Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Ölmek bu kadar kolay değil.
Ölümüm birden olacak seziyorum. Ve sen, gelip göğüs kafesimin ortasını tarumar ederken, ben yoksulluğun şakağına dayayacağım senin bana verdiğin revolveri. Sol omzumdan hırkamı al üzerine giy. Güneş’in bile üşüdüğü soğuklardan geliyorum. Talan olmuş çocukluğunu unut. Beni anımsa. Yıllara, yollara ve dahi umuduma sıktığım yedi altımışbeşlik kurşunla veda ediyorum, sana ve hayata. En güzel elvedalar mezarlardadır. Ben, senin uzattığın revolveri gömdüm toprağa. Bozkırı göğüs kafesime, seni o bozkırın içine, kendimi yollara. Kendine ve umuduna sarıl. Elveda. İnsan bir kere doğar ve binlerce kez ölür. Ben doğduğum toprakların tortusuyken ve sen benim yüreğimin içinde en kutsal yerken aldığım nefesi sayma lütfen. Ve revolverle fena harcayalım bizi. Tarumar edilen Ortadoğu’yu ve işbilmezlerin elinde sallanan gençliğimizi al. Sarılalım. Karanlık bir caddenin ve evren kadar büyük bir boşluğun kenarında tekinsiz olan tek şey ellerindi. Ben ellerinin en sıcak ve en soğuk yerlerinden tanırım seni. Bana revolveri uzatırken de, uçurumun kenarında manzarayı izlerken sırtıma dokunurken de beni öldürürken de.. Güzeldin. Hava kararınca elveda diyen haindir. Kaburgama bana verdiğin revolverle yedi kurşun sıktığımda inandım buna. Ve dünya böyle dolu iken göğüs kafesimin içinde sen bizi tanrısallaştırdın. Girdiğim tüm mağaralarda adın. Kuyunun arkası gökyüzü, senin yüzün. Düşmek bu kadar zor değil. İnsan insanı ellerinden tanır güzelim. İnsan insanı ruhunun en hoyrat noktasından bilir. Ben göğsümün en içinden, bizim revolverimizle tuttum ellerini. Babil’in asma bahçeleri ya da taç mahal hiçbirinin önemi yok. Senin ellerin, benim koşulsuz iman ettiğim tanrıdır. Ellerini ver. Şu, Tanrı gibi içinde dolaştığın zihnimden ve göğüs kafesimden ayaklarını çek. Sonra, sol omzuma daya revolverini. Geçmişten ve gelecekten uzak bütün kıtalara uzatalım ayaklarımızı samanyolundan. Sen, üzerine titrediğim saadetim, sen yüzünde abı hayatlar barındıran cennetim. Sen. Kendime bir kuyu bulup içine defalarca atladığım ve senin revolverinle dünyayı defalarca tarumar ettiğim günlerin hüznünü sol göğsümün altında yıllarca saklayacağım. Bu benim en güzel mağlubiyetim. Sen, semavi dinlerin tanrılarının bana attığı en güzel tokatsın. Sarılalım mı? Bütün hikaye bir revolverle başladı. Ve ben seni unutup unutup tekrar hatırladım bütün sabaha karşılarda, gece yarılarında. Kol saatimin tiktaklarını dinler gibi, ateşin içine atılan İbrahim gibi, onu yakmayan söğüt ağaçları gibi... Sen benim omzumdan indirmediğim çocukluğumsun. Ellerimi yıkarcasına temizlendim senden. Ve Tanrı gökten ağarcasına yağdı omuzlarımıza. Revolverini al artık benden ve beni yağmala. Göğsüme yedi kurşun yarası almaya geldim. Çık saklandığın kuyulardan ellerini ver ve ellerinle öldür beni. Ben bu savaşa sana yenilmek için girdim. Dünya böyle omuzlarımdayken ve ben bir uçurumun kenarından bütün kuyuları teker teker içime dolduruyorken bana ellerini uzatma lütfen. Ve ben, Minerva’nın Baykuşunu da Schöredinger’in kedisini de senin revolverinle kurşuna dizeyim sebepsiz. Koş gel demiyorum, geciksen de yeter. Hayat yeterince ince davrandığında evine dönmek istiyor insan. Ellerim gövdemi tarumar eden bu sessizliği ve bu sessizliğin sağır eden tınısını söküp atmak için geceden, senin revolverine koşuyor sürekli. Hayat mutlu olduğun üç beş andır ve insan yokluğun göğsünden yaratılandır. En güzel şarkıyı söyleyen bütün kurşunların içindeki barutlarda senin parmak izlerin... Yutkunamadığım bütün geceleri, üzerine yorgan diye örtmüşlüğümü anımsa. Putları kıran İbrâhim mağarasına çekildi ve yalnızım. Revolverimizi belimde taşıyorum artık. Sen yalnızlığım, yanılgım. Bir gün revolveri benden al ve yürümeye başlayalım. Yol bizim içimizdeyken ve sen benim adımlarımın yönüne varlığınla karar veriyorken sualsiz, nereye gideceğimizi sorma lütfen. Kırk kapının da on emrin de yedi havarinin de hiçbir önemi yok. Hadi sarılalım. Vahdet-i vücûd haktır. Çaldıkça inleten inlettikçe çözümleyen, vuran, parçalayan, kıran, tarumar eden bir şarkı ve ben o şarkının tam ortasından geçip sana tutunmalıyım. İsa’nın ellerindeki yaralar ve son kurşunu kalmış bir revolver. Bütün atları sürelim mavilere. Sarılıp ağlamak için bu son şansımız. Göğüs kafesimin içinde çalan şarkıların nakaratlarında senin adın ve ben binlerce kez ölmüş olmanın yorgunluğunda adım adım yürüdüm yolları. Sen kaburgama biteviye hükmetmiş, sen acımasız revolverlerle beni katletmiş sen... Oluk oluk akan kanlar ya da omzumdaki hırkan. Sarılalım. Bir gün saçların revolverden çıkan yedi altmışbeşlik bir kurşunun rüzgarı ile savrulacak ve ben senin ellerine koşarken umudumu kaybettiğim yerlerden düşeceğim Sokrates’in mağarasına. Sen benim gözüne bakarken gözümü kıstığım, sen benim yedi büyük günahım sen benim yorgunluğum... Olmadığım her yere varlığını götürdüm. Caddeler boyu yürüdüm ve ellerim en tekinsiz sokaklarda ellerini ve bana uzattığın revolverin namlusunu aradı gökyüzüne bakarak. Soğuk ölümlerin sıcak kucağına bırakalım kendimizi. Bu benim kavgam ve ben masivanın bütün yumruklarına hazırım. Yokluğunu ve kimsesizliğimi gizli bir sır gibi onmaz bir yara gibi taşırken omuzlarımda ve sen bütün yollarda beklerken aralıksız kendini, beni bulma lütfen. Yokluğun, cebimdeki son kurşun, ya da revolver. Hiçbir önemi yok. Gözlerini kapat ve bu vefasız şarkı bitsin. Vurulduk... Öfke dinince, sular çekilince ve sen beni kalabalık bir şehrin ortasında öperek uyandırınca rüyamdan göğsüme aldığım yedi kurşunu kustum banklara. Çağdaş yalanlarla yara sarıp göğüs kafesimin içindeki kuşları serdim yollarına hatırladın mı? Revolver, öfkem ve Jezabel. Kan revan.. Bütün intiharlarımı bir mermi kovanına sığdırıp kara kışlardan geçiyorum yorgunluğumla ve sen bir nefes uzağı mesafemde yoksun. Ben ölümlerin en acısını ciğerimde hissediyorum bulvarlarda. Acımasız olma bu kadar, çek revolverini ve vur beni. Öfke göğüs kafesimdeyken sarıl bana... Ben bütün sokaklarda sensiz yürüdüm. Bütün sigaralarımı sana yakıp bütün kadehlerimi sana kaldırdım. Acımasız olma bu kadar. Beni öldür. Beni revolverin en acımasız nefesinde yok et. Sol omzum göğsüm ve nefesim artık senindir. Sen benim en büyük dalgınlığımdasın ve ben dargınım. Bu ağırlık bedenime fazla artık. Ve ben nefes alırken ciğerlerimi bırakıyorum her seferinde kuytulara habersiz nefesimden. Ellerin, yürüdüğüm en güzel yol ve sen benim mecburi istikametim. Beni böyle yollarda, çaresiz ve yorgun bırakma. Ölmek bu kadar kolay değil. Bir sır gibi sakladığım göğsümden seni, çıkartıp attım bir sabah ve sırtımdan indi yedi kat gökyüzünün hüznü. Ağlayan çocukların mutsuzluğuna çevir revolveri ve hatırla, ben seni yine seveceğim yokluğunun içinden sıyrılıp. Kırmadan sevmeyi, incitmeden sarılmayı ama en çok seni... Beni artık ya sev ya da öldür şah damarımdan. Tarumar olan göğüs kafesimin penceresinden sesleniyorum sana. Burası Kerbela değil bana dudaklarını ver. Revolver’in son mermisi şarkımızı bitirecek. Şarkılar biter bilirsin. Ellerin ellerimde ömrümüzün son anına gidebiliriz. Bilirsin Ben kapattığım her kapının ardında kalmanın ağırlığıyla enkazlarımı biriktirdim fotoğrafının olduğu vitrinde ve sen giderken yangınlarını götürdün zemheri cehennemlere. Burası Kerbela değil bana ellerini ver. Ben her gece çürüyorum bu kuyunun dibinde, burası ahiret kapısı değil. Yürüdüğüm bütün yolları kendime ulaşmak için yürürken ben taşraların sokaklarında soluksuz sana rastladım. Devletin ve Allah’ın görmezden geldiği oldu bazı günler hüznümü. Hayır kan değil üzerindeki sevgilim mürekkep, revolver beni kurşuna dizdi. Sen ölümü düşledin, ben ölüyorum. Sonra birden yeryüzünün bütün aynalarını tutup yüzüne, çürüyen bedenlerden kırpılmış fotoğraflarda sevdim seni. Hayır sevgilim seni vurmadı dünyanın nefesi. Biz yokluğun şakağına dayanmış revolverin namlusunu, gaseyanlarımıza kattık. Küntü kenzen mahfiyyen sırrı adına sarıl bana. Ben bile isteye kuyusunu yanında taşıyan tarumar edilmiş o adamım. Ve sen celladımın omzundaki gül. Ben senin yokuşlarında son sürat sana doğru her koşuşumda o kuyulara takıldım ve düştüm. Elini bir uzatsan göğsümü soldururdun ve ben revolveri canıma katardım. Burası masiva değil Soğuk bir kış geçirdim. Göğüs kafesimin üstünden tam yedi kere yokluğun. Sislerin içinde aniden beliren umudun. Urganlar boyunca nefessiz kalışlar, sevişme arzuları. Bir Tanrı bize çocukluğumuzu geri versin. Seni o salıncakta ben sallayacağım. O revolveri alnıma ben dayayacağım. Gel içimdeki anadoluyu ateşe verelim sonra. Yeryüzünün ve senin yüzünün yeknesak çizgileri ezberimdeyken ve sen yenilirim korkusuyla bu savaştan kaçarken, benim kaburgama saplanacak bir merminin de revolverin yapacağı tutukluğun da hiçbir önemi yok. Sen benim sekizinci günahımsın. Gırtlağımda takılı kalan yumru ve aldığım her nefeste göğsümü dolduran yutkunamayışlar. Ben İsa’nın ellerini çivileyen çekiç kadar günahkarım Tanrı bunu affeder. Seni binlerce bulup milyonlarca kaybettim ama, bana kızma Revolver artık suskun. Kapıyı çalma sevgilim evimizi yaktım. Omzumda, ekmeğin buğusu ve ahu gözlerinin ağırlığı öylece dururken benim dört melekten azraili seçmemin ve revolverin dumanı henüz üzerinde tüterken çürüyen ellerimi gövdene katmamın hiçbir önemi yok. Göğsünün çiçeklerini saklama benden. Sen benim, Allah’a doğrulttuğum gülsün.. Bir sabah göğsümden başını çek ve bir kapı kapatalım içimizden, herkesin üzerine. Ben Kızıldenizin ortasında yapayalnız kalmış Musa’yım, Tanrım bana ellerini ver! Gözümden inen yedi okyanus ya da kum saatinde dönen yedi çöl hiçbir önemi yok. Revolveri kaburgama doğrult, ölelim... Sen, en zemheri ayazların göğsünü eriten o güneş ve ben kaburgamın altında beslediğim kuşların nefes alışlarıyla hayata tutunmuş yarım kalan o sancıyım. Yaşamak zehir zemberek debelenirken içinde bana sarıl ve bana iman et burası Hira değil. Sen bana Allah’ın, on birinci emrisin. Bir serçenin intiharı kadar yorgun günlerden geçip tutundum dallarına. Tüm mezarları gezdim hiçbiri göğsüm kadar büyük değil. Beni revolverin yedinci kurşunuyla vur ve bela sırrına erelim. Ayna tut yüzüne ve kırk sekiz bin alemi tanı. Sen bana Allah’ın, oku dediği o cehennemsin. Beni en kuytularımdan yaraladın ve ellerin milyon kere vefasız. Yürüdükçe adımlarıma karışan yolları unut, bütün gitmeleri kurşuna dizelim ve Tanrı’ya doğrult öfkeni. İçimde kapattığım kapıların ardında sen, revolver ve sancı. Beni kırk kere vurdular, ölmedim sandılar, ölüyordum. Çareler bitince, herkes gidince ve aynalar yolunu kesince beni eksik bırakmışlığını anımsa. Gittiğim her yerde senden kaçtım ve vardığım her şehir biraz senin saçların ben ciğerimden şu kurşunu sökemedim ne olur ellerini ver. Uçurumun kenarında son şarkımız gözlerin ve revolver. Yağmur yağarken bir ikindi vakti sol göğsünün altından sana yakarışımı duy. Paslı bir hançerin kanattığı yarayım, beni en tekinsiz yollarda bul. Sırtımda ihanetler öksüz bir çocuk ve en babasız evlerin yetim kalmışlığı. Revolver alnımızdaki o kara leke, ölmek bu kadar kolay değil. Giderken en çok seni alacağım yanıma bir de revolverin yarım kalan hüznünü. Yorulduğum yolları yüzünden ayırıp sana sarılacağım. Seni çok sevdim, ölmek bu kadar kolay. “Bu aşk burada biter ve ben çekip giderim, yüreğimde bir çocuk cebimde bir revolver.” ◇
Ali Bayam
Ali Bayam
·
1 artı 1'leme
·
455 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.