Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

_Freud ve Josef Breuer, nörotik semptomların, örneğin histerinin, gerçekte simgesel anlamları olduğunu fark ettiler. Bunlar da tıpkı rüyalar gibi, bilinçaltının dışavurum biçimleridir. _Breuer ile Freud’un Travma Kuramı’na göre, nörotik septomlar ve histeriler, travmalardan ve psişik hasarlardan ortaya çıkıyor ve bilinç dışında yıllar boyu sürüyordu. Bu buluşu birçok örnekle kanıtlamışlardı. _Travmanın hastalık yaratması, travmanın hasta icin, özel bir anlam taşımasına bağlıdır. Yani, durum ne olursa olsun, hastalık yaratan etki, şokun kendisi değildir; belli bir psişik eğilimi harekete getirmiş olması gerekir, hasta, bazı durumlarda, bilincdışı ile ozel bir anlam bağlantısı kurabilir. Yatkınlığın anahtarı ola ki buradadır. _Tıp şöyle diyor: Yapılan hesapta bilinmeyen şey, yatkınlıktır. İnsan belli bir duruma yatkın oluyor. Freud içinse sorun, bu yatkınlığı neyin yaratmakta olduğuydu. Bu, onu ister istemez psişik travmanın gecmişine götürüyordu. Coşku dolu sahnelerin insanlar uzerinde değişik etkileri olduğu ya da bazı kimselerin umursamadığı, dahası hoşuna gittiği kurbağa, yılan, fare, kedi gibi şeylerin, başkalarını dehşete saldığı bilinen şeydi. _Örnek: Anna, kolu sandalye arkalığından sarkmış, gözü açık düş görür gibiydi. Duvardan kara bir yılan cıkmıştı. Şimdiki sanrısının nedeni de buydu. Yılanı kovmak istemişti, ne var ki sandalyenin arkalığından sarkan koluna sanki inme inmişti, kol uykuya dalmıştı; duyusunu yitirmiş, eline baktığında, parmaklarının minik kafataslı yılanlara donuşmuş olduğunu gördü. Duyu yitimi ve inmeli hali, yılan sanrısı ile bağlantılanmıştı. _Aşk, cennet ile cehennem arasında uzayan esnek bir kavram olup, iyi ile kötüyü, ulu ile sıradanı kendi icinde birleştirir. Bu buluştan sonra, Freud’un görüşleri büyük değişikliğe uğramıştır. Büyük çapta, Breuer’in travma kuramının büyüsü altında, nevrozun nedenini travmatik yaşantılarda ararken, sorunun ağırlık merkezi bambaşka bir yere kaymış bulunuyordu. Cinsellik. _Travmatik yaşantıdan ayrı olarak, coğu zaman aşk alanında rastlanan, tedirginlik yaratabilecek bir durum olabileceğini duşunerek, bu acıdan da bir acayiplik soz konusu mudur acaba diye araştırmamızda yarar vardı. _Örnek_ Kız, nişanlanmayı duşunduğu bir genc adamla konuşmaktaymış ve onunla mutlu olacağını duşunmekteymiş. Hedefe doğrudan ulaşılamadığı zaman, dolambaclı yollara başvurma* gerekir. İyi dost, kendisine ateşli bir ilanı aşkta bulunmuştu ama bu tur şeylerin genelde bir gecmişi vardır. Gercek hikaye şoyleydi: Hasta, kucukluğunde oğlan cocuğu gibi yetiştirilmişti ve kendi cinselliğini hor gormuştu; kadınsı tavırları hic. Herkesten kacar olmuştu. İnsanoğlunun biyolojik yapısını uzaktan yakından anımsatan her şeyden nefret ediyor, bir fantezi dunyasında yaşıyordu. Derken, karşısına, iki adam cıkmış, cevresinde oluşan dikenli citi aşabilmişti. B ile nişanlanacakları soylentileri dolaşmaya başlamıştı. A’nın mevcudiyeti onu nedenini anlayamadığı bir tarzda sinirlendirmeye başlamıştı. Buyuk bir partiye katılmıştı ve yüzüğü düşürmüş ve yüzüğü b bulmuştu ve gülümseyerek yuzuğu kızın parmağına takarak: Anlarsın ya demişti. Kız, karşı koyamadığı garip bir duygu ile yuzuğu parmağından cıkarıp acık duran pencereden fırlatmıştı. Bir zaman sonra Bayan A, keyifsiz olduğu icin odasından cıkmıyordu. Boylece hastamız, yalnız başına Bay A ile gezmelere cıkabiliyordu. Suya duşmekte gecikmemişti. A ise buyuk guclukle, onu, yarı baygın, sudan cıkarabilmişti. Sonra da öpmüştü. Bu romantik olay, aralarındaki bağı pekiştirmişti. Kendi kendine sevdiği adamın B olduğunu soylemeye başlamıştı. Doğal olarak, bu kucuk oyun, kadın kıskanclığının keskin bakışlarından kacmamıştı. Dostu bayan A, sırrın farkına varınca sinirleri daha da allakbullak olmuştu. Veda partisinde cinler: Bu gece A yalnız. Ne yap yap, evinde kalmaya bak diye fısıldamıştı kulağına. Duşunduğu gibi de olmuştu nitekim, garip davranışı sayesinde eve donerek amacına ulaşmıştı. Bilinc kendisini B ile nişanlanmaya itmekte iken, her şeyin bu amaca yoneldiğini acıkca gormekteyiz. Ters yondeki bilincdışı durtu daha guclu olmuştu. _Travmaya tepkideki patalojik unsur nereden kaynaklanıyor? Hastalığın esas nedeni gibi gorunen travma, aslında kendini belli etmeyen bilincdışındaki onemli bir erotik catışmayla bağlantılıydı. Travma, kendi başına anlamın butun yukunu taşımış oluyordu, travmanın yerini, patojenik unsuru erotik bir catışma gibi goren, daha derin, daha kapsamlı bir kavram almış oluyordu. _Nicin herhangi başka bir catışma değil de, erotik catışma nevrozun nedeni oluyor? Buna verebileceğimiz tek bir yanıt var: kimse bunun boyle olması gerektiğini iddia etmiyor. Sadece sık sık bununla karşılaşıldığı da bir gercek. Ne kadar karşı cıkılırsa cıkılsın, aşk ile sorunları ve catışmalarının, insan yaşamında —titiz ve dikkatli soruşturmaların gosterdiğine gore— kişinin sandığından cok daha onemi olduğunu ortaya koymuştur. Bu durumda travma kuramı moda olmaktan cıkmıştır; nevrozun temelinde travmanın değil, gizli bir erotik catışmanın yattığı buluşu ile travma anlamını yitirmiştir. _Eros Kuramı_ _Eros kuramı buluşuyla travma sorunu hiç beklenmedik bir şekilde cozulmuş oluyordu; ne var ki, yerini erotik catışma sorunu almıştı. _İnsana inanılmaz gelen şey, hastanın gercek tutkusunun, kendisinden gizli olmasıydı. Bilincinde canlı olan, sadece kendi iddiasıydı. Vakamızda, tartışma götürmeyecek şey, gercek ilişkinin karanlıkta kaldığı, bilinci sahte ilişkinin kaplamış olduğu idi. Bu olaylan kuramsal olarak acıklayacak olursak, şu sonuca varıyoruz: Bir nevroz vakasında, birbiriyle catışan, biri bilincdışı, iki eğilim vardır. patalojik catışma, kişisel bir dava ise de, aynı zamanda, kendini bireyde belirten, alabildiğine geniş tabanlı bir insan catışmasıdır da, insanın kendine karşı bolunmesi, uygar insanın mumtaz vasfıdır da ondan. Nevrotik kişi, doğa ile kulturu kendi icinde bir uyum durumuna getirmek zorunda kalan, bolunmuş bir kişiliktir. _Antikite cağı, bunu Doğudan gelen Diyonizos cumbuşlerinde yaşamıştı. O cağın Mitraizm ve Hıristiyanlık gibi iki zuht dinini meydana getirmişti. İkinci bir Diyonizoscu ucarılık dalgası, Batıda, Ronesansta gorulmuştu. *_Kültürün gelişmesi, insanın içindeki hayvanın boyunduruk altına alınmasıyla olur. _İnsanda, aşırıya kaçan hayvansallık, uygar kişiyi hasta eder; aşırı uygarlıksa, hasta hayvanlar yetiştirir. Bu ikilem, Eros’un insanın ne kadar guvensiz bir ortamda olduğunu gostermektedir. Cunku, eninde sonunda, Eros, insanustu bir guctur, doğanın kendi gibi, dizginlenmeye ve sanki gucsuzmuş gibi somurulmeye acıktır. Ne var ki, doğaya karşı zafer kişiye pahalıya mal olur. Doğanın, ilke acıklamasına ihtiyacı yoktur, butun istediği, hoşgoru ve bilgece olcululuktur _İnsanın bir yanı, hayvansı bedeni olduğu surece varolacak ilksel hayvansı yaradılışına aittir, ote yandan, ruhun en yuce hali ile ilişkilidir. Ancak ruhu ile icgudusu doğru uyum icindeyken, gelişip serpilir. Herhangi birinden yoksunsa, sonuc hastalığa yol acar, ya da kolayca maraziliğe donecek bir tekyanlılık olur. _Eros, güçlü bir şeytandır. (Bilge Diotima, Sokrates’e demiştir) Onu, hicbir zaman altedemezsiniz, etseniz dahi, kendi zararınıza olur. Temel unsurlardan biri olmasına rağmen, ic dunyamız bundan ibaret değildir. Boylece, Freud’un nevrozun cinsellik kuramı gercek olaylar uzerine kurulu bir ilkeye dayanmaktadır. _Herhangi başka bir surec gibi, yaşamın da bir başlangıcı, bir de sonu var; bu başlangıc ise, aynı zamanda sonun bir başlangıcı. _Bir varsayım karşısında halk, genellikle tepkisiz kalmaktadır; cunku halk icin Freud’un tek-yanlı, olumsuz acıklaması, bilime ifade ettiği şeyden cok daha fazla şey ifade etmektedir. _Bilimin, tarafsız, onyargısız ve geniş kapsamlı olmaya caba gosterdiği acık bir gercektir. Ote yandan Freud’cu kuram olsa olsa kısmi bir gerceği dile getirmekte, bu bakımdan, kendini ayakta tutabilmesi ve gercekci olabilmesi icin bir dogma katılığında ve bir engizisyoncunun yaklaşımına sahip olması gerekmektedir. _Her olumlu eğilim, ya da yaratıcı etkinlik, maddeciliğin nuktesi olan (İnsan ne yiyorsa odur) sozune uygun olarak, cocuksu olumsuz bir niceliğe dayanmaktadır. Bu insan kavramı, tarihsel acıdan incelendiğinde, her şeyi tozpembe goren, ama gene de her şeyi mahrem bir şekilde anlatmayı amaclayan Victoria Cağı eğilimine karşı bir tepkidir. _Psikanaliz_ _Eskiden, psikoloji adı altında öğretilen şey, felsefeydi. Nevrozlara doğru ilk adım, Charcot ekolu tarafından atıldı; nevroz arazlarının kaynağı psişe idi. Nevroz psikolojisinin temelini atma ayrıcalığı Freud’a ait olacaktı. _1900’de Freud, ilk sahici düş psikolojisini yazdığında -bu alan, o ana kadar zifiri karanlığın egemen olduğu bir alandı- herkes gülüp gecmişti. 1905’te ise, cinselliğin psikolojisine ışık tutmaya kalktığında, bu gülmeler hakaretlere dönüşmüştü. _Breuer, bilinç bulanıklığı durumundayken, üzerine çullanan fantezileri hasta kadına anlattırıyordu; hasta ise böyle bir seanstan sonra, saatler boyunca rahatlamış oluyordu. Şaka yollu baca temizliği dediği de oluyordu. _Psikanalizin başlangıcında, cinsellik sorunu genelde, siyasal ve ruhsal sorunlar tarafından arka plana itilmiştir. Bu, insanoğlunun icgudusel yapısının, uygarlığın zorla koyduğu engellere daima karşı cıkmakta olduğu esas gerceğini değiştirmez. Adlar değişir, gercek değişmez. Bugun biliyoruz, uygarlığın zorlamalarıyla catışan sadece hayvansı yanımız değildir, bilincdışmdan yukselen yeni fikirlerdir coğu zaman; bu fikirler de, icguduler kadar baskın uygarlıklara aykırı duşmektedir. Gunumuz insanının, temelde cinsellik sorununun onemsiz bir onsezgisi olan politik tutkularla coşması karşısında, kolayca, bir nevroz siyasal kuramı ortaya atabiliriz. Ote yandan, daha sonra, politikanın da, daha derin bir dinsel coşkunun oncusu olduğunun farkına varabiliriz. Nevrotik, haberi olmadan, cağının baskın akımlarına kendini kaptırır ve bunları kendi catışmasına yansıtabilir. _Nevroz, cağımızın sorunu ile yakından ilgilidir. Bireyin, genel sorunu, kendi kişiliği icinde çözümlemesi için yaptığı başarısız bir girişimdir aslında. Nevroz, özben’in bölünmesidir. Çoğu kimsede bunun nedeni, bilinc eski ahlak idealine sımsıkı tutunmakta devam ederken, bilincdışının, bilincin yadsımaya calıştığı ahlakdışı ideal peşinde koşmasıdır. Bu tip insanlar gercekte olduklarından daha saygın gorunmek isterler. Catışma, oteki turlu de olabilir: gorunurde saygı telkin etmeyen ve davranışlarını hic kayıt altına almak istemeyen insanlar da vardır. Bu aslında kotu numarası yapmaktır, cunku arka plandaki bilincdışına duşen ahlaksal yanları ahlakcı gorunen adamın ahlakdışı yanının ters bir ifadesi olduğu kesindir. _Bu teknikteki en buyuk sorun, elbette ki, en kısa ve en uygun yoldan, hastanın bilincdışmda neler olup bittiğine ulaşmak sorunudur. Başlangıctaki yontem, hipnotizma idi: İkinci bir yontem ise, cağrışım yontemi olmuştur. Deney sırasında, karakteristik bozukluklarla kendini belli eden, duygu yuklu fikirler diyebileceğimiz kompleksler halinde, catışmaların yansıtıldığı gorulmektedir. Ancak, hastalığa neden olan catışmalara erişmenin en onemli yontemi, ilk Freud’un gosterdiği gibi, duş yorumudur. _Düş_ (Bilinçdışının elçisi) _Freud’un dediği gibi, düş yorumu, bilince giden dosdoğru yoldur. Dosdoğru, insanın sırlarına götürür kişiyi. Düş, coğu kez gorunurde anlamsız ayrıntılarla doludur ya da yuzeysel olarak bakıldığında şaşkınlık yaratır. Dolayısıyla, sabırla, alabildiğine dolaşık bir kördüğümü ciddi bir şekilde cözmeye başlamadan once, daima, belli bir direnmeyi yenmeniz gerekir. Ancak sonunda, gercek anlamını ortaya cıkardığımızda, duşgorenin sırlarına vakıf olduğumuzu anlarız, gorulen duşun son derece anlamlı olduğu, gercekte soyledikleri her şeyin onemli ve ciddi olduğunu farkederiz. Duşler, birbiri ardından bilincdışının iceriklerini yuzeye cıkarır, bunları, gun ışığının mikroplardan arındırıcı gucuyle karşı karşıya bırakır; bu yolla, kaybolup gittiği sanılan nice değerli şey, yeniden kazanılmış olur. _Kendisi hakkında yanlış fikirler besleyen bir cok kimse icin gecireceği tedavinin gercek bir işkence olacağı kesindir. Cunku, eski bir tasavvuf sozu -Neyin var neyin yoksa ver ki, hepsini geri alasın!- der, boylece kendi icinde daha derin, daha guzel, daha kapsamlı bir şeyin doğabilmesi icin, kurduğu butun boş hayallerini bırakması gerekecektir. Analiz, cok daha derinlere inerse de, bu, bircok acıdan Sokrates’in yontemi ile karşılaştırılabilir. _Düş konusunda, yapı ustalarının beğenmeyip bir kenara attığı taş, kilit taşı durumuna gelmiştir, diyebiliriz. Düş, psişenin, şu ele avuca sığmaz, onemsiz gorunen urunu, ancak cağımızda horgorulmeye başladı. Eskiden kaderin habercisi, yakında meydana gelecek bir olayın işareti idi, kutsal ruhtu, tanrıların mujdecisi sayılırdı. Bugun, duşu, gorevi bilincten gizlenen sırları acığa cıkarmak olan, bilincdışının elcisi gibi goruyoruz. _Duşun dış gorunuşu, yani hatırladığımız şekli, Freud’un goruşune gore, bize evin ici hakkında herhangi bir fikir vermeyen, sadece bir cephe, tersine, duş-sansurcusunun yardımıyla, onu dikkatle gizlemekte. Dikkatli bir araştırmanın gosterdiği gibi, bu arka plan ile duşun dış gorunuşu arasında son derece nazik, ince, dakik bir ilişki vardır. Duşun butun ipuclarını birleştiren bu fikirler kompleksi, aradığımız catışmanın ta kendisidir. Freud’a gore, catışmadaki acı verici, aykırı duşen unsurlar, bu şekilde ortbas edilmekte, ya da silinmekte, ortaya istek-gercekleştirme denilen bir durum cıkmaktadır. _Freud’a gore, niteliğinin, uyanık zihnin duşunceleri ile bağdaşmadığı bilincdışı istekler vardır. İnsanın, kabul etmekten kacındığı, acı yuklu dilekleri vardır. Freud’un, duşun gercek mimarları olarak gorduğu dilekler bunlardır. Örneğin, görünüşte bir kız-cocuk annesini gönülden sevmektedir ama düşünde, annesinin öldüğünü gorur ve buyuk acı duyar. Freud’a gore, bu kız, annesine karşı, kendinin bilincinde olmadığı, gizli, acı duygular beslemekte, annesinin bu dunyadan gocmesini istemektedir. Kendisine bu gibi duygular zorla yuklenmeye kalkışıldığında, cocuk şiddetle karşı cıkar. Görebildiğimiz kadarıyla, duşun, dış gorunuşunde, istek-gercekleştirme izinden cok, korku, panik gibi şeylerle, yani, varsayılan bilincdışı-ictepinin tam karşıtı ile, karşılaşmaktayız. Duşteki catışma, bilincdışında meydana gelmektedir. _Erişkinin dunyasında kendini belli etmeyen, cocukluk cağındaki butun icgudusel ictepileri de iceren, belleğin anımsayamayacağı kadar gerilere gitmiş şeylerin, bilincdışının belli bir katında saklı bulunduğunu biliyoruz. _Bilincdışından yukselen şeylerin coğunun, cocuksu nitelikte olduğu soylenebilir; Annem olunce, benimle evlenirsin, değil mi, baba? gibi basit sorular. Erişkinin dunyasında kendini belli etmeyen, cocukluk cağındaki butun icgudusel ictepileri de iceren, belleğin anımsayamayacağı kadar gerilere gitmiş şeylerin, bilincdışının belli bir katında saklı bulunduğunu biliyoruz. Düşgoren babasına aşık gibi, bu yuzden annesinden kurtulmak istiyor. Freud, bu ensest eğiliminin esas neden olduğu uzerinde duruyor, _Nevrozun tarihini dikkatle inceleyecek olursak, genelde kritik bir an ile karşılaştığımızı gormekteyiz. Karşı konulmayıp, bertaraf edilmeye calışılan bir sorun ile karşılaşılan bir andır bu. İşler nahoş ve tehlikeli olduğunda, duraksarız ve kacamak davranırız. Bu nedenler, yeter de artar bile. Varlığı kuşku goturmeyen ve Freud’un haklı olarak gorduğu ensest belirtileri, bence ikincil bir olaydır, ustelik patolojiktir. _Freud’cu araştırma tarzı, patojenik catışmanın, kaynağı bakımından, erotik veya cinsel unsurun aşırı derecede onemi olduğunu kanıtlamaya calışmıştır. Bu kurama gore, bilincli zihnin eğilimi ile ahlakdışı bilincdışı istek arasında bir carpışma soz konusudur. Bilincdışı istek, cocukluk donemine aittir, yani, artık şimdi ile uyuşmayan, dolayısıyla da ahlaksal nedenlerden bastırılmış olan ve cocukluk cağına kadar uzanan bir istektir. Nevrotik insan, anlamını acıklayamadığı, keyfi sınırlamalarla bağdaşmayan bir cocuk psişesine sahiptir; bu ahlakı benimsemeye cabalamakta, ama kendi icinde bolunmektedir: bir yanı, sorunu ortadan kaldırmaya, oteki yanı, ozgurluğe kavuşma peşindedir — surup giden bu catışmanın adı nevrozdur. _Araz(Belirti), Freud’a gore bilinc duzeyine cıktığında, ahlaksal inanclarımızla şiddetli bir catışmaya giren, benimsenmeyen isteklerin gercekleştirilmesinde ortaya cıkmaktadır. Gorulduğu gibi, psişenin golge yanındaki sorun, bilincin gozlemi dışında kaldığından, hasta tarafından cozumlenememektedir. Hasta onu duzeltememekte, onunla anlaşamamakta, ote yandan onu gormezlikten de gelememektedir; cunku, gercekte, bilincdışı ictepilerine hakim olamamaktadır. Bilincli zihin hiyerarşisi dışına atılan bu ictepiler ozerk kompleksler haline donuşmuştur; analiz buyuk direnmelerle karşılaşması pahasına bunları yeniden denetim altına alacaktır. _Golge yanlarının bulunmaması ile ovunen hastalar vardır: bize iclerinde her hangi bir catışma bulunmadığına dair teminat verirler, ne var ki, kaynağı belirsiz başka şeylerin, histerik davranışlar, kendi kendilerine ve komşularına oynadıkları gizli oyunlar, sinirden doğan mide krampları, vucudun orasında burasında beliren sancılar, durup dururken sinirlenmeler ve daha bir suru sinir arazlarının yollarını tıkamakta olduklarının farkında değillerdir. _Freud psikanalizi, bastırılmış olan icgudulerin dizginlerini koyvererek buyuk kotuluk etmekle suclanmıştır. Bu korku, ahlaksal ilkelerimizin etkinliği konusunda ne kadar guvensiz durumda olduğumuzu gostermiştir. Halka gore, sefahata duşmemelerinin nedeni kilisede vazedilen ahlaktır. Psikanalizin, hayvansal icgudeleri bilince cıkardığı doğrudur, ancak, bircok kimsenin inanmak isteyeceği gibi, bu icgudulere sınırsız serbestlik tanımaktan cok, onları amaclı bir butun icinde toplamaya calışmaktadır _Freud’un duyguları bastırma kuramı, dunyada, sadece sanki icgudusel ahlakdışı yanlannı bastıran, ustun ahlaklı kimseler varmış gibi davranıyor. İcgudusel ictepilerinin dizginlerini tamamiyle serbest koyvermiş bir halde yaşayan ahlakdışı kimsenin, bu kurama gore, nevroza karşı bağışıklı olması gerekir. Deneyimlerin gosterdiğine gore, gercek boyle değil oysa. Bu adam da, tıpkı diğer adamlar gibi pekala nevrotik olabilir. Onu analiz ettiğimizde, ondaki bastırılan şeyin ahlak olduğunu goruyoruz. Nevrotik ahlakdışı kişi Nietzsche’nin carpıcı deyimi ile hareketlerinin duşunceleriyle uyum icinde olmadığı solgun suclu gibidir. _Aslında, her hangi bir ahlak ilkesinden cok daha gercek olan ve ikna edici sınırlar koyan şey zorunluluktur. _İnsanlar, yapılarının golge-yanını gorebilecek şekilde eğitilmiş olaydılar, hemcinslerini daha iyi anlayıp sevmeleri mumkun olurdu belki. _Bastırılmış edeplilik kalıntılarının, bu durumda insanın icgudusel yapısı uzerinde gereksiz bir kontrol uygulayan, cocukluk cağından geleneksel olarak arta kalmış şeyler olduğu icin, kokten sokulup atılması gerektiği goruşune katılmak mumkun. _Freud ekolunun de unutmaması gereken bir şey, ahlakın, Sina Dağı’ndan insanlara kabul ettirilmek uzere taş yazıtlar ile indirilmediği, insanlık kadar eski, insan ruhunun bir işlevi olduğu. Ahlak, insana dışardan zorla kabul ettirilen bir şey değildir. İlk günümüzden beri icimizde vardır. İnsan toplumunun ortak yaşamının, onsuz varlığını surduremeyeceği şey de, Musa’nın yasası değil, ahlaksal yapımızdır. Uygarlık geliştikce, giderek, daha geniş insan topluluklarını aynı ahlak duzeninin kurallarına tabi kılmayı başarmış bulunuyoruz; ancak sosyal sınırlar otesinde, yani birbirinden bağımsız insan toplulukları arasındaki boşlukta, bu ahlak duzenini gercekleştiremedik. Soz konusu boşlukta, eskiden de olduğu gibi, kanunsuzluk ve başıboşluk hukum surmektedir _Freud ekolu, nevrozda, cinselliğin temel oneminden, dahası sadece cinselliğin oneminden o kadar emin ki, bundan mantıksal bir sonuc cıkararak gunumuzdeki cinsel ahlaka yiğitce saldırmıştır. Yasaca onaylanmayan her turlu aşk, ister doğrudurust kimseler, ister cibilliyetsizler arasında olsun, ahlakdışı gorulmektedir. _Ortaçağda da maliye denince vahşice arzulanan, parıl parıl parlayan altın anlaşılırdı, altınsa şeytanın ta kendi idi. _Freud Tarih Sahnesinde_ _Freud, butun umudu dunya bilmecesini test tupu icinde cozmek olan, maddeci cağın tipik temsilcisidir. Freud’un kendi de, yıllar gectikce, kuramındaki dengesizliğini kabul etmiş, libido diye adlandırdığı Eros’un karşısına, yok edici icguduyu, yani olum icgudusunu koymuştur. şoyle demektedir: Uzun duşunup taşınmalardan sonra, sadece iki temel icgudunun varlığını kabul etmeye karar verdik: bunlar Eros ile yokedici olum icgudusudur. Bu temel icgudulerin ilkinin amacı, gittikce buyuyen birimler kurmak ve onları korumak, kısacası bir arada tutmak; İkincisinin amacı ise tersine, bu bağları bozmak ve her şeyi yok etmek. Bu nedenle buna olum icgudusu dedik. Freud, her halde şunu demek istiyor: her surec bir enerji olayıdır, enerji ise ancak karşıtların geriliminden doğar. _Bir kimseye sağlığında tarihsel gorunum acısından bakmak hem cetin, hem de tehlikeli bir iş. Ne var ki, Freud’unki gibi, yaşam yapıtı ile duşunce duzeninin icine kapanık bir butun oluşturduğu kimseler soz konusu oldu mu, bu kimselerin anlamını belirtebilir, tarihin onları ne capta şartlandırdığını olcebiliriz. _Temel ilkeleri her kulturlu kişice bilinen oğretisi, ne denli dal budak salmış olursa olsun, sonsuza uzanmamakta, kaynaklan bilimin başka alanlarına kadar uzanan yabancı oğeler icermemektedir; bu butun, birkac saydam ilke ustune dayanmaktadır. Bu saydam ilkeler, başka ne varsa bir yana iterek, duşuncesinin butun ozune egemen olmakta ve icine suzulmektedir. Bu oğretiyi ortaya atan, oğretisini psikanaliz yontemiyle ozdeşleştirmiş, boylece, onu haklı olarak saltcılıkla nitelendirebileceğimiz katı bir duzen icine sokmuştur. _Yaratmış olduğu bu kendibaşınalık izlenimini daha belirgin kılan bir nokta da, zaman zaman oznel bir karışık dile donuşen tuhaf deyimler kullanmasıdır. Oysa dunyadaki en kendine ozgu ve en tek başına varolan duşunce dahi, durup dururken gokten duşmez, butun cağdaş kişileri, kendileri farkında olsalar da olmasalar da birbirine bağlayan nesnel bir duşunce orgutunden doğar. _Freud ve Victoria Cağı_ _Kendisinden daha buyuk cağdaşı Nietzsche gibi, Freud, Victoria Cağının sonunu simgelemektedir. _Victoria Cağı, duygulan bastırma cağıydı. Kansız cansız ulkuleri, surekli ahlak kurallanyla bir burjuva saygınlığı cercevesi icinde yapay olarak ayakta tutmak icin cabalıyordu. Bu ulkuler, Orta Cağın kolektif dinsel duşuncelerinin son dallanydı; yakın bir gecmişte de, Fransa’daki Aydınlanma Cağıyla ve onu izleyen devrimle kokunden sarsılmışlardı. Hıristiyan Orta Cağın butun butun silinip gitmemesi icin, buyuk cabalar gosteriliyordu. Siyasal devrimler bastınlıyordu, ahlak alanındaki ozgurluk girişimleri orta sınıf kamuoyunca engelleniyordu. Ancak 19. yuzyılda Aydınlanma Cağı yavaş yavaş doğdu. Freud’un beslendiği dolyatağı budur. Zihinsel ozellikleri ise, onceden belirlenmiş cizgilere gore onu bicimlendirmiştir. Tıpkı 18. yuzyıldaki gibi her şeyi akıl ile acıklama tutkusuna kapılmıştır. Billurdaki kusuru ne yapıp yapıp bulmaktan icin icin haz duymaktadır; sanat, felsefe, din gibi butun karmaşık psişik olayları kuşkuyla karşılamakta ve bunların cinsel icgudunun bastırılmalarından ibaret olduğunu duşunmektedir. Freud’un benimsenmiş kultur değerlerine karşı, basite indirgeyici ve olumsuz davranışının nedeni, kendinden once egemen olan tarihsel koşullardır. _Victoria Cağı, orta sınıfın dunya goruşunu yansıtmak amacıyla kultur değerlerini tahrif etmiştir. Bu arada başvurulan araclardan biri olan din baş rolu oynamıştır. Freud’un zihninin takıldığı bu yapay dindir. Aynı şey Freud’un insan uzerindeki duşuncesi icin de gecerlidir. İnsanoğlunun bilincli nitelikleri, ulkusel bir davranışla tahrif edilen persona’sı, kendisine uygun karanlık bir zemin uzerinde, yani bastırılmış cocuk cinselliği temeli uzerinde durmaktadır. _Freud’un oğretisinde, insan yaşamını belirleyici bir oğe niteliğinde, ahlak gudulerinin bulunmaması doğaldır. Bunları geleneksel ahlak koşulları cercevesi icinde gormektedir: o koşullar ki, kendilerini, iktidarsızlıklarının acıklı sonuclarından korumak icin birkac huysuz ihtiyar tarafından cıkarılmıştır; bu ahlak kuralları yazık ki her bireyin superegosunda (ustbeninde) varlığını surdurmuştur. _Freud bence yeni yolların ve yeni gerceklerin habercisi gibi değil, aldanımları, ikiyuzlulukleri, yarımgercekleri, yapma, abartılmış coşkuları, hastalıklı ahlakı, sahte ve cansız sofuluğu, berbat zevki olan eski cağa karşı duyduğu hıncın savunucusu olarak gorulmelidir. _Freud gecmişin zincirlerini kırandır. Bizi, curumuş alışkanlıklar dunyasının sağlığa zararlı basıncından ozgurluğe kavuşturan odur, Orneğin, yalnızca cocukları icin yaşayan anababalar, omru boyunca anasına hayran kalan hakikatli evlat, ya da babasını cok iyi anlayan ornek kız cocuğu gibi, anababalanmızın inandığı değerlerin bambaşka anlamları olduğunu gostermiştir bize. Masada oturmuş yemek yerken şu tatsız duşunceyi, yani yakın akrabalar arası, nikah duşmez ilişkiler duşuncesini, tartışma konusu yaptığından beri, yararlı kuşkular uyarılmış bulunmaktaydı. Bununla birlikte insanın sağlığından olmaması icin bu kuşkuların abartılmaması gerekti. _19. yuzyılın, kendi dunya goruşunu bozmaması icin tamamiyle doğal olguları nasıl duygusal ve ahlaksal erdemlere donuşturduğunu bir oğrenirsek, Freud’un, buyuk karmaşa yaratan, bebeğin sut emerken cinsel haz duyduğu onerisi ile neyi dile getirmek istediğini anlarız. Bu yorum, bebeğin meme emerkenki geleneksel saflığına, yani anne-cocuk ilişkisi uzerine golge duşurmektedir. Onerinin baş amacı budur. Kutsal Ananın yureğine sıkılmış bir kurşundur soz konusu olan. Anaların cocuk doğurma olgusu kutsal değil, yalnızca doğaldır. _Freud’un tarihe katkısı, bu uzmanlaşmış bilim dalındaki skolastik yorum yanlışları ile olmamıştır, ama ununun haklı olarak uzerine dayandığı bir olgu sayesinde olmuştur; bu olgu, bir Eski Ahid peygamberi gibi putları kırarak cağdaş ruhun curukluğunu kimsenin gozunun yaşma bakmadan gun ışığına cıkarmasıdır. İnsana ic acısı veren bir indirgeme işine her giriştiğinde (ondokuzuncu yuzyıl tanrısını Baba’nın yuceltilmiş ifadesi olarak gorduğu zaman, ya da, para ile oynamayı, cocuğun kakasıyla oynamaktan aldığı zevke benzeterek acıkladığında), bunun kolektif bir aşırı değerlendirmeye veya tahrifata karşı girişilen bir saldırı olduğundan emin olabiliriz. _Nietzsche gibi, dunya savaşı gibi, edebiyattaki karşılığı James Joyce gibi, Freud da, 19. yuzyılın hastalığına bir cevaptır. _Protestan rahiplerin psikanalize sarılmış olmalarının nedeni, psikanalizin onlara, vicdanları gunaha karşı yalnızca bilinci olanlarınkinden daha cok duyarlı kılmak icin, en iyi yol gibi gelmesidir. _İc burkulmasını iyi etmek icin Freud, sublimasyon(yuceltme) fikrini ortaya atmıştır. Yuceltme, simyacının, soysuzu soyluya, kotuyu iyiye, yararsızı yararlıya cevirme marifeti gibi bir şeydir. Bunu becerebilen kişinin olumsuz bir une kavuşması işten bile değil. Yazık ki, bir enerjiyi, kendisinden daha buyuk bir enerji harcamadan başka bir şeye donuşturme sırrını fizikciler henuz bulmuş değil. Yuceltme, şimdilik munasebetsiz sorular soran ağızları susturmak icin icat olunmuş bir sofuca dilek gercekleştirme’den oteye gidemiyor. _Freud’un ilgilendiği nokta nesnelerin, hicbir zaman nereye gittiği değil, yalnızca nereden geldiğidir. _Bu, onu nedenler aramasına iten bilimsel nedensellik gereksiniminden de ote bir şey. Yoksa bircok psikolojik olguların, bir dedikodu sırasında kırılan potun nedenlerinden başka nedenlere dayandığı gozunden kacmazdı. Bunun cok iyi bir orneği, Leonardo da Vinci ile iki-ana sorunudur. Nitekim Leonardo’nun hem bir gayrimeşru anası, hem de uvey anası vardı, ancak gercekte iki-ana sorunu soz konusu, iki ana fiilen olmadığı zaman bile mitolojik tema olarak vardır. Mitos kahramanlarının coğunluk iki anası vardır; Freud; bu durumda, doğal bakımdan hoş olmayan, ya da olumsuz olan bir şeyin gizli bulunduğu duşuncesiyle yetiniyor. _Freud’un ikide bir belirttiği gibi, bilime hizmet amacının, kendi haberi olmadan, gizlice, kulturel yorece yonetildiği ve bunun kendi kuramına rağmen yer almış olduğu gorulmektedir. Freud’un Victoria Cağı sonu psikolojisi ve geniş bir halk yığını icin, İnce eleyip sık dokuyan bir araştırma sonucu, buyuk sanatcının, kendi varlığını, saygıdeğer babasının bir yanılgısına borclu olduğu doğrulanabilseydi, cok daha etkin bir şey olurdu. Bu atış, tam hedefe isabet etmekte, Freud bu atışı, bilimi bir yana bırakıp dedikodu yapma niyetlisi olduğundan değil, yalnızca insan ruhunun varolabilecek karanlık yanını acığa cıkarmaya zorlayan Zeitgeist’ın (Cağın Ruhu) buyruğunda olduğundan yapmaktadır. _Psikanalizin Victoria Cağı olu yuzyılının curumuş yanlarını dağlayarak kendindeki sahte değerleri yoketmektedir. _Adler her şeyi haz ilkesi yerine, guc gudusune indiriyor. Bu olgu, goz alıcı bir parlaklıkla Freud’un kuramının tek-yanlı olduğunu acığa cıkarıyor. Adler’in de başka bir tek-yanlı olduğu gercek, ancak Freud’unkiyle birlikte alındığında, ondokuzuncu yuzyılın ruhuna karşı duyulan ofkenin daha geniş kapsamlı ve acık gorunumunu sunmakta _19. yuzyıl, insanlığın cağlarboyu yaşamış ruhu uzerinde ince bir toz tabakası bırakıp gitmiş olan yerel ve gecici bir olgudan başka bir şey değil. Bu toz tabakası silindi mi ve mesleki gozluklerimizin camları temizlendi mi, ne gormekteyiz? Psişeye ne gozle bakacağız, bir nevroz vakasını nasıl acıklayacağız? Cocukluk cağındaki butun cinsel yaşantılar deşilip yuzeye cıkarıldıktan ve butun kultur değerleri kişiye urku salan oğeleri bir bir ayrıldıktan, hatta hasta şu tuhaf hayal urunune, yani normal insan durumuna geldikten ve suru hayvanı olduktan sonra dahi iyileşmemiş bulunan vakalar her analistin karşılaştığı bir sorundur. _Cinsellik kuramı nevroz psikolojisinin dar alanından ayrılıp, başka alanlara, orneğin ilkellerin psikolojisine uzandığında, tekyanlılığı ve yetersizliği apacık ortaya cıkmaktadır. …… Ek __ _Analitik Psikoloji: _Jung'un öğretilerini temel alan psikolojik akımdır. Derinlik psikolojisi'nin üç büyük akımından biridir. Diğerleri: psikanaliz, bireysel psikoloji. Jung, “kolektif bilinçsizlik” adını verdiği ve bütün insanların paylaştığı bilinç dışı bir yapı olduğunu ileri sürerek kuramını bu temel üzerine inşa etmiştir. Jung'a göre insan bilinç ve bilinçaltı olmak üzere iki kısımdan oluşur. Burada bilinçten kasıt egodur yani insanın farkında olarak yerine getirdiği iş, oluş ve davranışlardır ikinci atalarından gelen genin deneyimleridir. _Jung, 12 yaşında gördüğü rüyanın hayatını değiştirdiğini söyleyen kişidir. Bayılma nöbetleri geçirerek okula gitmemeyi başaran ardından babasının vurucu cümlelerinden sonra okula dönüp köpek gibi başarılı olan kişi. _İnsan kişiliğini bütün haline getirmek için uğraşmaz çünkü zaten bütündür. Kişinin amacı kişiliğinin üzerine yeni boyutlar eklemektir. _Bireyleşme: Bir kişinin bilincinin diğer kişilere göre farklılaşma sürecidir. Bu süreç egoyu oluşturur. Bilinçlenme arttıkça bireyleşme artar. _Bireyleşmenin amacı insanın kendisini tanımasıdır. _Bütünleşme: Kişiliğin tüm yönlerini birleştirir. Sonra karşıt eğilimler birleşir ve ben arketipi oluşur. örneğin bir erkeğin erkeksi yönleri ile animasının bütünleşmesi, erkek olarak kadınlarla ilişki sürdürmesini sağlar. _Psişe üç ana kavramdan oluşur: bilinç (ego), kişisel bilinçaltı (kompleksler), kolektif bilinç (arketipler) _Ego: Bilinç bireyleşir ve ego oluşur. ego bilincin zihinsel örgütüdür. Damıtma aygıtı olarak kullanılır. Ego anı, duygu, düşünce, algıları seçer ve seçtiğini bilince çıkarır. Yani seçici bir özelliği vardır. tutarlı ve bütündür böylece kimliğimiz oluşur. _Bilinç: Algı ve anıları kapsar. Düşünme, hissetme, duygu, sezgi kavramlarını kapsar. Birey bu kavramlardan birisini baskın olarak kullanıyorsa karakter yapısını o kavram belirlemiş demektir. _Bilinçli zihnin 2 yönelimi vardır: İçedönüklük(öznel dünya) ve dışadönüklük (nesnel dünya) _Bilinçlenme: bilinç alanının genişlemesidir. _Kişisel bilinçaltı (Freud’un bilinç öncesine denk gelir): Bellek bankası görevini görür. Rüya oluşumunu sağlar. Egonun geri çevirdikleri burada kalır. Arzu, anı, dürtü, silik algı kişisel bilinçaltını oluşturur. Kişisel bilinçaltındaki deneyimler gruplaşır ve karmaşalar oluşur. yani kompleksler oluşur. jung bunu sözcük çağrışım testinde fark etmiştir. _Analitik terapinin amacı kişinin kompleksini çözümlemektir ve kompleksten kişiyi kurtarmaktır. _Kompleksler gitgide nevrozları oluşturur. _İlk çocukluk anıları + Kolektif bilinçaltı= Kompleksler _Kolektif bilinçaltı ( freud’un bilinçaltına denk gelir): _Kalıtım + evrim, ruhsal yapıda iz bırakır. _Evrim sayesinde geçmişle bağlantılıyız. Kişinin yaşamında hiçbir zaman bilinçte var olmamıştır. Birincil imgeler oluşturur yani gizil imgeler. (İnsana atalarından gelir. Böylece insan yılanı gerçek hayatta hiç görmemesine rağmen yılandan korkar.) kişilikte en etkili güçtür. Kolektif bilinç ortaktır. (ilk görüşte aşk, dejavu örnek verilir.) Kolektif bilinçaltının içeriğini arketipler oluşturur. Arketip kelimesi bildiğiniz gibi ilk örnek, prototip demektir. Evrenseldir. Her insanda vardır. _4 ana Arketip vardır._ _1. Persona (süperegoya denktir): Persona, toplumun onayını sağlamak amacıyla insanın dış dünyaya karşı taktığı maske ya da kimliktir. Kişiliğin en dıştaki yönüdür (dışadönük yüz). Çıkarlarımızı korur. Çok kullanılırsa kişi kendisine yabancılaşır. Ego ve persona özdeşleşirse şişme gerçekleşir. Yani kişi kendisine fazla önem verir. _2. Anima – Animus: İnsanın içedönük yüzüdür. Anima erkekte kadınsı özellikleri barındırır. Animus kadında erkeksi özellikleri barındırır. Bu arketip karşı cinsi anlamak için önemlidir. Kişi anima/animusuna uyan kişilerle evlenir. _3. Gölge (id’e denk gelir): İnsanın kendi cinsiyetini temsil eden ve kendi cinsinden olan kişilerle ilişkilerini düzenleyen arketiptir. İnsanın hayvani yönünü içerir. En güçlü ve en tehlikeli arketiptir. _4. Ben (maslow’un kendini gerçekleştirme kavramına denktir): blinçaltının tüm yönlerini düzenler, dengeler. İnsan, uyumlu ise beni iyidir. Ego ile birlikte çalışmalıdır. _Yaşam dönemleri_ 1. Çocukluk: iİk yıllarda ayrı kişilik yoktur. Ebeveynin psişesini kullanır. Algıları örgütlenmemiştir. 2. Gençlik 3. Orta yaş: Maneviyata eğilme 4. Yaşlılık: Kişi, bilinçdışına gömülür. _Kişilik tipleri_ Kişi dünyaya iki tür tutum sergiler: 1- İçedönüklük: libido kendine. çekingen, özgüvensiz. 2- Dışadönüklük: libidosu başkasına. Özgüvenli. _Ruhsal işlevler_ 1. Düşünme: rasyonel 2. Hissetme: rasyonel. değerlendirme işlevi. düşünceyi kabul-red. 3. Duyu: rasyonel değil 4. Sezgi: rasyonel değil. _Bu 4 işlev 2 tutumla karışım yapılmış ve 8 ayrı kişilik tipi oluşmuştur. (örneğin dışadönük düşünen tip vb.) ___
·
900 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.