Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

_Din, tanrıdan gelen ahlaktır. İnsan ise kötü bir varlıktır ve din insana ahlaki buyruklar verir. Fakat doğasındaki kötücül irade karşısında insanın aşkın iradeye yönelmesi, onu kötülük eylemlerinden uzaklaştırmaz ve din yetersiz kalır. İnsan saf özgürlük idesine yönelmedikçe, kesin ahlaki buyrukların sorumluluğunu almadıkça kötülük kendini yeniden üretecektir. Eğer din ahlak ile birleştirilmezse, bir teveccüh kazanma çabasından ibaret kalır. İlahi söyleme, dua etme, kiliseye gidip gelme ilerleme yönünde insanlara sadece taze güç, taze cesaret kazandırmalı; yahut bunlar vazife fikriyle esinli bir yüreğin dile gelmesi olmalıdır. Bunlar iyi işler için hazırlıktan başka bir şey değildir ve işlerin kendileri olarak görülmemelidir ve Tanrıyı hoşnut edebilmemizin yegane gerçek yolu daha iyi bir insan olmaktan geçer. _İnsanları kasvetli yapan bir din sahtedir; çünkü biz Tanrı'ya zoraki değil, neşeli bir yürekle hizmet etmeliyiz. _Tanrıyla konuşmayı dilemek saçmadır. Kavrayamadığımızla konuşamayız ve Tanrı’yı kavrayamayız; O’na sadece inanabiliriz. İşte bu yüzden duacının davranışları özneldir. _İnsanın hareketleri ahlaksal olmadığı sürece başka türlü Tanrı’ya hizmet etmeleri de olanaksızdır. _Diyelim ki Tanrının varlığının bilimsel bilgisine ulaştık. Tüm ahlakiliğimiz çökerdi. İnsan her eyleminde Tanrıyı kendisine karşı ya ödüllendirici ya da öç alıcı olarak görürdü. Bu imge kendisini onun ruhuna dayatırdı ve onun ödül umudu ve ceza korkusu ahlaki güdülerinin yerini aldı. _Dogmalar, insanın doğal yetilerinin kötüye kullanılmasının araçları, olgunlaşma için sürekli bir ayak bağı olurlar. _Kant'ta bir bilme meselesi değildir Tanrı. Varlığı ya da yokluğu problem değildir. Ama ihtiyaç duyulan, arzulanması gerekendir. Marx da o yüzden: Utangaç tanrıtanımaz, diyor Kant için. _Tanrı, ancak aklın var ettiği, onun aracılığıyla düşünülebilen bir şey. Akıl bunu arzulama yetisinde temel alır. Aynı şekilde özgürlüğü de. Özgür değilsen, ahlak yoktur. _Henüz ödev hakkında hiçbir şey bilmeyen genç Tanrıya karşı doğrudan bir vazifeyi kavrayacak durumda mıdır? Şurası kesin ki çocuklar Tanrıya tek bir saygı ve ihtiram ifadesine asla tanık olmayıp, hiçbir zaman Tanrının isminin anıldığını işitmeselerdi, eğer böyle bir şey mümkün olabilseydi, onlara önce insanlığın hedefini, amaçlarını ve insanlığı ilgilendiren şeyi öğretmek; yargılarını kesinleştirmek; tabiatın işlerinin düzenini ve güzelliğini göstermek; müteakiben bunlara evrenin yapısına dair, daha geniş bir bilgiyi eklemek ve ancak bundan sonra ilk defa Yüce Bir Varlık, bir kanun - koyucu fikrini açmak- bu çocuklara öğretilecek şeylerin doğru bir sırası olabilirdi. Tanrı hakkında ancak büyüyüp olgunlaştıklarında bir şeyler öğretmiş olsaydık sonuç ya kayıtsızlık ya da yanlış fikirler, sözgelimi Tanrının kudretinden dehşet olacak ve bu tür fikirlerin çocukların düşgücünde kalıcı bir yer edineceğinden korkulacaktı; şu halde böyle bir şeye meydan verilmeyecekse eğer, çocuklara erken yaşta dini telkinlerde bulunmaya çalışmalıyız *** _Ahlak yasası, saf aklın yargısı dahilinde, kendi içinde bir güdüdür ve onu ilke edinen kişi ahlaki olarak iyidir. Bu yasa kişinin iradesini belirlemiyorsa, seçimini etkileyen karşıt bir güdü olmalıdır. Bu hipotez, kötü bir insanın bu güdüyü ilke edinmesi halinde ortaya çıkacağından, sonuçta ahlak yasasından sapması halinde, ahlak yasası bağlamındaki tasarrufu asla ne iyi ne de kötü değildir. _İnsan aynı ana hem iyi hem de kötü olamaz. Bu çelişkidir. _Şimdi birisi çıkıp, ahlakın estetik karakteri ve tabiatı nedir, cesaretli ve neşeli midir yoksa korkak ve üzgün müdür diye sorarsa, cevap verme gerekliliği nerdeyse yoktur. Bu kölece düşünce yapısı, ahlak yasasına duyulan gizli bir kin olmadan ortaya çıkamaz. O halde iyi ilerlemeyle teşvik edilen karar, ister istemez, neşeli bir halet-i ruhiyeye sebep olur. Bu ruh hali olmadan insan asla iyiye uyulan aşka kavuştuğundan, yani maksimini kendi bünyesine kattığından emin olamaz. _Tüm kurguların en iyisi olan papazlık dini hristiyanlığın lideri olan Papalık, ne kadar mütevazi olduklarını iddia etseler de, ruhani bir despotizm hizmetinde, yasaklayıcı ve baskı uygulayıcıdır. Mezhepler tanrı krallığına duyular aracılığıyla ulaşabilmenin farklı yolları olduğu sürece saygıyı hak eder ama tanrının temsilini, şeyin kendisiymiş gibi gösterdiklerinde hep birlikte suçlanmalıdırlar. _Yanılsama_ _Bir şeyin temsiline, o şeyin kendisiymiş gibi bakma aldanışıdır. Ünvan ve mevki tutkusu da buradan doğar, zira bunlar başkaları üzerindeki üstünlüğünün dışsal temsilleridir. Hatta deliliğe de böyle denir çünkü basbayağı başka bir şeyin temsilini, şeyin kendisi yerine koyar. Hangi şekilde olursa olsun, bir varlığın ona başkası tarafından bildirilip tanrı iye tanımlanması hatta mümkünse böyle bir varlık ona görünse de ilk olarak yapması gereken şey, ona saygı gösterme ve tanrı olarak bakmaya yetkin olup olmadığına karar vermek için bu temsili, kendi idealiyle karşılaştırmaktır. Dolayısıyla salt vahiyden doğan, başka bir deyişle, bu kavramı tüm saflığıyla mihenk taşı olarak belirlememiş bir din olamaz. Bu olmadan tanrıya yapılan her tür gönderme putperestlik olur. _Batı düşüncesi, gerek Ortaçağ, gerekse Yeniçağ boyunca hep Kilisenin ekseni etrafında dönüp durmuştur. Düşünce adamları Ortaçağda, Kilisenin doğrularını rasyonel temellere oturtma, Yeniçağda da kiliseden kurtulma yönünde hamleler yapmakla uğraşmışlardır. Bu hamleler farklı boyutlarda kendini göstermiştir. Kiliseyi reddetmekle birlikte Tanrı’yı ve Din’i reddetmeyen eğilim ile her tür dinsel anlayışı toptan reddeden iki eğilim belirmiştir. _Batı felsefe hareketlerini anlamanın yolu biraz da bu hareketleri üreten sosyal şartları ve anlayışları kavramakla mümkün olacaktır. Kant yaşadığı dönemde Kilise paradigmasının sağlıklı bir dinsel anlayıştan uzak olduğunu tespit eder ve diğer dinlerin varlığını da dikkate alarak sağlam bir dinsel anlayış için ortak bir zemin bulmayı ister. Onun bu çerçevede yaşadığı toplumun dinsel anlayışının üstüne çıktığını ve din fenomenine bütüncül bakmayı başardığını söyleyebiliriz. _Kant, akıl dini olarak tanımladığı kendi din anlayışını, vahyedilmiş din olarak gördüğü Hıristiyanlığın karşısına koymaktadır. Yegâne din, ahlaklılık veya akıl dindir. _Saf pratik akıl kendine yeter. Kendi içinden ve kendi özgürlüğünden doğmayan hiçbir şeyin, ahlâkındaki eksikliği gidermesi mümkün değildir. İşte bu yüzden, ahlâk kendi içindir ve bir dine ihtiyaç duymaz. _Kendimize mutlu ya da mutsuz dememizin tek sebebi başkalarıyla karşılaştırma yapmamızdır. _İnsan Doğasındaki Kötülük Üzerine_ _Dünya kötünün boyunduruğundadır, sözü dünyanın tarihi kadar, tüm kurguların en iyisi olan papazlık dini hristiyanlık kadar eskidir. Herkes, dünyanın başlangıçta iyi olduğunu ve cennet bahçesinde başladığına hemfikirdir. Ancak bu rüyanın hızla yitip gittiğini ve kötülüğe düşüşün insanoğlunu daha beter hale getirdiğini ve şimdi son devirde, dünyanın yok oluşunun yakın olduğunu belirtirler. _Varsayalım ki inanç, Seneca’dan Rousseau’ya kadar, ahlakçının iyi niyetli varsayımıdır ve insanın içindeki iyiliği ortaya çıkarmaya çalışmaktadır. Şöyle diyelim: İnsan, doğası itibariyle bedenin(doğa) sesi olduğunu kabul ettiğimize göre, ruhunun da sağlıklı ve kötülüklerden muaf oluğunu varsaymamak için sebep görünmez. O halde içimizdeki iyiliği ortaya çıkaran doğanın kendisi değil midir? _İnsanı, eylemleri yasaya aykırı olduğu için değil, bu eylemlerin, içlerinden, kişiye ait kötü maksimler(kişisel düşünceler) bulunduğu varsayımını çıkarabilmemiz türden olmaları sebebiyle kötü diye adlandırırız. Kötülüğün kaynağı ne iradeyi eğilim aracılığıyla belirleyen bir amaçta ne de doğal bir dürtüde bulunabilir, bu kaynak yalnızca özgürlüğün içindeki iradenin oluşturduğu kuralın içinde bulunabilir. Eylemi gerçekleştirenin kötü biri olduğu yargısında bulunulamaz. _Bir insana kötü diyebilmek için, kötülüğünün bilincinde olarak gerçekleştirdiği eylemlerden yola çıkarak, altında yatan kötü maksimi görme, bu maksimden hareketle temel zemini görme imkanına sahip olmak gerekir. _İnsan iyidir ya da kötüdür dediğimizde, bu sadece onun içinde iyi ya da kötü maksimlerin benimsenmesine dair nihai bir zemin bulunduğu anlamına gelir ve kendi türünün karakterini ifade etmiş olur. Dolayısıyla insanı diğer rasyonel varlıklardan ayıran kişiliğin, iyiliğin ve kötülüğün doğuştan olduğunu söyleyebiliriz. Kötüyse suçu ve iyiyse itibarı sahiplenmesi gerekenin doğa olmaığına, insanın bizzat bunun faili olduğu yönünde tutum almış oluruz. _Ahlaki maksimlerin benimsenmesinin, nihai öznel zemininin anlaşılmaz olduğu düşüncesi şuradan anlaşılabilir. Bu benimseme özgür olduğundan, zemini(örneğin, neden iyi değil e kötü bir maksimi seçmiş olduğum) herhangi bir doğal dürtüde eğil, yine bir maksimin içinde aranmalıdır. Şimi bir maksimin bir zemine sahip olması gerektiğinden ve maksimler haricine özgür seçime dair herhangi bir belirleyici zemin öne sürülmeyeceğinden ve de sürülmemesi gerektiğinden, yeniden ve durmadan, hatta nihai zemine bile ulaşamadan, öznel belirleme zeminleri dizisine dönüyoruz. _İnsan doğası itibariyle ahlaki olarak iyi ya da kötüdür. Bu ayrımın yanlış olacağı, başkalarının bazı açılardan iyi bazı açılardan kötü yani aynı anda ikisi de birden olduğu iddia edip etmeyeceği soruları akla gelir. Böyle bir durumda tüm maksimler kesinliklerini kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya kalırlar. Bu durumda taraf tutanlar, tutucular(hakaret üzere tasarlanmış ama aslında öven) karşıtlarına ise özgür düşünceliler yada serbest fikirliler denir. serbest fikirliler ise, fark etmez dediğimiz tarafsız serbest fikirliler ile ittifakçı serbest fikirliler olarak ikiye ayrılır. _İrade özgürlüğü, içinde bir güdünün bir eylem niyetini belirleyebilmesi için birey tarafından maksimi içinde bulundurmasını gerektiren bütünüyle benzersiz bir tabiata sahiptir. Her ne olursa olsun bir güdü ancak bu şekilde iradenin(özgürlüğün) mutlak kendiliğindenliğiyle bir arada var olabilir. _İnsan, doğası itibariyle kötüdür_ _ Baskıcı bir dinde, tanrıya yapılan sahte hizmet üzerine_ _Tek hakiki din sadece yasalardan, başka bir deyişle, koşulsuz gerekliliğinin farkına varabileceğimiz, saf akıl yoluyla vahiy edildiklerini kabul edeceğimiz pratik ilkelerden oluşur. Eşit düzeyde farklı formları olan kiliseler uğruna, birtakım kaideler yani saf ahlaki yargımız tarafından keyfi görünen ancak ilahi kabul edilmesi gereken hükümler bulunabilir. Bu inancın tanrıya hizmet etmek için gerekli olduğunu iddia etmek ve onu insanın tanrı tarafından takdir edilişinin en yüksek koşulu olarak görmek, sonunda sahte hizmete yani bizzat tanrının talep ettiği hizmetin doğrudan tersini yaparak sözde bir tanrıyı onurlandırmaya götüren dini yanılsamadır. _1_Dini Yanılsamanın evrensel öznel zemini üzerine_ _Tanrının kuramsal temsili ve iradesi, ahlakımız bakımından son derece tehlikelidir çünkü burada kendimiz için bize nasıl en kolay yarar sağlayacağına inanıyorsak o formda tanrı yaratır ve ahlaki yaratılışımızın en iç kısmı üzerinde çalışmayı gerektiren yorucu çabadan kaçarız. İnsan böylece sadece uluhiyeti hoşnut etmek için her şey, ahlaksız olsa bile, tanrıya itaatkar hizmetkarlar olarak hizmet etme gönüllülüğümüzü gösterir. İnsan, tanrıya hizmet için bu fedakarlığın yeterli olmadığına da inanır. Hac, kurban, cezalandırılmalar, günahlardan arınmak için daha uygun görülmüştür. İnsanlar, ahlaki olmasa da, tanrıya sınırsız itaat gösterip yanılsamalar içinde yararsızca kendilerini cezalandırırlar ve böylece daha kutsal olduklarını sanırlar. Çünkü bu cezalar dünyada hiçbir işe yaramasa da zahmetli olduklarından doğrudan tanrıya adanmışlık kanıtı gibi görülürler. Tanrının, buradaki iyi niyeti aslında onun ahlaki buyruklarına uyamayacak kadar zayıf olan ancak bu konudaki onaylanmış iyi niyeti sayesinde bu eksikliği kapatan kalbi gördüğü söylenir. Bu aslında kendi içinde hiçbir ahlaki değeri bulunmayan bir yönteme duyulan yönelim açıktır. Tanrıya adanmış yaradılışların kendisine ait olan bu değeri, uydurulmuş ve adına dindarlık denen düşünce yapısına yorarız. Bu dinsel yanılsamadan ibarettir. Bir kandırmaca olmakla kalmaz bilakis bir araca, amaçtan ileri gelen değer yerine kendine kas bir değer atfeden bir maksim haline gelir. Dolayısıyla yanılsama, bu maksim nedeniyle tüm biçimlerde aynı derece saçmadır ve aldatmacaya yönelik gizlenmiş bir eğilim olarak kınanması gerekir. _İnanç yandaşlarının, inanç olgusu sayesinde kendilerini bir nevi asilleşmiş ve daha aydınlanmış hissetmeleri psikolojik bir olgudur. Bu hayali saflık yüceliklerinden, kilisesel yanılsama içindeki kardeşlerine aşağılamayla bakmışlardır. Bunun sebebi, inanç farklılıkları nedeniyle kendilerini saf ahlaki dine birazcık aha yakın görmeleridir. _İyi = a dersek, bunun karşılığı iyi-değil olacaktır. Bu ikincisi, ya bir iyilik temelinin yokluğunun, =0, ya da iyinin karşıtının pozitif zemininin varlığının, =-a sonucudur. İkinci durumda iyi eğil, olumlu kötü olarak adlandırabiliriz. (Haz ve acı konusunda da benzer bir terim vardır: Haz =a, acı =-a ise, ikisinin e b ulunmadığı durum, yani kayıtsızlık =0 olacaktır.) İçimizdeki ahlak yasası, iradeyi harekete geçiren bir güç olmasaydı, ahlaki iyi(iradenin yasayla uzlaşısı) = a, iyi-değil ise = 0 olurdu, iyi-değil ise sırf ahlaki bir motive edici gücün yokluğunun sonucu olarak, =a’0 oluru. Ne var ki bizde, yasa güdüleyici bir güç oluğundan =a’dır. Dolayısıyla iradenin bu yasayla uzlaşısının bulunmaması(sıfıra eşit olması) yalnızca iradenin gerçek ve çelişkili bir belirleniminin yani – a’ya eşit olan yasa ihlalinin, başka bir deyişle, kötü iradenin sonucu olabilir. O halde bir eylemin ahlaksallığını yargılama ölçütü olan iyi ve kötü yaratılış arasında bir zemin yoktur. _Bilincin inanç konularındaki rehberliği üzerine_228
·
78 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.