Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Çok eski ve çok uzun maalesef:(
O gün hastanede yatmakta olan arkadaşımın yanına ziyarete gitmiştim. Kendisi hiç iyi görünmüyordu. Sarıya meyilli ten rengi daha da bir sararmıştı. Adeta bir çiçek gibi soluyordu. Halleri hareketleri de değişmişti. Mesela benim eskiden beri tanıdığım Osman; samimi, heyecanlı, kanı hızlı akan biriydi. Ama o gün gördüğüm Osman ise durgun, bıkkın, hayattan ümidini kesmiş biri gibiydi. İnsanlara davranışı da suç işlemiş bir çocuğun ailesinden kaçması gibiydi. Kimseyle konuşmak istemiyor, sürekli uyuyordu. Ben gittiğimde de ne yaptımsa doğru düzgün konuşturamadım. Baktım konuşmayacak, hareketleri de değişmeyecek ben de kalkıp evime dönmek istedim. Konuşmamasına rağmen kendisinden müsaade isteyip kalktım. Tam odadan çıkacaktım ki arkamdan seslendi. Aslında onun normal hali de buydu. Söylemek istediklerini hep en son anda söylerdi. Arkama dönüp baktım. Anlaşılması zor bir konuşmayla bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. - Ali bakar mısın? Gitme, bir dakika dur. Senden bir şey isteyeceğim. Biliyorsun, seni severim. Sen benim en yakın arkadaşlarımdan birisin. Sana bir adres vereceğim ve oraya bir mektup götüreceksin. Bunu son nefeslerini alan arkadaşın için yapar mısın? Ne diyeceğimi bilememiştim. Öyle içten bir istekti ki bu kabul etmemem imkansızdı. Bana ne yapacaklarımı iki defa anlattı. Adeta ezberletmeye çalışıyordu. Oysaki zor bir şey de yoktu. Mektubu götürecektim ve Zahide adında birisine teslim edecektim. Osman o kadar anlattı ki bunu, adeta saatli bir bombayı imha ediyormuşum gibi dikkat etmemi istedi benden. Ben de onun bu isteğini ve anlattıklarını iyice dinleyip kabul ettim. Biraz sonra hastaneden çıktım ve söylediği adrese gittim. Burası küçük bir evdi. İki katlı, boyası dökülmüş, penceresi lekelerden görünmeyen fukara eviydi. Kapıya yaklaştım ve zili çaldım. Bir süre bekledim. Tam ikinci kez zile basacaktım ki küçük bir kız çocuğu kapıyı açtı. Esmer, kısa saçlı bir kızdı bu. Kapıyı açtı ve hızlıca koşarak içeriye gitti. Ben ne olduğunu anlamaya çalışırken kırk yaşlarında bir kadın geldi kapıya. Gözlerinde gözlük olan bu kadının görme engelli olduğu belliydi. Çünkü benimle konuşuyor olmasına rağmen benden tarafa bakmıyordu. - Buyurun, ne istemiştiniz? - Ben Zahide hanıma bakmıştım. - Neden aramıştınız Zahide'yi? - Kendisine bir mektup getirmiştim de. - Bekleyin çağırayım. Ben kapıda beklerken arkamdan tekerlekli sandalyede bir adam geldi ve geçmek için yol istedi. Yavaşça kenara çekildim. Kapıya yaklaşan adam kendisini bir anda sandalyeden aşağı bırakıverdi. Merdivenlerden içeriye düşmüştü. Ne olduğunu anlamadan yardım etmek için hemen hareket ettim. Adam yardımımı kabul etmedi. Kendisinin hergün aynı şeyi yaptığını ve artık alıştığını söyledi. - Yardımınız için teşekkür ederim. Sağolun. Siz neye bakmıştınız? - Zahide hanımla görüşecektim. Az önce söyledim de geliyor kendisi. - Durun ben de bir bakayım. Adam yerde sürüne sürüne içeri doğru gitti. Zahide, Zahide diye seslenişi de içeriye giderken kısılan sesleriyle içeride yankılanıyordu. Biraz sonra uzun ve kahküllü saçlarıyla, yüzünün güzelliğini kuşların bile kıskanacağı güzellikte birisi geldi. Ona bir arkadaşımın kendisine mektup gönderdiğini söyledim ve konuşmaya başladık. - Kim gönderdi bu mektubu? - Bana bir şey söylememem gerektiğini söyledi. Her şey mektupta yazıyormuş. - Peki neden kendisi gelmedi? - Kendisi şuan gelebilecek bir vaziyette değil de. - Peki madem. Teşekkür ederim. Mektubu verdim ve bana bir şey söyleyip söylemeyeceğini bilmeden beklemeye başladım. Aslında gidip gitmeme konusunda da kararsız kalmıştım. Zahide de eline almış olduğu mektubu yavaşça okumaya başladı. Satırların arasında gözlerini gezdirirken başını da istemsizce ve çok kısa hareketlerle sağa, sola götürüyordu. Gözlerinin dolduğunu fark ettirmemek için başını ve mektubu iyice aşağı eğiyordu. Ama ne yaparsa yapsın ağlamamak için direndiği çok belli oluyordu. Bir ara kafasını kaldırıp sağına soluna baktı. Evin kapısına tırmanan iki üç basamaklık merdivenlere doğru yürüyüp ikinci basamağa oturdu. Kafasını tekrar elindeki kağıtlara gömdü. Ben de kendilerini rahatsız ettiğimi, kusuruma bakmamaları gerektiğini söyledim. Zahide isimli kıza dönüp baktım ve kibarca rahatsız ettiğim için kusura bakmayın. Müsaadenizle dedim. O ise benim yüzüme bile bakmadı. Belki de benim söylediklerimi duymadı bile. Yaşlarla dolan gözlerini kağıtlara öyle dikmişti ki hiçbir şeyden haberi yoktu. Sanki o an onun için zaman durmuş gibiydi. Ben yavaşça arkama dönüp bahçe kapısına doğru yürümeye başladım. Kapının sürgüsünü çekip dışarı çıkmak için adımımı attığımda Zahide'nin seslendiğini duyar gibi oldum. Kendisine dönüp baktığımda gözlerinden akmakta olan yaşlarının çenesine kadar indiğini ve oradan da bir dolu tanesi gibi hızlıca yere düştüğünü gördüm. Kendisine vermiş olduğum mektupta ne yazdığını bilmememe rağmen gözleri yaşlı bir kızı tanımadığı birisiyle konuşturacak kadar ehemmiyetli ne olduğunu merak da ediyordum. Derken Zahide tekrar bir şey söyledi: -O! O öldü mü? -Kim? -Osman! Osman öldü mü? Ne demek istediğini tam olarak anlamamıştım. Beynim durumun ne olduğunu çözmeye çalışıyordu ki çektiği acıdan dolayı sesi titremeye başlayan Zahide bağırarak konuşmaya başladı. -Konuşsana be adam, ne susuyorsun! Sana diyorum, o öldü mü? - Osman'ı soruyorsan ölmedi. Ama... -Ölmedi öyle mi? Burada neden öyle yazmıyor peki! Oturduğu yerden kalkıp koşar adım yanıma geldi. Elindeki mektubu bir tokat gibi yüzüme vururcasına fırlattı. Ben ne olduğuna şaşırıp kalmıştım. Kağıtları topladım ve okumaya başladım: Sevgili Zahide... Sana bir ilan-ı aşk etmiş olsaydım ve sen bu ilanımı olumlu cevaplamış olsaydın. Seninle birlikte aşkımıza olan kıskançlığından solan çiçeklerin olduğu sokaklarda yürüseydik. Yaşadıklarımızı ve yaşayacaklarımızı bir kenara bırakıp, o anki sevgimizle hayata tutunsaydık. Birlikte, gamzendeki güllerle desenlenmiş olan güzel simânı seyretmekten geçmiş olan saatleri tahmin etseydik. Zahide, yaşanmamış bu sevgimize keşke olsaydı diyemiyorum. Çünkü biliyorum ki, hayalimdeki sen gerçek senin yerini tutmasa da sana olan aşkımın devamını sağlayacak mahiyette kuvvetli. Bilmiyorum, her seven benim gibi mi seviyor ama ben seni bir ayrı seviyorum. Ayrı kelimesinden anlatmak istediklerimin içinde birçok anlam yatmasına rağmen en çok vaziyette sensizlikte sen adında yedi ciltlik roman oluşturan yokluğundaki saf ve temiz sevgimden bahsetmek istedim. Gelelim sana olan aşkımın dışında bu satırları yazmamın sebebine. Sana; sevgilim, canım, birtanem ve daha nice sözleri söyleyemeden geçen yılların, saymakta matematiğimin yetmediği baharsız geçen yılların ardından içimde duymuş olduğum sana karşı olan hislerimin değişimindeki vaziyeti beni bu satırları yazmama sebep olmuş durumda. Bu arada şimdi anlıyorum ki birkaç satırda da olsa, sana canım demekle ne kadar mutlu olunuyormuş. Kulağıma sahte gelen birçok canım kelimesinin ötesinde hissederek yazmış olduğum bu beş harfli kelime; beni, seni daha doğrusu içimdeki seni yaşatmamda bir sebep olabilir. Bilmiyorum, belki de şimdi bu satırları yırtıp almalıyım. Çünkü bir kereye mahsus olarak yazmış olduğum canım kelimesi, sana karşı bitmiş olduğunu düşündüğüm hislerimin bitmediğine dalalet ediyordur. Şu anda anlıyorum ki meğersem insan hiç yakından tanımadığı bir insanı da bırakamayabilirmiş. Şimdi ben bu satırları tamamlamak zorundayım. Bunu şimdi yapamazsam bir daha hiç yapamayacağım ve ayrıca bu satırları tamamlamazsam sana karşı bir suç işlemiş gibi hissedeceğim. Belki de hiç senin olmamış ve olmayacak olan ben, seni aldatmış gibi hissedeceğim. Zahidem, yıllar önce sana karşı kalbimin en derinlerinde hissetmeye başladığım hislerim zamanla yerini acıya ve kedere bıraktı. Ve bugün hislerime ayrıntılı bir şekilde baktığımda yerinde olmayan aklım gibi hislerimin de bulunmadığını sezgiledim. Canım, seni yanımda bulamayıp da içimde yaşatmış olduğum sana sıkı sıkıya bağlı olduğum zamanlarda "ayrılıkta sevdaya dahil" diyerek yaşamaya çalıştım. Bugün bakıyorum da gerçekten ayrılık da sevdaya dahilmiş. Çünkü hayalinle sevgili olduğum günlerde hiç mi hiç sevdamda eksiklik hissetmedim. Sadece birkaç kez olmak üzere belki yanımda olmaman olmuş olmandan daha iyidir dedim. Onun dışında seni beklemekten, düşünmekten, özlemekten ve daha da ehemmiyetli olarak sevmekten hiç vazgeçmedim. Bugünlerde ise saydığım nice şeylerin hiçbirini yapamıyorum. Sanıyorum ki senin gibi içimdeki sen de beni bırakıp gitti. Gerçek mahiyette tamamen yalnız kaldım. Oysaki içimde beslemiş olduğum sen varken hiç yalnız kalmamıştım. Şimdi ise senin tarafından çifte yalnız bırakılmış birisi olarak söylüyorum ki; sen olmadan seninle geçirdiğim günler için sana çok teşekkür ederim. Bana sevmeyi, bilhassa da karşılıksız sevmeyi öğrettiğin için sana minnettarım. Sana seni sevmiş biri olarak ömrünün kalan günlerini yeislere kapılmadan, müteessirliklerin dışında çok mu çok huzurlu geçirmeni temenni ediyorum. Canım, -canım demekle bir zamanlar içimde hissettiğim seni, gerçek anlamda canım ilan ediyorum.- sana söylemek istediğim bir şey var: Keşke seni sevmekte acele etmeyip de senin beni sevebileceğin zamanlarda sevseydim diyorum. Belki sana kavuşmak dünyada eşi benzeri görülmemiş bir mutluluğa ev sahibi olmaktır. Böyle düşününce de sana olan hislerimin benden uzaklaşmış olmasına kızmıyor değilim ya neyse. Zahidem, satırlarımın en can alıcı yeri olarak nitelendirdiğim yerine geldim. Öncelikle unutmamalısın ki, zaferi ölünce kutlanan bir savaştır yaşamak... Neden böyle bir cümle kurduğumu düşünüyorsundur diye tahmin ediyorum. Canım seni severken duyduğum yokluğundaki acı ve kederden olsa gerek iki aydır mide kanserinden dolayı hastanede yatmaktayım. Belki de bir daha bu dünyaya ait olan hiçbir şeyi göremeyeceğim. Bundan dolayıdır ki elimde olmadan seni sevmekten vazgeçtim. Çünkü tahminlerim dahilinde seni düşlemeden sevmek ile bu sevgi içerisinde yokluğundaki keder beni ölmüş olmamdan daha fazla yakacak. Zahidem, bütün bu anlattıklarımın özeti, seni sensiz olarak yıllarca sevdim. Seni çok ama çok sevdim. Şimdi ben bu hayattan gidiyorum. Sevgili Zahidem bu arada bilmelisin ki sen bu mektubu okuduğunda ben bir daha seni düşleyemeyecek halde olacağım. Yani Zahidem artık ben ölmüş olacağım. Aşkla yaşamanı dileyerek "Ellere veda, sana hasret"... Seni sensiz seven... -Bakın burada neyden bahsetmek istediğini ben de bilmiyorum ama Osman... -Biliyorum Osman ölmedi diyeceksin. O yaşıyor falan filan! Gözlerinden akan yaşları ve gözlerini elinin ayası ile silip yüzüme hüzünlü hüzünlü baktı. Öyle acı çeken biri gibi bakıyordu ki yüreğimin parçalandığını hissettim. Zahide! Zahide! Arkama dönüp baktığımda Osman'ın karşı kaldırımda bize baktığını gördüm. Zahide bir anda beni ittirip Osman'a doğru koşmaya başladı. Ölmemişsin! Ölmemişsin! Nidaları atarak Osman'ın yanına vardı. Ben ise bütün olan biteni gözlerini açmış bir baykuş gibi izliyordum. Ama tam olarak da ne olduğundan bir haberim yoktu. Zahide Osman'ın karşısına varır varmaz ölmemişsin dedi ve sağ elini bir balyoz darbesi gibi Osman'ın sol yanağına indirdi ve bir anda sarıldı. Bu öyle güçlü bir tokat darbesiydi ki adeta sesinden bütün sokak inlemişti. Osman ve ben şoka uğramıştık. Az önce öldü sandığı adam için ağlayan kız, şimdi ölmemişsin diyerek tokat atıyordu. Ve bir anda sarılıyordu. Zahide elleriyle Osman'ı tamamen kavramış, başını da göğsüne gömmüştü. Sanki içinde bir yerlerde kavuşamadığı birisine yıllar sonra kavuşmuş hissine sahip gibiydi. Hem ağlıyor, hem de sıkı sıkıya sarılıyordu. Az önce hüznünden dolayı akan yaşları şimdi yerini mutluluk yaşlarına bırakmıştı. Osman ise Zahide'nin tam aksine ellerini kendi halinde bırakmış, bacaklarının yanına sallamıştı. Yavaşça Zahide'nin sarılmasından kurtulmak istercesine bir adım geri attı. Zahide bunu hiç anlamamışcasına sarılmaya devam etti. Osman ciddiyetini koruyarak söze başladı. - Zahide öncelikle mektubumda öldüğümü yazdığım için özür dilerim. - Neden böyle bir şey... - Her şeyi açıklayacağım. Mektubumda da anlattığım gibi seni yıllarca sevdim. Ama birgün bu sevgim yokluğunun verdiği ızdırabı geride bırakıp gitti. Ben ise yokluğunun verdiği ızdırapla baş başa kaldım. Bu ızdırap benim için öyle büyüktü ki önce kalbimi daha sonra da midemi yakmaya başladı. Anlıyor musun beni? İçim öyle acıdı ki bir süre sonra bu acılardan dolayı kansere yakalandım. Biliyor musun ölmeme çok az kaldı?... Gelelim mektupda öldüğüm yazısına: Ben gerçek anlamda ölmedim evet. Ama ayrılıkta sevdaya dahil diyerek yaşadığım zamanlarda olduğunun aksine sana karşı duymuş olduğum hislerim öldü. Ben de ölmüş oldum açıkçası. Sana bunları tek cümleyle açıklamam gerekirse: Sana duyduğum hislerimin öldüğü gün ben de öldüm. Açıkçası sevdiğim, ben seni sevememekle öldüm. Konuşma devam ederken Osman da Zahide gibi gözyaşlarını tutamayıp bir dolu tanesi gibi kendi haline bırakmıştı. - Zahidem eskiden ellere veda sana hasretti, şimdi ise ellere veda sevgiye hasret... Osman gözyaşlarını silip bir anda arkasını döndü ve hızlıca uzaklaşmaya başladı. Zahide ise olduğu yerde dizlerinin üstüne çöküp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Osman tam sokağın sonuna gelmişti ki son bir söz söyledi ve kayboldu: Zahidem ben öldüm evet. Çünkü sevgim öldü ve ben de öldüm. Unutma, sevgisi ölünce ölür insan...
·
529 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.