Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Sonsuzluk Fikrinin Psikolojik Altyapısı ve Sena'nın Ölmez Tavsiyeleri
İnsanın bu sonsuz evrendeki değer ve yeri düşünülecek olursa, bu gururun ve övünmenin ne kadar gülünç olduğunu anlamakta güçlük çekilmez. Ruh hastalıklarının işaretlerinden biri de, olamıyacak şeyleri istemektir. Aristote'nun dediği gibi, ölmezlik isteği de, olamıyacak bir şeyi istemek demektir. İnsanın doğuşunu sağlayan nedenler kadar da ölümünü hazırlayan nedenler zorunludur; ve hiçbiri bizim dileklerimize göre meydana gelmiş değildir. Doğmak, Dante'nin deyimile «Ölüm koşusuna» katılmak demektir. Ölmek, hayat saatinin durması, bilincin sona ermesi ve organsal enerjinin dönüşmesi (istihale) demektir. Ruhun ölmezliğini kabul etmek için, kırılan zenbereği onaran veya saati yeniden kuran bir sanatcıya ihtiyaç vardır. İnsan imğelemi (muhayyele) bu sanatcıyı yaratmakta güçlük çekmemiştir, Çünkü, fânilik, düşünen, duygulanan, bilen ve isteyen bir varlığın mahiyet ve tutkularına aykırı bir olaydır. Organsal enerji ise, tabiatın evrensel enerjisi içine ışın, olarak, ısı olarak, ses, renk, hareket ve kuvvet olarak karışacaktır, Bunu bildiğimiz halde, bu kuvvetin, bilincini, irade ve hürriyetini bu dünyadaki niteliklerile bozulmamış bir benlikte devam ettirip ettirmeyeceğini belirtecek hiçbir, müsbet işarete malik değiliz. Esasen o kadar çok özlediğimiz ölmezliğin insan için bir saadet mi yoksa bir felâket mi olduğu meselesi de ayrıca düşünülebilir. Bir saadetse, bunun bir takım şartlara bağlanması gerektir. Bu âlemde kavuşamadığımız nimetleri tatmak gibi, bedenin her çeşit zevk ve lezzetleri kendisile beraber diğer bir takım isteklerimiz gerçeklenmedikçe bu ölmezliğin bir değeri yoktur. Ölmezliği, ruhun ve bedenin gittikçe sağlık ve kuvveti azalmış olan uzun bir ömür gibi tasarlamakta ise, hiçbir saadet yoktur. Böyle bir ölmezlik cezadır. işkencedir, Ölmezliğin lehinde olanlar, bu ebediliği, dünyada kandırılmamış istek ve tutkuları kandıran ve bu âlemde uğradığımız haksızlıkların ve mahrumiyetlerin acısını çikaracak olan bir âleme kavuşma vâadile süslerler. Denebilirki, böyle anlaşılmış olan bir ölmezliğin ahlâk bakımından yüceltilecek bir değeri yoktur. Bu âdeti açlıklarımızı, öcalma arzularımızı, kinlerimizi ölümden sonraki bir âleme, bir zaman sonsuzluğuna kadar götürmek demektir. Dünyada kazandığımız mükâfatların daha zenginine, dünyadaki nefretlerimizin, düşmanlıklarımızın daha şiddetlisine kavuşmak için böyle bir âlemin, zalim olduğu kadar da affetmiyen cömert adaletine sığınmak demektir. Bu inanç, biraz da insanın kendisini, bütün diğer insanlardan ve yaratıklardan üstün ve her çeşit nimetlere olduğu kadar da Tanrı katına lâyık bir varlık zannetmesinden doğmaktadır. Bu bencilik, dünyaya sığmayan insan oğlunun, dünya ötesi bir âlemde yayılmak için duyduğu sonsuz tutkusunun bir işaretidir, Bu tutkuda, Tanrıyı da kendi amaçlarına hizmet ettirmek isteği gibi küstah bir dâva da saklıdır. Anlaşılıyor ki, ölmezlik inancında, sonsuz bir surette hayatı sevmek, yaşamaya kanamamak gibi insanın âcizliğini olduğu kadar da kuvvetini yaratan duygular vardır. Öyle zannediyoruz ki, bu inancın en değerli ve verimli tarafı da budur. Bu duygu sayesindedir ki insan, kendisini ebedileştirecek olan büyük işleri başarmak, büyük ve yüce ülküleri gerçeklendirmek gücünü kazanır; kendisini düşürecek ve küçültecek olan âdiliklerden korunabilir. Bu âlemden kendimizle beraber götürebileceğimiz hiç bir servet ve nimet yoktur. Fakat bu âleme bırakabileceğimiz şeyler çoktur. Biz ancak insanlığa miras bırakabileceğimiz eserlerin, işlerin, fikirlerin ve hizmetlerin büyüklüğüyle övünebilir ve bunlara verdirebildiğimiz değerlerin unutulmazlığı nisbetinde ebedi oluruz. Hayat sevincini tadabilmek, hayatı sevebilmek ve sevdirebilmek için, ölümün ötesinde ne korkulacak, ne de özlenecek bir şeylerin var olup olmadıgını düşünmemek lâzımdır. Yoksa din ve geleneğin yarattığı ölmezlik inancının boşluğu hakkındaki en kuvvetli delil, Anaximene'in deyimiyle ÖLÜM'dür. Yaşadığımız düunyadan daha yetkin (mükemmel) ve daha iyi bir âlemi, ölümden sonraki bir karanlıkta araştırıp durmaktansa, her türlü haz ve elemlerimizin kaynağı olan bu dünyayı, o aradığımız ve rüyasını gördüğümüz alem haline getirmek için çalışmaktan daha doğru ve yüce bir ödevimiz yoktur. Umutsuzluğa kapılmadan, bu dünyaya istemek için değil, vermek için geldiğimizi anlayarak elimizden geleni esirgememek, ölmezliğin birinci şartıdır. Ancak insanlığa yaptığımız hizmet nisbetinde ebedileşiriz. Fazilet, sevgi, bilgi ve şefkatle süslü bir kalbin insan hayatını kolaylaştıran ve ıstıraplarını azaltan fikir ve eser yaratıcılarının ölmezliğine inanalım. Bir fâninin en büyük mükâfatı, ölümden sonraki bir âlemde değil, şu içinde doğup büyüdüğümüz, yaşayıp öldüğümüz âlemde saklıdır. Seviniz, acıyınız, öğreniniz ve öğretiniz.. İnsanlığı kendilerine minnettar eden ebedilerin yolunu tutunuz.. Ölmezliğin kutsal saadetine giden yolun dikenli ve yokuşlu oluşundan korkmayınız; ölmezlik umduklarımıza kavuşmakta değil, insanlığa ve insanlara beklediklerini sunabilmekte saklıdır.
Sayfa 115-117, Sonuç.
·
51 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.