Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

168 syf.
·
Puan vermedi
·
7 günde okudu
spoiler Baktım ki satırlarının üzerinden kalemle geçmeye fosforlu kalemim dayanamayacak, sayfaların numaralarını işaretlediğim bir kitap oldu. Doğrusu benim için bir ilkti. Kitabı bitirdiğimde ise “Bu aşk mıydı yoksa bir takıntı mı?” diye üzerine derin derin düşündüm ama hala bir yanıt veremiyorum. İki seçenek için de fazlasıyla nedenleri var. Nedenleri hakkında da yazmak istiyorum. Ama tabii yalnız aşk veya takıntı üzerine konuşulacak bir kitap da asla değil. Öncelike kitap gerçek bir hikayeye tamamiyle dayalı değildir. Başta hakkında çok bir şey bilmediğim kitabı okurken “Milena’ya Mektuplar” gibi, gerçek mektuplar veya bir çeşit günlük düşüncesiyle okuyordum. Meğer Goethe’nin biraz otobiyografik biraz da kurgusal bir romanıymış. Yani tamamen bir kurgu da sayılmaz. Betimlemeler muazzam kaleme alınmış. Bazen anısı olan bir şarkıyı dinlediğimiz zamanlarda, sanki o zamanlardaymış gibi hissederiz ya hani… kışın dinlediğimiz o şarkıyı, yazın dinlesek bile o kışı hissettirir gibi olur. Böyle şarkılar çok güçlü şarkılardır, insan beynine resmen bir başkaldırı yapar ve kendi istediğini yaşatır. İşte bazı kalemler de böylesine sağlamdır. Ve bu roman başından sonuna kadar kesinlikle bu tarife uygun bir biçimde kaleme alınmış. Mekanlar, mevsimler bir kenara dursun Werther’in acılarından, sevinçlerine tüm duygularını yüreğimde hissettim. Ve iliklerime dek hissettiğim esas duygu aslında edebiyatın gücü oldu. Duygusal zeka, farkındalık ve dolusuyla edebiyat. İnsan bunları bir kere tattığında, ömrünün sonuna dek bir yük gibi taşır. Werther da onlardandı. Ve aslında Lotte’den ziyade o aslında çoktan ölmüş biriydi. Uzaklaşmak istiyordu, kaçmak istiyordu hayatına bir anlam bulmak ve bir şeyleri sevmek istiyordu. Başta bunu doğayla denedi, doğayı sevdi. Onları resmetme ve betimleme isteğiyle yüreği pır pır etti. Sonrasında ne oldu? Ey insanoğlu, ne kadar inkar etsen de duramazsın kendi ayaklarının üstünde, kalamazsın bir başına, birinin çöpüne kirine bile muhtaçsın. İnsan insana derttir de, devadır da. Ve Werther’in devasız derdi, sevgili Lotte. Öylesine güzel, naif biriydi ki tıpkı Werther’in yüreğini heyecanlandıran doğadan bir parça gibiydi sanki. Bir çiçek kadar doğal, rüzgar okşadıkça savrulan ve hiçbir davranışının sırıtmadığı biriydi. Ama ne yazık ki, bu aşk çaresiz ve çıkarsızdı. Gel gelelim aşk veya bir takıntı mı sorusuna, aşk zaten çaresiz ve çıkarsız olan değil miydi acaba, yoksa biz her şeye bir anlam ve değer yüklemeye çalışan edebiyat tutkunlarının öylesine uydurduğu bir zırvalık mıydı? Aslında bu soru işaretinin karşısında böylesine affalamamın ve bir türlü kafamda silemememin nedeni hayata karşı sorduğum soruların temeliydi. Yoksa sorular sormayı bırakıp Tolstoy’un da dediği gibi inanç, yemek ve başımı sokacak bir ev ile mi yaşamalıydım? Bilemiyorum, her türlü de ölene dek yaşıyoruz zaten. Ne için yaşadığımız, nasıl, ne ile yaşadığımız, hangi davayı bağrımıza bastığımızın bizden başka kimin için önemi var ki? Taktığımız şeyleri de, sevdiğimiz için takmıyor muyuz zaten. Werther’ın da dediği gibi “…-insanları kendi hallerinde bırakmayı yeğliyorum; keşke beni de kendi halime bırakabilseler.” O aşkı için ölmeyi seçti. Bize ise onun hikayesini dinleyip kederlenmek düşer. Geceme dem katan muhteşem bir romandı, diğer okur arkadaşlarıma da selam olsun.
Genç Werther'in Acıları
Genç Werther'in AcılarıJohann Wolfgang Von Goethe · Can Yayınları · 2018120,7bin okunma
·
30 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.