Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

_Asıl mesele, şimdiye dek kimsenin görmediğini görmek değil fakat daha çok şimdiye dek kimsenin düşünmediği bir şeyi düşünmektir. Dolayısıyla bir filozof olmak, doğa bilimcisi olmaktan çok daha fazla şey talep eder. _Orta çağlar bize tecrübe etmeksizin düşündüğümüzde nereye gideceğimizi gösterdi. Yaşadığımız yüzyıl da düşünmeksizin tecrübe ettiğimizde nereye gideceğimizi ve gençlerimizin eğitimini fizik ve kimya ile sınırlamanın ne gibi sonuçlar doğuracağını gösterecek. _Akılsızlık, insanı hayvanlar düzeyine indirir. _Goethe : Bir şeyin ne kadar kolay olduğunu, iyice düşünüp kavrayan bilir. _Beyinsiz(akılsız) düşünen varlık, midesiz hazmeden bir varlıktan farksızdır. _Bilgi ve yargının el ele gittiği hakiki irfan ve terbiye ancak az kimsede gerçekleşebilir ve daha da azı onu özümseyip hazmedebilir. _Seneca : Eğer her şeyi kendinize tabi kılmak istiyorsanız o zaman akla tabi olun. Ve ben de buna ilave ediyorum: gerçek hayatta başkalarından üstün olmanın temel şartı düşünceli olmak, bir başka deyişle, kavramlara uygun olarak çalışmaya koyulmaktır. _Soyutlama, her yöne çekip çevrilecek bilginin daha kolay kavranması için faydasız yükün atılması ve bunun sonucunda bilginin işlenmesi ve bilgimizde içerilen öncüllerden sonuçlar çıkarmaktır. _Zaman, deruni(içsel) ve harici(dışsal) kavrayışı ile birlikte baştan sona bütün bilincimizin formudur. Öte yandan kavramlar soyutlama ile ortaya çıkmıştır ve her türlü münferit(tek) şeyden farklı olan tümüyle genel tasavvurlardır. _Her çareye, her ayrıcalığa, her üstünlüğe derhal yeni mahzurlar veya köstekler musallat olur. Bünyesinde bir gedik açarak ona nüfuz eder. _Her yanılgı, er veya geç mutlaka zarar verir ve yanılgı ne kadar büyükse bu zarar da o kadar büyüktür. Ferdi yanılgısında ısrar eden, çoğu kez ağır bir bedel ödeyecektir. Ve aynı şey daha geniş ölçekte bütün milletlerin yaygın yanlışları için de geçerlidir. Bu sebepten ötürü ne kadar tekrar edilse azdır. _Nerede karşılaşırsak karşılaşalım her yanlış, insanlığın düşmanı olarak takip edilip mutlaka kökü kazınmalıdır. Şu da ilave edilmeli ki, ayrıcalıklı veya hatta tasvip görüp cevaz verilmiş yanlışlar diye bir şey olamaz. Hekimin yarasına dokunduğu hasta gibi insanlar hep bir ağızdan yaygara koparsalar dahi düşünür bunlara saldırmakta asla zafiyet göstermemelidir. _Hayvanın hayatı sürekli bir şimdidir. O teemmülsüz tefekkürsüz şimdinin içine gark olmuş olarak yaşar; ve aslında insanların da büyük çoğunluğu çok az bir tefekkür ve tezekkürle yaşar. Hayvan ile dış dünya arasında hiçbir şey bulunmaz; fakat bizimle dünya arasında her zaman onunla ilgili düşüncelerimiz ve tasavvurlarımız vardır ve bunlar çoğu zaman bizi ona, onu bize ulaşılmaz hale getirir. Ancak çocukların ve hemen hiç eğitim görmemiş kimselerin durumunda bu duvar zaman zaman o kadar incelir ki bunların içinde ne olup bittiğini bilmek için etraflarında olan biteni görmemiz yeterlidir. _Sıkı sıkıya sarıldığımız düşünceler aklımıza sokulur ve sanki doğuştan sahipmişiz gibi eğitim öğrenimle sarsılmazlar ve bunlar çoğu zaman, hatta filozoflar tarafından bile böyle kabul edilir. Bu suretle insanları doğru ve makul olan veya en saçma ve anlamsız olanla aynı çabayı göstererek etkileyebiliriz. onları şu veya bu saplantıya huşu ile yaklaşmaya ve bunların isimleri anıldığında kendilerini sadece bedenen değil fakat bütün ruhlarıyla da yerlere kapanmaya alıştırabiliriz; sözcükler, isimler, en tuhaf heveslerin müdafaası için mallarını ve canlarını seve seve tehlikeye atmaya; şuna veya buna sebepsiz yere en yüksek hürmeti veya en derin itibarsızlığı atfetmeye ve buna bağlı olarak derin kanaatle herkesi yüksek veya küçük görmeye; Hindistan'da olduğu gibi onları her türlü hayvani gıdadan uzak durmaya veya canlı hayvandan hata sıcak ve titreyen parçalan kesip çiğ çiğ yemeye alıştırabiliriz. _Mesela yalnızca üç kişiyi gün ışığının sebebinin güneş olmadığına sağlam biçimde ikna etmiş olsaydık çok geçmeden insanların arasında bunu yaygın bir kanaat olarak yerleşmiş göreceğimizi umut edebilirdik. _Almanya'da Hegel'i, bu iğrenç ve sersem şarlatanı, bu benzeri görülmemiş ikinci sınıf saçmalıklar yazarını bütün zamanların en büyük filozofu olarak ilan etmek mümkündü. Yirmi yıldır binlerce kişi körü körüne ve kesin bir şekilde buna inanıyor ve hatta Almanya dışında Danimarka Akademisi onun şöhretini desteklemek amacıyla benim yanlışlarımı ortaya çıkarmaya çalışıyor. Demek ki bunlar akıl melekesinin varoluşunda saklı ve yargı gücünün eksikliği sebebiyle baş gösteren mahzurlardır. Bunlara çıldırma ihtimali de eklenmelidir. Hayvanlar çıldırmaz, her ne kadar etoburlar öfkeden deliye dönebilir, otoburlar da bir tür cinnet hali yaşayabilirler ise de. _Skolastik Asilzade Pico, anlama yetisi ve aklı birbirinden açık biçimde ayırır ve aklı insana özgü akıl yürütme melekesi, anlama yetisini de meleklere hatta Tanrı'ya mahsus bilgi türüne akraba olan seziş melekesi diye izah eder. Spinoza da gayet doğru olarak aklı, genel kavramlar oluşturma melekesi diye tarif eder. Eğer gerisinde son elli yıldır Almanya'nın bütün bu fılozof müsveddelerinin akıl kavramıyla oynadıktarı maskaralıklar olmamış olsaydı elbette bu tür şeylerin sözünü etmeye lüzum kalmazdı. Çünkü bunlar utanmaz bir küstahlıkla bu isim altında bütünüyle asılsız ve uydurma bir şey, dolaysız, metafizik, sözüm ona duyum üstü bir bilgi melekesi yutturmak istiyorlar. Buna mukabil gerçek akla da anlama yetisi diyorlar ve onlara tamamen yabancı bir şey olduğu için asıl anlama yetisini ise bütünüyle görmezden geliyor ve onun seziş işlevlerini duyarlığa atfediyorlar. _Mutlak doğru, her zaman bir yargı ile bir algı, dolayısıyla soyut tasavvur ile kavrayışa dayalı tasavvur arasındaki ilişkiden ibarettir. _Sözcükler bir araya getirildiğinde bu sözcükler makul olmayan bir düşünce sürecini dile getirirler. Bu akıl almazlığın farkına varılması çelişki duygusunu oluşturur. _Bir doğrunun bir başkasıyla neden çelişmediğini veya ona zarar vermediğini, bilakis nihayetinde hepsinin bir uyuşma ve bağdaşma içinde olduğunu anlamak kolaydır, çünkü hepsinin ortak temeli olan somut veya hissedilir çelişki mümkün değildir. Bu yüzden hiçbir doğrunun öteki doğrulardan korkacak bir şeyi yoktur. Halbuki yanlış ve yanılsama her doğrudan korkmalıdır, çünkü bütün doğruların mantıken birbirine bağlanmasıyla en uzaktaki bile ister istemez onun yıkıcı etkisini bir zaman sonra her yanlışa taşıyacaktır _Kavramların, kavrayışa dayalı tasavvurda verilen şeyle uzlaşması, nesne yönünden doğru, özne yönünden bilgidir. _Çürütmek ispat etmekten, bozmak kurmaktan çok daha kolaydır. _2000 yıldan fazla bir zaman boyunca ele alınmış olan bir konu hakkında, yeni, doğru ve esaslı bir görüş yerleştirip kabul ettirmek çok güç bir iştir. Hal böyle olmakla beraber bu beni böyle bir görüş koyma yönünde teşebbüste bulunmaktan alıkoymayacaktır. _Her şeyin kesinlikle fiziki olduğunu ama izah edilebilir olmadığını söylüyorum. Materyalistlerin göremedikleri şu ki; fiziki olan her şey diğer yandan metafizik bir vasfa sahiptir. Ne var ki Kant olmadan bunu görmek kolay değildi, çünkü bu peşinen fenomenin kendinde şeyden ayrılığını şart koşar. _Oken : "Evrende hiçbir şey, mutlak olarak hiçbir şey mekanik ilkelerle meydana gelmez. _Weinberg: Evren hakkında ne kadar çok şey biliyorsak o kadar anlamsız görünüyor ve açıklama okları her zaman fiziği gösteriyor. _Aristoteles : Eğer tabiatta var olanların dışında başka bir varlık yok ise, fizik asıl bilim olacaktır; ama eğer sabit. değişmez bir varlık var ise o zaman bu ilk priori bilimdir ve felsefe ondan sonra ilk ve dolayısıyla en genel / evrensel bilimdir, çünkü o ilktir ve onun meselesi var olan olarak var olanın araştırılması olacaktır _Bizim için her türlü fiziki açıklama, en az düşünce kadar esrar içerisinde kalır. Fakat düşünce söz konusu olduğunda izah edilemez olan en dolaysız biçimde ortaya çıktığında, burada derhal fizikten metafiziğe bir sıçrama yapıldı ve maddi olan her şeyden tamamen farklı türden bir cevherin varlığı kabul edildi; beyne bir ruh yerleştirildi. Ne var ki sadece bu en ilginç fenomen karşısında şaşkınlığa uğrayabilecek kadar kalın kafalı olmamış olsaydık hazmı midedeki bir ruhla, bitip büyümeyi bitkilerdekl bir ruhla, seçici cazibeyi bir ruhla, hatta bir taşın düşüşünü taştaki bir ruhla açıklamak zorunda kalırdık. Çünkü her inorganik cismin niteliği en az canlı gövdedeki hayat kadar esrarlıdır _Metafizik, metafiziğe yer bırakmayacak olan mutlak bir fizik sistemini, doğurulmuş doğayı; doğuran doğaya dönüştürecektir; ve fiziği metafiziğin tahtına oturtacaktır. Fakat bu yüksek mevkide o neredeyse Holberg'in belediye başkanı yapılmış seyirlik sözde siyasetçisi gibi görünecektir. _Tanrıtanımazlık suçlamasının arkasında metafizikten mahrum böyle bir mutlak fizik sisteme dair karanlık bir fikir yatar. Bu sistem böyle bir suçlamaya anlam ve haklılık kazandırdığı gibi, ahlak için de zorunlu olarak yıkıcı olacaktır. Beri yandan tanrıcılık yanlış yere ahlak öğretisinden koparılamaz olarak görülmüştür, ama aynı şey yani genel olarak bir metafizik sistem için doğrudur. Diğer bir ifadeyle, tabii düzenin eşyanın yegane ve mutlak düzeni olmadığı bilgisi ahlakın ayrılmaz bir parçasıdır. _Fizik, sık sık ve kaçınılmaz olarak sınırlarını aşıp metafiziğin meselelerinin alanına girmektedir; ve elektrikli oyuncaklarından, galvanik pillerinden ve kurbağaların arka ayaklarından başka bir şey bilmeyen doğa bilimcilerimiz felsefi meselelerde hödüklere mahsus böylesi koyu bir cehalet ve kabalık sergilemektedirler. Böyle bir cehalete çoğu zaman binlerce yıldır filozofların zihinlerini meşgul etmiş olan (madde, hareket, değişim gibi) meseleler üzerine akıllarına estiği gibi felsefe yaparken sergiledikleri kibir ve küstahlık eşlik etmektedir. Bu yüzden bunlar Goethe ve Schiller'in hicviyesinden başka bir cevabı hak etmemektedirler: Zavallı deney şeytanı! Üstündeki sersemlikten bile haberin yok senin! Yazık ki a priori bir sersemlik bu (Yapay zeka tasavvuru) _Onlar zannediyorlar ki ellerindeki fizik veya kimya bilimine ait alet yahut cihazlar kendilerini düşünme yükünden kurtaracak, bunlar kendilerinin yerine düşünecek ve böylece hakikat tecrübelerden ibaret bir dil içerisinde kendiliğinden tezahür edecek. ___ _Doğa Bilimleri ve Felsefe_ _Sebeplere erişemeden sonuçlarda sona eren bilgi, dar anlamda tecrübi bilgidir. _Deneyciliğin sonuçları, birçoklarında öyle bir sistem ve nazariye korkusu doğurdu ki doğa bilimindeki ilerlemenin kafanın yardımı olmaksızın bütünüyle kol gücüyle olacağı beklentisine ve dolayısıyla meseleyi düşünme zahmetine katlanmaksızın yapılacak en iyi şeyin tecrübe etmekten ibaret olduğu zehabına kapıldılar. Onlar zannediyorlar ki ellerindeki fizik veya kimya bilimine ait alet yahut cihazlar kendilerini düşünme yükünden kurtaracak, bunlar kendilerinin yerine düşünecek ve böylece hakikat tecrübelerden ibaret bir dil içerisinde kendiliğinden tezahür edecek. Bu amaçla deneyler tecrübeler yine bu şartlar içerisinde sonsuzca çoğaltılmakta ve böylece fevkalade karmaşık ve neticede bütünüyle saçma, yani asla basit ve doğru bir sonuca ulaştırmayacak deneylerle birlikte operasyonlar icra edilmektedir. Buna mukabil düşünen bir kafaya sahip hakiki araştırmacı tecrübelerini mümkün olduğu kadar basit bir düzeyde tutar ve böylece tabiatın açık sesini yalın biçimde işitir ve buna uygun bir muhakemede bulunabilir. _Eğer günümüzün mekanik fiziğinin inanılmaz kabalığı izah edilmek isteniyorsa bunun sebeplerini Fransızların ve İngilizlerin başından beri Kant felsefesine kör kalmalarında ve Almanların da Hegel'in zihinleri bulandırıp köreltme tertibini sahneye koymasından beri imha edip unutmalarında aramak gerekir. _Mekanik fiziğin uzmanları, tabiat gücünü, ışığı, sıcaklığı, elektriği, kimyevi süreci-işlemi ve benzerini hareket, çarpma, basınç ve geometrik şekillenmenin yani muhayyel atomların yasalarına indirgemeye çalışırlar. Onlar utana sıkıla bunlara sadece "moleküller" derler. Havanın moleküllerinden veya oksijeninden söz ettiklerinde en eğlendirici olmaya başladıkları zamandır. Dolayısıyla onlar için maddenin üç hali mevcuttur: biri ince toz, diğeri onun daha ince, bir üçüncüsü daha da ince halidir. Onların anladıklan budur. Bir sürü deney yapan bu adamlar çok az düşünürler ve bu sebepten ötürü en kaba türden gerçekçilerdir. _Deney yaparken amelelik kabilinden işlerin çokluğu demek ki bizim bu doğa bilimcilerimizi hem düşünmeye hem okumaya yabancılaştırmaktadır; yapılan deneylerin onlara asla hakikatin kendisini değil, fakat sadece onun keşfi için verileri sağlayabileceğini unutmaktadırlar. Hayat gücünü inkar eden ve onun yerine kimyevi güçleri ikame eden fizyologlar da bunlardan pek farklı değildir. _Bilim ve Bilgelik_ _Zihnimizin doğru kullanımı için şu şartlar gereklidir: 1- Gerçeklerin ve niteliklerinin doğru kavranılışı. 2- Bunlardan doğru kavramların oluşturulması. 3- Konunun doğru tetkik ve tahlili. 4- Yargıların, kıyasların öncülleri olarak bir araya getirilmesi veya terkibi. _Ama eğer ilk sıradaki işlemde, yani şeylerin ve ilişkilerinin algılanarak kavranılmasında esas nokta küçük görülmüş veya yeterince önemsenmemişse zihnin daha sonraki ameliyelerinin tümünün doğruluğu yanlışlıktan ileri gelen sonucu önleyemez. Bunların tam ve doğru olarak toplandığından emin olmaksızın önemli meselelerde kesin bir karara varmaktan uzak durmak gerekir. _Felsefe: _Felsefe, bütün bilimlerin basso conünuosu(arka plandaki kalın ses) olarak kabul edilmelidir fakat onlardan daha yüksek bir sınıfa aittir ve bilimle ne kadar irtibathysa neredeyse sanatla da o kadar irtibatlıdır. Nasıl ki müzikte her belirli bölümün basso conünuonun kendisine doğru ilerlediği tonaliteye karşılık gelmesi gerekiyorsa her yazar da takip ettiği hatta nispetle döneminde egemen olan felsefenin damgasını taşır. _Her bilimin de kendi özel felsefesi vardır; bitki bilim, hayvan bilim, tarih vs. _Her bir bilimin içinde en genel görüş noktasından değerlendirilip anlaşılan belli başlı sonuçlarından fazlasını anlamayız. Bu en genel sonuçlar evrensel felsefe ile irtibatlıdır çünkü bunlar ona önemli veriler sağlar ve bunları özel bilimlerin felsefi bakımdan işlenmemiş ham malzemeleri içerisinde arama zahmetinden onu kurtarır. _Her halükarda gerçek, evrensel felsefeyle bir noktada buluşacak (onunla aynı şeyleri söyleyecek)tir. _Felsefi bir eğilim olmaksızın uğraş konusu edinilen tecrübi bilimler gözleri olmayan bir çehreye benzer. Ne var ki bunlar kendi çaplarında kabiliyetli olan kimseler için uygun bir uğraş alanıdır, çünkü onlar bu türden ince araştırmalar için, yerine göre bir ayak bağı bile teşkil edebilecek yüksek melekelere sahip değillerdir. Böyleleri bütün güçlerini ve bütün bilgilerini tek bir sınırlı saha üzerine teksif ederler ve dolayısıyla sair her şeyde tam bir cehalet içerisinde kalmak pahasına bu alanda mümkün olan en tam bilgiye ulaşabilirler. Buna mukabil filozof bütün bilgi alanlarını gözden geçirmeli ve hatta bir ölçüde bunlara bihakkın vakıf olmalıdır. O nedenle sınırlı sahada uzmanlık iddiasında bulunanlar bir bölüğü sadece çarkları, diğeri sadece zemberekleri, bir üçüncüsü de sadece zincirleri imal eden şu Cenovalı saat imalatçıları ile mukayese edilebilir. Buna mukabil filozof bütün bunlardan hareket ve anlamı olan bir bütünü kendi başına imal eden bir saatçi ile kıyaslanmalıdır. Buna ilave olarak evelkiler bir orkestrada her biri kendi sazının ustası olan müzisyenlere de benzetilebilir; filozof ise büyük bir mükemmeliyetle bütün sazları çalmasa, hatta bunların sadece birini çalsa bile, her sazı kullanmanın esas ve usulüne aşina olması gereken orkestra şefine benzetilmelidir. _Filozof Bion, nasıl ki talipleri Penelope'nln kendisiyle birlikte olamadıklan için nedimeleriyle düşüp kalktılarsa, felsefeyi kavrayamayanlann da güçlerini kuvvetlerini bilginin daha aşağı başka dallannda tükettiklerini gayet zarif ve nükteli bir şeklide ifade ediyordu. _Şuur, Hafıza ve Hatırlama_ _Hayvanların bilincine dair tam bir bilgiye ulaşmak mümkündür. Hayvanlar akıl melekesi olmaksızın anlayışa sahiptir ve dolayısıyla onlarda algı bilgisi vardır, fakat soyut bilgi yoktur. Bunun ilk sonucu gerçek bir hafıza eksikliğidir. _Geçmişin münferit tablolarını zihnimizde ancak algı - sezgi vasıtasıyla canlandırabiliriz. Buna mukabil hayvanların hatırlama melekesi bütün zekaları gibi algıladıkları şeyle sınırlıdır ve esas itibariyle kendisini zaten tecrübe edilmiş olan olarak sunan yinelenen bir izlenimden ibarettir. Bu sebepten ötürü daha önceki fenomenin meydana getirmiş olduğu hal ve hissiyat yeniden uyanır. Buna bağlı olarak köpek tanıdıklarını bilir. _Gerçek hafızanın iş göremez hale geldiği muayyen durumlarda biz de salt algılayıcı hatırlama ile sınırlı kalırız ve bu ikisi arasındaki farkı kendi tecrübemizden çıkarabiliriz. Unuttuğumuz bir yeri ziyaret ettiğimizde; uyandırdığı intiba, daha önce zaten var olmuş veya tecrübe edilmiş bir şey olarak hissettiğimizde durum böyledir. Hayvanlann bütün hatırlamaları bu türdendir. _Hayvanlar ölümü de hissetmezler. _Hayvanlar bizden sınırsız derecede daha az acı duyarlar, çünkü onlar yaşadıkları anın doğrudan getirdiklerinden başka acı bilmezler. Buna mukabil bizde ıstırabımızın sebeplerinin çoğunu içinde barındıran gelecek ve geçmiş iyice genişler. _Hayvanlar ne kasıtlı ne riyakar olabilirler; onlar hiçbir şeyi ihtiyaten saklamazlar. Bu bakımdan bir cam su bardağı, madeni bardak karşısında ne ise bir köpek de insan karşısında odur ve köpeğin bizim için bu kadar sevimli olmasında bunun payı büyüktür. Onların davranışları insanlarınkinden farklı olarak belli bir masumiyet damgası ile ayırt edilir. Halbuki aklın ve onunla birlikte ihtiyat yahut düşünüp taşınmanın işin içerisine karışmasıyla bu tabii masumiyet insanların davranışından çekilmiştir. _Zaman zaman zayıf da olsa düşünmenin, akletmenin, sözleri anlamanın, tasarlamanın, temkinin, teemmülün izine rastlanır ve bu her zaman hayretimizi mucip olur. Bu türden en çarpıcı özellikleri filler sergiler; yüksek derecede gelişkin zihinleri zaman zaman iki yüz yılı bulan bir ömürlük itiyat ve tecrübe ile genişler ve desteklenir. Filler ekseriya, taammüt denilebilecek önceden tasarlamanın açık işaretlerini vermiştir ve bu her zaman hayvanlarda sair her şeyden fazla şaşkınlığımıza sebep olur. Terziden hıncını şiş batırarak çıkaran bir filin hikayesi mesela böyle bir hikayedir. _1830 yılında İngilterede Baptist Bemhard'ın, fili tarafından öldürülmüş bir bakıcının şüpheli ölüm vakasının araştırıldığı resmi Soruşturma yapıldı. Ortadaki delillerden anlaşılan şuydu ki iki yıl önce bakıcı fili ağır bir şekilde dövüp gücendirmişti; ve aradan iki yıl geçtikten sora fil ortada hiçbir sebep yokken fakat gayet elverişli bir fırsatı kaçırmayarak birdenbire bakıcısını yakalayıp un ufak etmişti. _Kavram ve Kavrayış_ _Duyular üzerindeki dış tesir(intiba) ve onun içimizde uyandırdığı ruh hali, şeylerin mevcudiyeti ile birlikte ortadan kaybolur. Dolayısıyla bu ikisi, davranışımıza kılavuzluk edecek olan asıl tecrübeyi kendi başına oluşturmaz. Geriye tek bir şey kalır: o bu intibanın birdenbire kayboluşuna tabi değildir ve zamanın gücünden muaftır: Kavram. Şu halde tecrübenin öğrettiği şey onda biriktiriliyor olmalıdır ve hayatta atacağımız adımlar için güvenilir bir kılavuz olarak uygun olan sadece odur. Bir his veya seziş o anla beraber kaybolup zamanla ölür gider. Fakat kavram, açık bilinci ve muhafazası sözcüğe bağlı olan bir tasavvurdur. Kavram sadece bağlı olduğu sözcükten değil fakat aynı zamanda teşekkül ettiği kavrayış ve algılardan da bütünüyle farklıdır. O bu duyu izlenimlerinden bütünüyle farklı bir mahiyettedir; ama çok uzun bir zaman geçtikten sonra bile onları değişmemiş ve azalmamış olarak tekrar geri vermek için bütün kavrayış - algı sonuçlarını kendisinde toplayabilir; tecrübe ancak böyle ortaya çıkar. _En özel kavram neredeyse müfret(eşsiz) yahut münferittir(tek) ve dolayısıyla neredeyse gerçektir; en genel kavram yani varlık ise neredeyse bir sözcükten başka bir şey değildir. Dolayısıyla gerçeğe inmeksizin bu türden genel kavramlar içinde kalan felsefi sistemler sözcüklerle hokkabazlık yapmaktan pek de farklı değildir. _Her türlü tecrit (soyutlama) tasavvura dayanır; onu ne kadar devam ettirirsek geriye o kadar az şey kalmış olur. Bu yüzden mütemadiyen safi hudutsuz soyutlamalar içerisinde dönüp dolaşan günümüzün şu felsefe taslaklarını okuduğum zaman bütün dikkatime rağmen çok geçmeden neredeyse onlarla ilgili bir şey düşünemez hale geliyorum, çünkü onlarda düşünecek malzeme bulamıyor, boş kabuklarla uğraştığım zannına kapılıyorum. Her kim bunu tecrübe etmek isterse Schelling'in takipçilerinin, daha da iyisi Hegelcilerin eserlerini okusun. _Genellikle basit kavramların örnekleri olarak gösterdiklerimiz kavram değil fakat kısmen duyuların, mesela belirli bir renginkiler gibi, duyumları, kısmen de bizce a priori bilinen algı kalıplarıdır ve dolayısıyla aslında sezgi-algı bilgisinir nihai unsurlarıdır. Ne var ki granit yerbilim için ne ise bu da bütün tasavvurlarımızın sistemi için odur; sezgi - algı bilgisi de burada daha ötesine gidemediğimiz, her şeyi destekleyen nihai sert zemin gibidir. _Bir kavramın açık seçikliği sadece onu yüklemlerine ayırabilmemizi değil fakat aynı zamanda bunları, hatta onların soyutlamaları olması halinde bile, bir defa daha çözümleyebilmemizi gerekli kılar, böylece bu sonunda sezgi - algı bilgisine ulaşıncaya ve dolayısıyla onu somut şeylere bağlayıncaya kadar devam edecektir. Böylece hem bunların hem de bunlara dayanan daha yüksek soyutlamaların tümünün gerçekliklerini temin etmiş oluruz. bütün bu kavramlara gerçekliği veren algıların nihai temeline ulaşmaksızın bu böyle devam edebilir. Mesela "ruh" kavramını alalım ve onu yüklemlerine aynştıralım: "düşünen, isteyen, gayrı maddi, yok olmaz varlık" . Burada hiçbir şey açık seçik düşünülmemiştir, çünkü bu kavramların unsurları algılarla doğrulanamaz, zira beyinsiz bir düşünen varlık midesiz hazmeden bir varlıktan farksızdır. _Kavramlar değil sadece algılar gerçekten açıktır; kavramlar olsa olsa seçik(farklı) olabilirler. _Sağır ve dilsizlerin durumuna baktığımızda akıl melekesinin kullanımının dile ne kadar bağlı olduğunu anlarız; eğer bunlar dilin hiçbir türünü öğrenmemiş iseler maymun veya fillerden daha fazla akıl emaresi göstermeleri zordur. Bu sebepten ötürü söz ve konuşma açık düşünme için vazgeçilmez vasıtalardır. Fakat nasıl ki her vasıta, her aygıt aynı zamanda ayak bağıdır ve destek olduğu gibi köstek olur, dil için de aynı durum söz konusudur. Çünkü o içinde sınırsız derecede ince ayrımları barındıran akışkan ve değişken tasavvurları belli katı, değişmez formlara girmeye zorlar ve sabit hale getirerek aynı zamanda onlara pranga vurur. Önümüze konulan bu engeli birkaç dil öğrenerek kısmen kaldırabiliriz; çünkü o zaman düşünce bir kalıptan diğerine konulur ve kabuktan kurtulur. Eski diller bu görevi yenilerden çok daha iyi yerine getirirler. Yeni dünyanın -köylü dili- başka bir şey anlamayan kimse bu sefaletini yazma ve konuşmada hemen ele verecektir; çünkü onun düşünmesi bu sefil, beylik kalıplara sıkı sıkıya bağlı olduğu için kaçınılmaz olarak eğilmez bükülmez ve tekdüze görünecektir. Deha sair her şeyde olduğu gibi bunu da telafi etmenin bir yolunu bulacaktır; mesela Shakespeare'de böyledir. _Burke: Bir konuşmanın sözleri, zihinde kavrayışa dayalı tasavvurlar, resimler canlandırılmaksızın mükemmelen anlaşılır. Fakat o bundan tamamen yanlış bir sonuca varır: sözcükleri herhangi bir tasavvurla ilişkilendirmeksizin duyar, anlar ve kullanınz. Halbuki bundan şu sonucu çıkarmalıydı: bütün tasavvurlar (idea) kavrayışa bağlı olarak oluşturulan temsiller (images) değildir fakat bilhassa sözcüklerle ifade edilmesi gerekenler safı kavramlardır (abstract notions) ve bunlar tabiatları gereği algılanabilir7 değildir _Her olgunun her bir anlatımla kaçınılmaz olarak tahrif olmasının başta gelen sebebi şurada aranmalıdır: İkinci anlatıcı, muhayyilesindeki resimden tecrit ettiği kavramları nakleder ve bir üçüncü anlatıcı bunlardan yine kendine göre ikincinin anlattığından daha da farklı bir resim yahut tasavvur oluşturur. Bu defa da üçüncü anlatıcı bunları kavramlara dönüştürür ve bu süreç böyle devam eder. Kendisine aktarılan kavramlara sımsıkı yapışacak ve bunlan bir sonrakine nakledecek kadar duygusuz olan kimse en güvenilir nakilci olacaktır. _Kavramlann özü ve tabiatıyla ilgili en iyi ve en mantıklı açıklama T. Reid'indir. Onun açıklaması daha sonra D. Stewart tarafından reddedilmiştir. Böyle bir adama kağıt ziyan etmemek için kısaca ifade edeyim ki günümüz dünyasında kayırma ve eş dost yardımıyla hak edilmemiş şöhrete kavuşmuş olan çoklarından biri de budur; o sebeple burada ancak tavsiye yerine geçmesi için bu sığ kafanın karalamalarına bir saat bile aynlmasının zaman israfı olacağını söyleyebilirim. _Akıl melekesi ile insan iradesi önünde, hayvan için kapalı olan bütünüyle yeni bir saik türü açılmış olur. Bunlar soyut saikler, safi düşünceler veya tasavvurlardır ve hiçbir surette her zaman tecrübeden çıkarılmazlar. Ekseriya bunlar insana sadece başkalarının konuşmaları ve örnekleri, şifahi veya kitabi aktarım yoluyla ulaşırlar. Bu tür saiklerin düşünce veya tasavvura ulaşmasıyla birlikte insan hata veya yanılgıya karşı korunmasız kalır. _Hayvanlar hiçbir zaman tabii yoldan uzaklaşmazlar çünkü onun saikleri sadece, yegane mümkün hatta yegane gerçeğin alanı olan algı dünyasında bulunur. _Akıl melekesi herkese ama muhakeme kabiliyeti pek az kimseye verildiği için neticede insan aldanmaya açıktır çünkü o herhangi birinin kulağına soktuğu tasavvur edilebilir her vehmin kucağına terk edilir. Bunlar onu bir saik olarak iradesi üzerine etki ederek her türden terslik ve budalalıklara, duyulmadık taşkınlıklara, keza hayvan tabiatına en zıt eylemlere sürükleyebilir. _Mantık - Diyalektik - Retorik_ _Mantık, diyalektik ve retorik (belagat) birbirine aittir, çünkü bunların hepsi bir akli yürütme ya da hüküm çıkarma tekniğini oluştururlar; dolayısıyla bunların bu başlık altında öğretilmeleri gerekir. Mantık, kendi düşünmemizin tekniği; diyalektik, başkalarıyla tartışmamızın tekniği; retorik; kalabalıklara konuşma tekniği. Böylece onlar tekil, ikil ve çoğul, ayrıca iç konuşma, karşılıklı konuşma, kalabalığa konuşmaya (hitabe) karşılık gelirler. _Diyalektik dendiğinde Aristoteles ile aynı fikirde olarak hakikatin, bilhassa felsefi hakikatin mukabele musahabe yoluyla araştırılmasını hedefleyen karşılıklı konuşma ya da sohbet sanatını anlıyorum. Fakat bu tür bir sohbet zorunlu olarak az veya çok bir tartışmaya dönüşür; bu yüzden diyalektik aynı zamanda tartışma sanatı olarak da tarif edilebilir. _Belagatte belagat figürleri ne ise mantıkta da kıyas şekilleri hemen hemen odur; her durumda bunlar düşünülmeye değerdir. _Bazı bilimler vardır ki kurallarını bilmeksizin uygulanz; hatta bu kurallar ilk kez bu doğal uygulamadan soyutlama yoluyla elde edilirler; bu her üç bilimin de ortak özelliğidir. _Mantığın en azından kendi düşünmemiz için gündelik pratik bir yararı olmayacaktır. Çünkü akıl yürütmemizin kusurları vardığımız sonuçlarda ya da onun formunda değil de daha çok yargılarda dolayısıyla düşünmenin konusunda yatar. Buna karşılık tartışmada hasmın açıkça ya da belli belirsiz farkında ve kasıtlı olarak, sürekli konuşma süsü ve perdesi altında aldatmak için yaptığı temellendirmeleri kurallı kıyasların katı şekline indirgeyerek zaman zaman mantığın pratik faydasını görürüz. _Düşüncenin yasaları öğretisi iki temel yasaya, yani ortadakini veya üçüncü ihtimalin dışlanması yasasına ve yeter sebep ilkesine indirgenerek basitleştirilebilir. İlk yasa şöyledir: "Her yüklem her konuya ya yüklenebilir ya da yadsınabilir. İkinci düşünce yasası, yeter sebep ilkesi, yukanda sözü geçen yükleme veya yadsımanın yargının kendisinin dışında başka bir şey tarafından belirlenmesi gerektiğini ifade edecektir. Bu (saf veya tecrübi) bir algı – kavrayış veya sadece bir başka yargı olabilir. O zaman bu başka veya farklı şeye yargının temeli veya sebebi – illeti denilir. _Her yargıda bulunma bir fiil kullanımına dayanır ve tersi. Dolayısıyla bağ fiilinin önemi, ne daha fazla ne daha az, yüklemin konuda aynı zamanda düşünülmesidir. Şimdi "olmak" bağ fiilinin mastarının muhtevasının neye denk geldiğini düşünün. Fakat bu şimdinin felsefe profesörlerinin en başta gelen meselesidir; ama yine de onlara karşı çok fazla müsamahasız olmamalıyız. Onların çoğu bununla cismani şeylerden, maddi dünyadan başka bir şey anlatmak istemez ve yüreklerinin derinliklerinde masum birer kusursuz gerçekçi olduklarından buna en yüksek gerçekliği atfederler. Hal böyle olmakla beraber cisimlerden böyle ulu orta söz etmek onlara çok kaba ve nezaketsiz görünür; bu yüzden onlar daha zarif ve vakur göründüğünü düşündükleri "varlık" sözcüğünü tercih ederler ve önlerinde duran masaları ve sandalyeleri zihinlerinde onunla ilişkilendirerek canlandırırlar. _"Zira, çünkü, için, dolayı, böylece, binaen, iken, gerçi, haddizatında, lakin, eğer, öyleyse, ya-ya da" ve benzerleri gerçekte mantık edat/andır, bunların tek amacı düşünce süreçlerinde biçimsel olanı ifade etmektir. Bu yüzden bunlar bir dilin kıymetli varlıklarıdır. _Yargıların niceliği gerçekte yalnızca iki türlüdür, yani tümel ve tikel. Münferit bir tasavvur hiçbir surette bir yargının konusu olamaz, çünkü o bir soyutlama, düşünülmüş bir şey değil, algı - kavrayış konusu bir şeydir. Buna karşılık her kavram esas itibariyle genel-küllidir ve her yargının konu olarak bir kavramının olması gerekir. _Soru bir yargıdır ve onun üç bölümünden biri açık bırakılır: Gaius bir Romalı mıdır yoksa değil midir; ya da başka bir şey midir?" _Kıyas_ _Çıkarım, aklımızın bir ameliyesidir ve bununla başka yoldan elde edilen herhangi bir bilginin yardımı olmaksızın iki yargının mukayesesi ile bir üçüncü yargı ortaya çıkarılır. Bunlar her ikisinden bir şeyler taşıyan bir çocuğun babası ve anası olurlar. Öğrendiği şeyi biliyordu ama bildiğini bilmiyordu. Onun bu durumu herhangi bir şey, kendisinde olduğu halde onun kendisinde olduğunu bilmeyen kimsenin durumuna benzer; ve bu hemen hemen sanki onda yokmuş gibidir. Bütün elmaslar taştır; Bütün elmaslar yanıcıdır; O halde bazı taşlar yanıcıdır. _Netîce çıkarma, özü beyan edilen şeyin öncüllerde zaten düşünülmüş olduğunu açık bilince getirmemizden ibarettir. O itibarla bu kişinin kendi bilgisinin daha açık biçimde bilincinde olmasının veya bildiği şeyin farkına varmasının bir aracıdır. Bağlı veya saklı bilgi bu yolla serbest bırakılır. _İki öncül bir kimsenin kafasında uzun zaman birbirinden kopuk olarak varlığını sürdürmüş olabilir ve sonunda herhangi bir vesile onlan bir araya getirebilir. O zaman sonuç birdenbire ortaya çıkar, tıpkı çelik ve kayadan çıkan bir kıvılcım gibi, ama bu ancak birbirlerine çarptıklarında vuku bulur. Kısmen yan bilinçli hatta söze dökülmeyen düşünme edimleri ile bunlar bilgi birikimimizin kalanı ile mukayese edilir, ölçü ve tartıya vurulur hatta deyiş yerinde ise bir arada çalkalanır ta ki sonunda büyük doğru, küçük doğrunun karşısına gelir. Bunlar hemen kendi yerlerini alırlar ve ardından sonuç ansızın üzerimize düşen bir ışık gibi birdenbire ortaya çıkar, öyle ki bunun için herhangi bir ameliyede bulunmamıza gerek kalmaz, o deyiş yerinde ise, bir ilham gibi içimize doğar. _Burada bahse konu edilen düşünce sürecini halkalarla harflerden müteşekkil kilitlere benzetebiliriz. Bunlar bir seyahat vasıtasının yük kompartımanına asıldığında o kadar uzun bir süre sallanıp sarsılırlar ki en sonunda sözcüğün harfleri doğru sıraya gelir ve kilit açılır. _Bir şey üzerine düşünmek istediğimizde o hususta elimizde bulunan verileri bir araya getirir ve bunları yargılara dönüştürürüz. Bunlar da kolayca bir araya getirilir, mukayese edilir ve bu suretle bunlardan çıkarılması mümkün sonuçlara üç kıyas şeklinin hepsi kullanılarak hemen ulaşılır. _Sadece seziş yoluyla yani mutlu bir genel bakış ile, bilince yeni bir hakikati çıkardığımız için onu sonuç kabul edip öncüller ararız, diğer bir deyişle, onu temellendirmek isteriz. Çünkü bilgi genellikle delillerinden önce sübut bulur. _Her yargı süreci, tam ve etkileyici türden, esasen birinci şekil bir kıyas sunar. ...... _Metafizik İhtiyacı_ _Fizik, kendi ayakları üzerinde duramaz fakat yaslanacak bir metafiziğe ihtiyaç duyar. _Tabiatın iç varlığı (nesnelleşmesi içinde yaşama iradesi) güçlü ve neşeli bir şekilde iki bilinçsiz varlık katmanını ve ardından canlıların uzun ve geniş silsilesini geçip sonunda ilk defa yani insanda aklın tezahürüyle düşünmeye ulaşır. İşte ancak o zaman bunun ne olduğunu kendisine sorar. Ve burada ilk defa bilinçli olarak ölümle karşılaştığı ve bütün mevcudiyetin sınırlılığı ile her türlü çabanın beyhudeliği ve sonuçsuzluğu kendisini az ya da çok güçlü biçimde hissettirdiği için bu şaşkınlık daha ciddidir. Dolayısıyla bu düşünme ve bu şaşkınlıkla birlikte sadece insana özgü olan metafizik ihtiyacı ortaya çıkar _Tabiattaki her şeyin genel mevcut hali zorunlu olarak fizik sebeplerle açıklanabilir olmalıdır. Fakat böyle bir açıklama, her zaman aynı ölçüde zorunlu olarak iki temel kusurla malul(sakat) olacaktır. Bahis konusu kusurlar sebebiyle bu şekilde izah edilen her şey yine de gerçek anlamda izah edilmemiş olarak kalacaktır. İlk kusur her şeyi açıklayan sebep ve sonuçlar. İkinci kusur her şeyin açıklamasının yapıldığı müessir(etkileyici) sebeplerin her zaman bütünüyle izah edilemeyen bir şeye, yani eşyanın asli niteliklerine ve onlarda kendilerini gösteren tabii güçlere dayanmasıdır. Dolayısıyla her safı fiziki açıklamadaki bu iki kaçınılmaz kusur böyle bir açıklamanın ancak izafi olarak doğru olabileceğini ve onun bütün usül ve esasının yegane, nihai ve dolayısıyla yeterli, yani şeylerin arz ettiği muammanın tatmin edici çözümüne ve dünyanın ve hayatının doğru şekilde anlaşılmasına ulaştırabilecek bir usul ve esas olamayacağını gösterir. Bu sebepten ötürü genel olarak fiziki açıklama, bu hüviyetiyle, metafizik bir açıklamaya ihtiyaç duyar ve o bize onun bütün varsayımları için bir anahtar sunar. _Bizi buna götürecek ilk adım bu iki açıklama ve buna bağlı olarak fizik ve metafizik arasındaki farklılığın açık seçik farkında olmak ve bunu hiç akıldan çıkarmamaktır. _Bu genel olarak Kant'ın yaptığı tezahür - (fenomen) ve kendinde şey arasındaki ayrıma dayanır. Kant bu sonrakinin mutlak manada bilinemez olduğunu ileri sürdüğü için ona göre metafizik olamazdı, bu durumda ancak içkin bilgi yani baştan sona sadece fenomenlerden söz eden saf fizik ve onunla birlikte, metafizik peşinde koşan bir akıl eleştirisi olabilirdi. _Şeylere dair-özelde sebeplerden genelde güçlerden-yaptığı açıklamaların gerçekten yeterli olduğunu ve dolayısıyla dünyanın iç özünü tüm teferruatı ve tafsilatıyla tetkik ettiğini iddia eden bir fizik sistemi gerçek doğalcılık olurdu _Şunu bütün doğru ve iyi insanlar için zorunlu İnanç haline getirebiliriz: "Ben bir metafizik sisteme inanıyorum. " Bu itibarla mutlak bir fizik sisteminin müdafaası imkansız özünün insana kendiliğinden ve her defasında yeniden zorla benimsetilen bir görüş olduğuna ve bunun ancak daha derin bir spekülasyonla ortadan kaldırılabileceğine ikna olmak bizim için önemli ve gereklidir; böyle bir sistem, yani doğalcılık için bu daha da fazla böyledir. Bu bakımdan inanç sistem ve öğretilerinin bütün türleri itibar edildikleri kadarıyla ve sürece kesinlikle böyle bir spekülasyonun yerini tutacak bir ikame işlevi de görürler. ...... _Felsefenin İşi_ …… ___ _Önsöz_ _Gerdiğimiz noktada işler artık öylesine şirazesinden çıkmış, sırf işimize geldiği için yanlışı seçip göz göre göre doğruya ayak diremek tabiatımızı öylesine çarpıtmıştır ki bir yanlışın itirafı, ne kadar samimi olursa olsun, doğruyu bulmamıza yetmiyor, tıpkı bir şakul gibi, sadece bir uçtan bir başka uca savrulmamıza ve böylece hatt-ı şakulden bir kez daha uzaklaşmamıza vesile oluyor. _Nitekim ulaştığı son merhaleler itibariyle artık bizzat modem bilim, problem olarak gördüğü şeyleri çözmede yetersiz kaldığını teslim edip Redüksiyonizm’e sırt çevirirken ve bu aşamada hiç olmazsa artık önümüzde muamma olarak duran şeyi biteviye kesip biçmek yerine, ufkumuzu bütünün talep ettiği vüsatı kucaklayacak derecede genişletmeye çalışmamakta, vaktiyle bir çözüm tarzı olarak telaffuz edilmiş olan şey, yine Schopenhauer'den hareketle oluşturulmuş olan yaratıcı evrimi ısıtılıp yeniden tedavüle sürülmektedir _Redüksiyonizm – indirgemecilik_ _Olayların ya da olguların, onları oluşturan daha basit olguları çözümleyerek anlaşılabileceğini savunan felsefi akım Kelime anlamı olarak karmaşık olguların, bu olguların daha basit ve temel yapıtaşları kullanılarak açıklanmasıdır. Felsefi akım olarak indirgemeciliğe göre varlıklar daha küçük ve basit oluşumların toplamıdır. _İndirgemecilik dünyayı bilime götürdü. Bunun için, Einstein'ın genel izafiyet nazariyesini düşünmek yeterlidir. Moleküler biyoloji indirgemeciliğin bir ürünüdür, İnsan Genome Projesi de onun çocuğudur. _İndirgemeciler için varoluşçuların ileri sürdükleri delil ve temellendirmeler parçacıklannın hareket ettiği uzay-zaman kadar boş ve manasızdı. _Kısaca indirgemecilik, toplumu insanlar, insanları uzuvlar, uzuvları hücreler, hücreleri biyokimya, biyokimyayı kimya, kimyayı da fizikle açıklayacak olan görüştür. Daha da kabaca ifade etmek gerekirse nihayetinde o bütün gerçekliğin "aşağıda" mevcut fizik temelinde olan her neyse ondan ibaret olduğu görüşüdür. Atom-altı parçacıklar teorisinin kuvarkları veya zerrecikleri ve bunlar arasındaki karşılıklı etkileşimler. _Toplumlar insanlar hakkındaki, insanlar uzuvlar hakkındaki yasalarla, uzuvlar hücreler, hücreler biyokimya, biyokimya kimya, kimya da sonunda fizik ve parçacık fiziğinin yasalarıyla açıklanmalıdır. _İndirgemeciliği daha iyi anlamak için Aristoteles'ten başlayabiliriz. Aristoteles bilimsel açıklamanın kıyas yoluyla dedüksiyondan müteşekkil olduğunu ileri sürer, şunun gibi: Bütün insanlar ölümlüdür. Sokrates bir insandır. O halde Sokrates ölümlüdür. Aristoteles batı kültürüne böylece olgu ile ilgili külli - evrensel kurallar (bütün insanlar ölümlüdür) ile başlayıp, daha sonra düşünce ve değerlendirmeye özel durumları alarak, ardından da evrensel kuralı özel duruma (Sokrates bir insandır) uygulayarak sonuca (Sokrates ölümlüdür) ulaşan bir muhakeme modeli sunar. Şimdi Newton'un üç hareket yasası ve bir genel çekim kanunundan ibaret olan mekanik yasalarını hatırlayalım. Bunlar Aristoteles'in, bilimsel açıklama külli-evrensel bir kural ile başlayıp, bu kuralın özel durumlara sistematik biçimde uygulanması ile devam eder talimatına gayet güzel bir şekilde uyar. _Newton'un ardından daha yüzyıl geçmeden Laplace onun yasalarını genelleştirip istenilen büyüklükteki kütle veya parçacık kümelerinin aynı esaslar dairesinde hesaplanabileceğini ortaya koydu. Laplace parçacıkların tümünün eş zamanlı olarak hareket yasalarını takip edeceğini fark ederek dipsiz bir zeka ile mücehhez bir "daimon " tasawur etti. Eğer evrendeki bütün parçacıkların anlık konumlan ve hız dereceleri verilecek olursa, diye ilan eder Laplace, bu daimon parçacıkların tümünün gelecek bütün tarihini ve ayrıca Newton yasalarının zaman-tersinmesi sayesinde parçacıkların bütün geçmiş hareketlerini bilirdi. _Sözün kısası yeterli bir zeka, içinde bizler ve fiillerimiz de olmak üzere, evrenin tüm geçmişini ve geleceğini evrendeki parçacıkların mevcut konum ve hız derecelerinin kesin bir açıklamasından hesaplayabilecektir. _Galileo'dan beri bu toplar eğik yüzeylerde yuvarlandı ve kat ettikleri mesafenin geçen zamanın karesiyle orantılı olduğu gösterildi. Buna bağlı olarak bilim adamları evrenin ve evrendeki her şeyin Newton, Einstein, Schrödinger tarafından keşfedilen tabiat kanunları ile belirlendiğine ve yönetildiğine inandık. Hatırlanacağı üzere bu inanca 'Galileo büyüsü" dedik. Ve bu büyünün etkisiyle 350 yıldan fazla bir zamandır indirgemeciliği ve onun önümüze koyduğu açıklamaları şeksiz şüphesiz doğru kabul ettik. _Herkes biliyor ki biyosferin evrimi bu bilimsel yasanın kısmen ötesindedir. Dahası başka karmaşık sistemler de onunla bu niteliği (yani önceden kestirilemezliği) paylaşırlar. Ve bugün bizzat bu kanunların sıkı takipçileri bile teslim etmektedir ki bu sürecin düzenliliklerinin ne olduğu ve nasıl bir seyir takip edeceği önceden söylenemez. _Rivayet edilir ki Columbus tayf asıyla birlikte kıyıya ayak bastığında Amerika yerlileri "gemiler"i görmemişlerdi, çünkü gemileri içine yerleştirecek düşünce kategorilerine sahip değillerdi. Bizim durumumuz da şimdi buna benziyor. Baktığımız şeye dair uygun bir nazariyeden yoksun görünüyoruz. Kimi zaman bilim (kimsenin görmediği şeyleri değil herkesin gördüğü) şeyleri yeni bir tarzda görerek ilerler. _Galileo'nun iddia ettiği gibi bilim bizi hakikate götüren tek yol değildir. Hayatımızı tam olarak anlayamadığımız aralıksız devam eden bir yaratıcılığa doğru yaşamak zorunda kalışımız tek başına aklın hayatımızı yaşamak için yeterli bir kılavuz olmadığı anlamına gelir. Kat ettiğimiz yolun sonunda şimdi geriye dönüp baktığımızda görüyoruz ki aklın kendisi sonunda bizi aklın yetersizliğini kabule götürdü. _Çağdaş fizik iki büyük nazariye üzerine oturur. Bunlardan ilki Einstein'ın genel izafiyet nazariyesidir ve uzay-zaman ve madde ile ilgilidir ve bu ikisinin maddenin uzayı eğecek tarzda nasıl etkileşimde bulunduğunu araştırır. Ve eğik uzay maddeye nasıl hareket edeceğini "söyler". İkincisi ise standart parçacık fiziği modelidir ve bu gluonlarla birbirine bağlı olan kuvarklar gibi temel atom altı parçacıklar üzerine oturur. Kuvarklar karmaşık atom-altı parçacıkları oluşturur ve bunlar da protonlar, nötronlar, atomlar, moleküller ve benzeri gibi bilinen parçacıkları teşkil eder. _Modern Bilimin İndirgemeciliği: _Bilimin verileri doğrultusunda, Galileo, Newton ve onların takipçilerinden hareketle oluşturulmuş mevcut dünya görüşümüz, kendisi Aydınlanmanın çocuğu olan modern dünyevi toplumun temelini teşkil eder. Aslında çağdaş bakış açımız indirgemecidir ve bütün fenomenlerin nihayetinde temel parçacıkların karşılıklı etkileşimleri açısından izah edilmesini öngörür. _İsmi bir zamanlar bu kavramla birlikte anılan Bergson'un bütün kitap boyunca bir kez bile zikredilmemesi gayet manidardır. Bizim gibi ülkelerde vakayı adiyeden sayılan ve artık yadırganmaz hale gelmiş olan bu durum her şeye rağmen batıda hala dikkat edilen, titizlik gösterilen, en azından ahlaki planda ciddi bir kusur telakki edilen bir zayıflıktır. Fakat değil mi ki adalet er geç yerini bulacaktı. Ruhçuluğun yeni bayraktarı olarak takdim edilen Bergson da başka şeylerin yanı sıra biraz da ortak dil rüzgannı arkasına alarak vaktiyle aynı şeyi Schopenhaucr'a yapmış, bütün felsefesinin temel fikirlerinin neredeyse tamamını ona borçlu oldugu halde yirminci yüzyılın başlannda başta kara Avrupası olmak üzere tüm dünyaya bunları kendi ismiyle yaymaktan çekinmemişti. Ne diyelim, kimsenin yaptığı yanına kalmıyor. _Agency: inorganik dünyada tam bir determinizm içerisinde sebep sonuç ilişkisi sonucunda vuku bulan "hadiseler"den farklı olarak organik dünyada canlıların ve hususiyle insanın ortaya çıkmasıyla onların "güya" kendine mahsus saikler ile gerçekleştirdikleri ayrı bir kategori olarak görülmekte ve böylece indirgemeciliğin belirlenimciliğine karşı konulduğu zannedilmektedir. _Hayat, faaliyet, değer ve eylem, evrende gerçektir. Buna (evrim veya gelişme sürecinin bazı safhalannda önceden bilinmeyen yeni birtakım özelliklerin) ortaya çıkışı denir. Weinberg'e rağmen evrende aşağıyı göstermeyen açıklayıcı oklar vardır. _Zuhur şimdilerde telaffuz edilmeye başlanan yeni bilimsel dünya görüşünün büyük ve önemli bir bölümünü teşkil eder. Buna göre hiçbir fizik kanunu ihlal edilmemesine karşın biyosferdeki hayat, biyosferin evrimi, insani tarihselliğimizin tamlığı ve faaliyet içerisinde olduğumuz gündelik dünyalarımız da bir o kadar gerçektir ve hayatımız için merkezi bir yere sahiptir. Bunlar ne fiziğe indirgenebilir, ne de fizikle açıklanabilir. _Yeni şekillenmeye başlayan bu bilimsel dünya görüşünde zuhur ve onun sözü edilen indirgemeci yaklaşıma meydan okumasından daha da derin ve esaslı olan bir şey daha vardır. Buna Galileo büyüsünün bozulması diyeceğim. Galileo bilardo toplarını eğik yüzeylerde yuvarlayıp kat edilen mesafenin geçen zamanın karesiyle orantılı olduğunu göstermişti. Ve bundan evrensel hareket yasası çıkarıldı. Newton Principia'sında bunu takip etti ve bütün modern bilimlerin temelini belirlemiş oldu. Bu zaferlerle birlikte batı dünyası evrende olan her şeyin tabiat kanununun hükmü altında olduğu fikrine ulaştı. Aslında sözü edilen indirgemeciliğin kalbi burada saklıdır. Galileo büyüsü belki de bu yüzden bozulmalıdır. Çünkü biyosferin evrimi, insanın içtimai ve iktisadi tarihi tabiat kanunuyla ancak kısmen tarif edilebilir. Eğer biyosferin evriminin, insanın fenni, içtimai ve iktisadi tarihinin tasvirine tabiat kanunu kafi gelmiyorsa onun yerini ne alacaktır? Pencereden dışarı bakıp cıvıldaşan hayata kulak verin. Güneş 5 milyar yıldır yeryüzünü aydınlatıyor. Bu gezegende yaklaşık 3.8 milyar yıldır hayat var. Evrende bildiğimiz en karmaşık sistem olan bu hayat ağı hiçbir fizik kanununu ihlal etmiyor ama yine de kısmen kanunsuz ve hiç durmaksızın yaratıcı. _Kierkegaard'ın söylediği gibi hayatımızı ileriye doğru; Nietzsche'nin söylediği gibi sanki biliyormuş gibi yaşıyoruz. Hayatımızı sırra, muammaya doğru yaşıyoruz ve bunu inançla ve cesaretle yapıyoruz. ___ _Garazkar _Ameliye : İş _Esaslı _Teşmil _Mündemiç : İçkin _Mukabele _Musahabe _Mücerret : Soyut _Muhteva _Müfret : Eşsiz _Münferit : Tek _Cihet : Yön _Mastar _Muhteva _Pervane olmak _Açık _Seçik : Nitelik yönünden farklı olan. _Vehim _Şümul _İltisak _İntiba : Dış tesir _Elzem _Mengene _Belirlenimcilik _Antite: Soyut varlık, özgün durum _Biyosfer _Şirazesinden çıkmak : _Saik _Zuhur _Şümullü _Teemmül _Tefekkür _Gark olmak _Tezekkür _Teemmülsüz _Zehab _Muhayyel _Şakul, şakul topuzu: genellikle alt kısmında sivri bir uç bulunan, bir ipe asılan ve dikey referans çizgisi olarak kullanılan bir ağırlıktır. Su terazisinin öncüsüdür ve dikey bir veri oluşturmak için kullanılır. _Ünlü safsata hilesi _Kalın kafalı _Açıklamaların kifayetsizlikleri bizzat onların tabiatında saklıdır _Sebebe özgürlük vermek. _Bünyesinde bir gedik açarak ona nüfuz ediyor. _Bilginin işlenmesi _Zaman tersinmesi _Kavram hazinemiz
659 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.