim için tarihin omuzlarımıza yüklediği bir misyondur, bir mesuliyettir. 1914''te, Havran Jandarma Komutanı olan Selahattin Günay, hatıralarında, Suriye'den çekilirken, halkın sarıldığını ve ''BİZİ KİMLERE BIRAKIP GİDİYORSUN EY TÜRK'' diye ağladığını ifade ediyor.” Bu ifadeler, Başbakan Erdoğan'ın Harp Akademilerindeki ''Büyük Türkiye İdeali'' adlı ''Komutan Konferansı'ndan… Başbakan Erdoğan, Türk askerinin bölge barışına katkısını ve ilgisini şöyle anlatıyor: “Askerimiz Hicaz'dan tamamen çekildiği halde, Mondros Mütarekesi imzalandığı halde, İstanbul'dan arka arkaya teslim ol telgrafları ve kuryeleri geldiği halde, Fahrettin Paşa Medine'yi terk etmemiş, ay yıldızlı bayrağı oradan indirmemiş, kendisine bağlı birliklerle uzun müddet Medine'yi savunmaya devam etmiştir. Bir dönem Harp Akademileri Komutanlığı da yapmış olan Merhum Orgeneral Ali Fuat Erden, Fahrettin Paşa'nın Medine Müdafaası için şunları söylüyor: ''Medine müdafaası, bir çeşit Harbiyelilerin destanıdır. Hiçbir Harbiyeli, bunu göğsü kabarmadan okuyamaz''. Fahrettin Paşa, daha Cumhuriyet ilan edilmeden, 1921''de Gazi Mustafa Kemal tarafından bizzat Afganistan Büyükelçisi olarak görevlendirildi. Tarihçi Zeki Velidi Togan, Fahrettin Paşa'yla Kabil'de yaşadıkları bir hatırayı şöyle anlatıyor: ''Şehirde bir yangın çıkmıştı. Fahrettin Paşa, bir Osmanlı paşasının tevazuu ile halkın arasına karışıp, elinde su kovası, yangını söndürmeye çalışıyordu. Paşa'ya ''Maşaallah paşam'' dedim. Paşanın cevabı gerçekten tarihidir. Diyor ki Fahrettin Paşa: İşte nerede bir hadise varsa, Türk de orada hazır!”" Yasin Doğan yazısının devamında politikaya girerek, tarihi hakikatleri partisinin hizmetine sunmaktan geri kalmıyor. Yine Milat Gazetesi yazarlarından Lokman Yıldırım da hatıratın aynı kısmını aynı amaca yönelik olarak kullanmış: "Filistin’den çekilen son Osmanlı komutanı olan Selahattin Günay hatıratında şunu yazar: Filistinli bir genç gözyaşları içinde çekilen birliğin ardından bağırır: “Bizi kimlere bırakıp gidiyorsun ey Türk?” 14 Mayıs seçimi bu nedenle çok önemli. Tarihimizde Malazgirt, Çaldıran ve Çanakkale hangi rol ve anlamda ise bu seçim de o anlam ve önemdedir." Hatıratı okurken Bedevi çetelerinin vahşiliğini, altın karşılığında hamiyetli Türkleri ne denli fena hallere düşürdüğünü okuyup durmadık mı? İstanbul'dan gelip tatbikat yapan ve uçakları urbana düşen Türk pilotlarının Bedevi Araplarca acımasızca şehit edildiğini okumadık mı? Hepsi unutuldu ve Filistinli bir tek gencin cümlesi bütün yarayı sardı öyle mi? Bu bana Rıza Nur'un bir hatırasını hatırlattı: Bkz; Suriye Arapları namına, Suriye Hey'eti Murahhasası olarak Lozan'a bir heyet gelmiş. Bunun namına Caberizade İhsan adında biri benden mülakat rica etti. "Gelsin!.." dedim. Yatak odamda konuştuk. Halepli ilk mebuslardan Nafi Paşa'nın oğlu imiş. Reşat'a (Sultan Mehmet Reşad) veya Vahideddin (Mehmet Vahdettin)'e mabeyncilik etmiş. Sonra da Şam'da Faysal'a mabeynci olmuş. Domuzcasına bir Arapçı, demek İstanbul'da iken de Faysal ile beraber Arapçılık ediyormuş. Bizimkiler böyle birini Türk sarayına kadar, hem de mühim bir memuriyetle sokmuşlar. Ah bu gaflet!.. Her vakit; her vakit... Demek orada içimizi oydurmuşuz!.. Meramını anlattı. Hülasası şudur: "Suriye'ye Fransızlar aleyhine isyan edeceklermiş. Fakat kudretleri yokmuş. Türkiye ordu gönderip Fransızları kovmalı imiş. Sonra da Suriye'yi bu Araplara vermeli imiş. Araplar müstakil bir devlet yapmalı imiş." Öyle kızdım ki, birden tepem attı. Biz sulh yapacağız, diye canımız çıkıyor. Yeniden harp oluverir, diye korkudan ölüyoruz. Bu ise gelmiş ne makamdan çalıyor?!. Bu adam belki de Fransız hafiyesi idi. Aynı zamanda Arap davasına çalışıyordu. Bilmem... Aramızda şöyle ve pek hararetli bir muhavere başladı. Bunu yazıyorum ki, Arapların zihniyeti, küstahlığı, hayasızlığı nedir, Türk nesilleri bilsin: Ben - Ordu göndereceğiz. Kan ve para dökeceğiz. Suriye'yi alacağız. Sonra da size vereceğiz. Bu kadar fedakârlığı ne için yapacağız? O - Biz de siz de Müslümanız. Bu sebeple bu vazifenizdir. Ben - Bunu şimdi mi öğrendiniz? Söylüyorsunuz. Harb-i Umumi'de Müslüman olduğumuzu bilmiyor muydunuz? Türkiye'nin düşmanları ve Hıristiyanlar ile birleşip bizi Suriye'den kovdunuz. O kadar da değil, ahaliden Türkleri kestiniz, mallarını yağma ettiniz. Kadınlarının ırzına geçtiniz. O vakit Müslüman değil mi idiniz?!. O - Mazidir. Unutulmalı. Ben - Sen pek küstah bir şeysin. Bu unutulur mu? Bak, ne vakit unutulur? Bir defa biz oraya gelelim. Sizi keselim, soyalım, kadınlarınıza fuhuş yapalım. Belki o vakit unutulabilir. Ödeşmiş oluruz. O - Aman, bunlar nasıl laflardı? İslâmiyet bize bu vazifeyi vermiştir. Ben - Siz unutuyorsunuz. Türk bunu unutamaz. "Fransızlar bize zulmediyor." diyorsunuz. Biz Türkler bunu işittikçe keyif duyuyoruz. Ezsinler sizi... Lâyıksınız... Bu size Allah'ın gazabı, alçaklığınızın cezasıdır. O - Aman etmeyin, itidale geliniz. Biz müstakil olursak size çok yardımımız olur. İttifak yaparız. Ben - İttifak sizin olsun, siz kendinizi bile müdafaa edemezsiniz. Bozuk bir nesilsiniz. Cebin bir halksınız. Sizin askerliğinizi biz biliriz. Siz müstakil olur da ittifak yaparsak bir de sizi müdafaa etmek için Türk ordularını kullanmalıyız. Sırtımıza yük olursunuz. Sakın müstakil olmayın!.. O - Siz yanlış fikirdesiniz. Ben - Hem bize bu kadar ettikten sonra ne suratla gelip de bizden imdat istiyorsunuz. Sizde haya yok mu?.. Yüzünüz kasap süngeri ile mi silindi. Biz oraya girersek size istiklal mi?.. Sizi müstemleke yaparız. Siz buna layıksınız. Bunu eskiden bilemedik. Türk asırlardan beri Arabı, Müslümanığı muhafaza için bütün bir Avrupa ve küfür cihanı ile uğraştı. Sel gibi kanını akıttı. Harb-i Umumi'de bunun şükranını gösterdiniz. Bu ders yetmiyor da yine sizi muhafaza edeceğiz, Türk olmasa idi bugün ne Arap, ne de Müslümanlık vardı. (Bu adamın sade bir istinatgahı var. Ne olmuşsa olmuş... Siz Müslümansınız, biz Müslümanız, bize yardıma mecbursunuz. Yine bunu söyledi. Hem de lütuf değil, mecburiyet halinde. Artık kabak tadı da vermişti. Daha ziyade kızdım). Dedim ki: Ben - Eğer Müslümanlık bize bu kadar kötülük yapan size karşı böyle bir vazife tahmil ediyorsa dinden de çıkmaya hazırız. O - (Elleriyle kulaklarını kapayarak) Aman, bu ne ağır şey!.. İşitmeyeyim. Ben - İşit, işit!.. Hadi şimdi kalk da git, Fransızlar sizi inim inim inletsinler. Ağlamalarınız Türk sadrına şifa verir, musikidir. Kalktı, defolup gitti. Hani derler ya şu adam insanı dinden çıkarır, çıkartacak... Düşünün Türk, para ve mal dökecek, Suriye'yi alıp Araplara "Buyurun" diyecek. Bunu istemek için çok hayasız olmak lazımdı. Daha dün bize ne hıyanetler yapmışlardı?!." Siyasal İslamcılar bu hatıradaki adamlar gibidir. Türk'ün kanını dökerek Türk'ten gayrısına zenginlik ve sefahat Türk'e eza ve zulüm. Bu hatıratı okuyorlar ama anlamıyorlar. Oran diye bir şey var, Halife cihat ilan ettiği zaman kaç Arap halifenin çağrısına biat etmiş? Kaçı Türkleri Mevali ve hilafet hırsızı olarak görüp isyan etmiş. Bunları bilmeden yazar oldular, milletvekili oldular, türlü türlü kutlu mutlu sıfatlar aldılar. Yazıklar olsun! Önce hatıratta da adı geçen İngiliz piyonu Bedevilere, ikincisi içimizdeki deve sidiğinden sarhoş olmuş gönüllü Bedevilere!
Bizi Kimlere Bırakıp Gidiyorsun Türk?
Bizi Kimlere Bırakıp Gidiyorsun Türk?Selahattin Günay · Türkiye İş Bankası Yayınları · 200638 okunma
·
167 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.