Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Eğer yeryüzündekilerin çoğuna uyarsan seni Allah yolundan saptırırlar. Onlar ancak zanna uyuyorlar ve onlar sadece yalan uyduruyorlar.(Enam Suresi.116) F. RAZİ TEFSİRİ: Ayetin makabli ile münasebeti; Bil ki Allah Teâlâ, kâfirlerin şüphelerine cevap verip, sonra da Hz. Muhammed’in peygamberliğinin doğruluğunu delillerle açıklayınca bu şüphelerin zail olmasından ve hüccetlerin ortaya çıkmasından sonra, aklı olanın, cahillerin sözlerine iltifat etmemesi ve onların yalan yanlış sözleri sebebi ile kalblerinin ve akıllarının karışmaması gerektiğini beyan ederek, “Eğer yeryüzündeki insanların çoğuna uyarsan, seni Allah’ın yolundan saptırırlar” buyurmuştur. İşte bu ifade, yeryüzündeki insanların çoğunun dalâlette olduklarını gösterir. Çünkü başkasını saptıranda, mutlaka bir sapıklığın (dalâletin) bulunması gerekir. Dalâletin Nevileri; Bil ki, sapmak ve saptırmak mutlaka şu üç şeyin birisinde olur: a) Ulûhiyyetle ilgili konularda... Çünkü Ulûhiyyet ile ilgili meselelerde, doğru tek, yanlış ise sayısızdır. Ulûhiyyet hususundaki sayısız yanlışlardan birisi de, şirk koşmaktır. Bu şirk, ya zındıkların (mecûsîlerin) dediği şekilde olur. Allah Teâlâ bu çeşit şirki, “(Onlar) cinleri O’na ortak saydılar” (En’âm, 100) âyeti ile haber vermiştir. Yahut, yıldıza tapanların dediği şekilde, yahut da putperestlerin dediği şekilde olur. b) Nübüvvet ile ilgili konularda... Bu, ya mutlak olarak nübüvveti inkâr edenlerin dediği şekilde; yahut âhireti (öldükten sonra dirilmeyi) inkâr edenlerin dediği şekilde, veyahut da sadece Hz. Muhammed’in nübüvvetini inkâr edenlerin dediği şekilde olur. Bu kısma âhiret ile ilgili konular da dahildir. c) Allah’ın hükümleriyle ilgili konularda... Bunlar pek çoktur. Çünkü mesela kâfirler, “bahire”, sâibe” ve “vasile” dedikleri hayvanları (Bu hususta Maide, 103. âyetin tefsirine bkz. (ç).) haram, ama “meyte” (lâşe)’yi helâl sayıyorlardı. İşte bundan dolayı Allah Teâlâ, “Onların batıla hak, hakka da bâtıl hükmü vermeleri gibi, inandıkları şeyler hususunda, yeryüzündeki insanların çoğuna uyarsan, onlar seni Allah yolundan, yani doğru ve hak yoldan saptırırlar” buyurmuştur. Daha sonra Allah, اِنْ يَتَّبِعُونَ اِلَّا الظَّنَّ وَاِنْ هُمْ اِلَّا يَخْرُصُونَ ”Onlar, zandan başka bir şeye uymazlar. Onlar, ancak yalan söylerler” buyurmuştur. Bu ifade ile ilgili iki mesele vardır: BİRİNCİ MESELE: Kâfirlerin Zanna Uymaları; Bu, “senin ile dinin ve inancın hususunda münakaşa eden o kâfirler, kendi inançlarının doğruluğuna da kesinkes inanmazlar, aksine bu hususlarda ancak zanlarına dayanırlar. Onlar dinlerine kesinkes inandıklarını söylerlerken de, yalancıdırlar, kezzâbtırlar” demektir. Müfessirlerin çoğu şöyle demiştir: “Âyette bahsedilen “zan”dan murad, onların kendi din ve inançlarını isbat hususunda, kesinlikle bir sebebe ve delile değil de, atalarını taklide dayanırlar.” İKİNCİ MESELE: Kıyas zamdan sayılır mı; Kıyâsı bir delil olarak kabul etmeyenler, bu âyeti delil getirerek şöyle demişlerdir: “Allah Teâlâ’nın kâfirleri, zanlarına tabî oldukları için, Kur’ân’da pek çok âyette, iyice kınadığını görüyoruz. Cenâb-ı Hakk’ın kâfirleri kınamaya sebep kıldığı şeyin, mutlaka kınamayı gerektiren en ileri şeylerden olması gerekir. Kıyâs ile amel etme de, bir çeşit zanna uymayı gerektirir. Binaenaleyh bunun da kınanan ve haram olan hususlardan olması gerekir. Buna karşı, “Kıyâs’ın bir delil olduğu hususunda kesin deliller bulunduğuna göre, kıyâs ile amel etmek, zannî bir delil ile değil, kat’î delil ile amel etme olur” da denilemez. Çünkü biz, bunun şu bakımlardan kabul edilmeyeceğini söylüyoruz: a) O kesin deliller ya aklîdir, ya naklîdir. Birinci ihtimal bâtıldır. Çünkü aklın, kıyâs ile amel edilip edilemiyeceği hususunda hüküm vermeye gücü yoktur. Hele aklın güzel ve iyi gördüğünü, güzel ve iyi; çirkin ve kötü gördüğünü, çirkin ve kötü kabul etmeyenlere göre... İkinci ihtimal de bâtıldır. Çünkü naklî delil mütevatir olur, bu delilin lafızları da tek bir mânanın dışında başka bir manaya ihtimali olmaz ise, ancak o takdirde kesin delil sayılır. Eğer kıyas hakkında böyle bir delil bulunsaydı, herkes kıyasın fıkhî bir delil olduğunu kesin olarak bilirdi ve ümmet içinde bu husustaki ihtilaf ortadan kalkmış olurdu. Binaenaleyh bu hususta ihtilaf olduğuna göre kıyasın geçerliliğine dair kesin bir delilin bulunmadığını anlarız. b) Farzet ki kıyasın hüccet olduğuna dair kesin bir delil bulunsun. Fakat buna rağmen, kıyas ile amel ancak zanna uyma ile tamamlanmış olur. Bu hususun izahı şu şekildedir: “Kıyâsa tutunmak şu iki mukaddimeye (öncüle) dayanır: 1) İttifak bulunan yerde hüküm, şu illete bağlanır: 2) Böyle bir özellik, ihtilâf bulunan yerde de mevcuttur. Binaenaleyh bu iki mukaddime, kesin ve açık olarak anlaşılır ise, bu, doğruluğunda insanların ihtilâf etmediği şeylerden olmuş olur. Eğer bu mukaddimelerin her ikisi, yahut sadece birisi zannî olur ise, bu durumda kıyasla amel de ancak zanna tabî olmakla hasıl olur. Bu durumda da kıyasla amel etmek, zanna uymanın kınandığını gösteren bu âyetin hükmüne girmiş olur.” Buna şöyle cevap verilir: Şöyle denilmesi niçin caiz olmasın? Zan, kâfirlerin inancı tarzında, yani bir emareye dayanmaksızın râcih, ağır basan bir inançtan ibarettir. Ama, râcih (ağırbasan) inanç, itikad bir emareye dayandığı zaman, işte bu itikad zan olarak adlandırılamaz. Yapılan bu izahla, (kıyası kabul etmeyenlerin) yapmış oldukları istidlalleri düşer. C. YILDIRIM TEFSİRİ: iniş sebebi; Allah’a ortak koşan inatçı inkârcılardan bir grup Peygamber (A. S. ) Efendimize gelerek, «Siz kendi öldürdüğünüz hayvanları yiyorsunuz da Allahʹın öldürdüklerini yemiyorsunuz! » diyerek basit bir kıyaslamayla mü’minleri şüpheye düşürmeye çalıştılar. Bunun üzerine yukarıdaki âyetler indi. (Lübabu’t-te’vil/Alâeddin Ali) İlgili hadisler; «Allahʹın benden önce gönderdiği her peygamberin mutlaka ümme­tinden bir takım yardımcıları, sünnetini tutan ve emirlerine uyan arkadaş­ları olmuştur. Onlardan sonra gelenler ise, yapmadıklarını söyler, emredilmedikleri şeyleri işlerler. Kim eliyle onlarla savaşırsa, o müʹmindir. Kim diliyle savaşırsa, o da müʹmindir. Kim kalbiyle savaşırsa, o da müʹmindir. Artık bunun ötesinde hardal tanesi kadar imândan bir şey yoktur. » (Sahih-i Müslim: İbn Mes’ud (R. A. )den) Hz. Âişe (R. A. ) Vâlidemiz anlatıyor: - Resûlüllâh (A. S. ) Efendimize dedim ki: «Ya Resûlellah! Allah yeryüzündekilere kahr-u kuvvetini indirmiştir; oysa aralarında iyi kişiler var­dır ki, kötülerin helâk edilmesi sebebiyle onlar da helâk ediliyorlar!. » Bu­nun üzerine Allah Resulü (A. S. ) şu cevabı verdi: «Ya Âişe! Şüphesiz ki aziz ve celil olan Allah, kahr-u gazabını, azâbına hak kazanmışlar üzerine indirin­ce, aralarında iyi kişiler de bulunur. Onlar da diğerleriyle birlikte aynı azaba uğrarlar. Sonra herbirleri kendi niyetlerine göre, kabirlerinden kalkıp haşrolunurlar. » (İbn Hibbân: Hz. Âişe (R. A. )dan / sahih rivayetle) İNSANLARIN ÇOĞU DOĞRU YOLDA DEĞİLDİR: «Yeryüzündekilerin çoğuna uyar­san, seni Allah yolundan saptırırlar. » Tarihin hangi devrine bakılırsa bakılsın, yaşayan insanların çoğunun doğru yolda olmadığı görülür. İnsanın nefs yapısı, diğer bir deyimle karak­teri sınırsız bir serbesti ister. Belli ölçülere, dinî ve ahlâkî kurallara bağ­lı kalmaktan hoşlanmaz. Bu yüzden daha çok kural dışında, dinî ve ahlâ­kî ölçüleri tanımıyan kitleyle uyum sağlar. Kitlelerin böylesine yanlış bir yolda yürümesinin devamını ise, yine onların bünyesinden filizlenip çıkan liderler sağlar. Bu durumda insanların çoğuna uyma heveslileri, çok geç­meden onların arasında eriyip şekillenir ve bir daha kendilerini zor kur­tarabilirler. Çünkü insan toplum içinde aşılanacağı inancın rengine göre bir yol izler; din ve Allah’ı tanımazlık, her şeyi mubah saymak, lidere ta­parcasına bağlanmak, politika ağına düşüp politize olmak, batıl bir dini benimsemek, hak dini reddetmek, ahlâk ve fazîlet sınırı tanımamak gibi değişik renklere boyanmak bu yolun tabii sonucudur. Kuşakları böylesine bir akımdan kurtarmak âdeta imkânsızdır. Allah’ın hidâyete erdirdikleri müstesnâ. Böylece doğru yolun dışında çoğunluğu oluşturan insanlardan her biri inanıp bağlandığı fikir, ideal ve inanç ne ise o hususta güç ka­zanır ve onun savunucusu olur. İnsanın ruhsal yapısı ve temelinde nefs bulunan karakteri bu olunca, çoğunun hayat dizginini, bağlandığı fikir ve idealin eline teslim ettiğini gö­rürüz. Fikirler, idealler, inançlar ve temayüller sayılmıyacak kadar çok­tur. Bunlardan ancak birisi HAK’tır. Çünkü hak bölünmez ve birkaçlık ka­bul etmez. O halde insanlardan çoğu haktan uzak, hattâ hakkın karşısın­da; azı ise haktan yanadır. İşte Kurʹân toplumun mânevî yapısının asıl ölçüsüne işârette bulunurken insan karakterine dikkatleri çekiyor ve çoğunun doğru yolda bu­lunmadığını hatırlatıyor. Sonra da hak yolda bulunanlarla kaynaşmanın yararını belirtiyor. Kurtuluş ve gerçek mutluluğun ancak İlâhî yolda oldu­ğuna parmak basarak gereken uyarısını yapıyor. Çünkü Müslüman uydu değil, uyulandır. O anasından böyle doğar, böyle yaşar ve böyle ölür. Hak olmayan bir dâva, bir inanç ve ideale bağlı bulunanlar ise, zan ve tahminden öteye geçemezler; sadece yalan söyleyip boyandıkları ren­gi başkalarına da sürmek isterler. Zira her insan kendi renginde, kendi inancında ve kendi karakterinde adam arar; başkalarının kendisine uy­masını hiç değilse gönüldaş olmasını arzular. ÂYETLER ARASINDA BAĞLANTI: Yukarıda geçen âyetlerle her devirde yaşayan insanların çoğunun doğru yolda bulunmadığı, İlâhî sınırları aştığı belirtildi. Sayısal bakımdan çoğunlukta olanlara uyulmamasına bilhassa dikkatler çekildi. Aşağıdaki âyetlerle belirtilen çoğunluğun kendi mantıklarına göre bir takım zan ve tahminlerde bulunarak helâl ve haram konularında ölçüsüz ve dayanaksız hüküm vermelerinin dinî ve İlmî bir değer taşımadığı hatır­latılıyor. Darda kalınmadıkça harama yaklaşılmaması uyarılıyor. Üzerine Allah’ın adı anılan hayvanların yenilmesinin helâl olduğu tekrar belirtili­yor ve inandıktan sonra artık günahın açığını da, gizlisini de bırakmanın gereği üzerinde duruluyor. (Diyanet tefsiri) Kur’an dilinde zan, çoğu yerde “delile dayanmadığı, bu yüzden de hatalı olduğu halde sahibinin gerçek ve sahih saydığı inanç” anlamında kullanılır. Müfessirler genellikle âyet metnindeki yahrusûn fiilini “yalan söylerler” mânasında anlamışlarsa da İbn Âşûr kelimenin buradaki mânasının “temelsiz tahminde bulunurlar” anlamına geldiğini savunmuştur. Kur’an’da arz kelimesi hem bütünüyle “dünya” hem de belli bir “ülke” veya “şehir” (bk. Mâide 5/21; İsrâ 17/104) anlamında kullanılır. Müfessirlerin çoğunluğuna göre buradaki arz ile bütün dünya kastedilmiştir; ancak bu âyette sadece Mekke’nin ve Mekkeli müşriklerin söz konusu edildiği görüşü de vardır (Şevkânî, II, 179). Asıl vurgulanan husus, dinî ve dünyevî meselelerde insanların çoğunluğunun belli bir görüş, inanç ve yaşayış biçimini seçtiğine bakarak, sadece buradan hareketle bunun doğru olduğunu zannetmenin ve onlara uymanın her zaman isabetli olmayacağıdır. Zira bu çoğunluk, inançlarını ve hayat tarzlarını oluşturup belirlerken aklıselime, gerçek bilgiye ve temiz vicdana dayanmak yerine –Mekke müşriklerinde görüldüğü gibi– kuruntulara, zan ve tahminlere de dayanıyor olabilirler. Bu sebeple Hz. Muhammed’in şahsında müslümanlar, inanç ve yaşayışlarını, nefsânî meyil ve güdüler, zan ve tahminler veya yalanlar üzerine kuran çoğunluğu taklit edip onlara uymaktan sakındırılmıştır.
·
169 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.