Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

_Alçakta olan kimse düşmekten korkmaz. _Çok süslenenlere bakın; hepsi de gizlenmek istiyordur. _Boşuna kendinizi kandırmayın; sürekli yaptığınız şey neyse siz osunuz. _Hukuk, her şeyin üzerinde olmalıdır. _Bir düşünceyi kabul etmeden düşünebilmek, eğitimli bir zihnin işaretidir. _Tanrılar da şakalara bayılır. _Fazileti olmayan insan, hayvanların en kirlisi, en vahşisi ve en doymak bilmez olanıdır. _Dostlar! Dost yoktur! _İyi, basit; kötü ise çok yönlüdür. _Hiçbir dahi, biraz çılgınlık karışımından yoksun olamaz. _Boş bir adamın ne olduğunu düşünmek bile insana ürküntü verir. _Ortak tehlikeler, birbirlerinin can düşmanı olanları bile birleştirir. _Düşmanlarından ziyade arzularını alt edeni daha cesur sayarım, çünkü en zor zafer kendine karşı alınandır. _Kendimi olduğundan az göstermek, alçakgönüllülük değil, budalalıktır; kendine değerinden az paha biçmek korkaklıktır, pısırıklıktır. _Demokratik devletin temeli özgürlüktür. _Hükümetlerin alınyazılarını belirleyenler, her zaman silah taşıyanlardır. _İşler, iş olarak şerefli veya şerefsiz diye ayrılmazlar. Yapılışlarındaki maksada göre şerefli veya şerefsiz olurlar. _Sevmek acı çekmektir, sevmemek ölmek.Sevmek zevktir ama yalnız sevilmenin hiçbir zevki yoktur. _Sanatın amacı, varlıkların dış görünümlerini değil, onların içsel önemlerini temsil etmektedir. _Gerçek bir arkadaş, iki gövdede yaşayan bir ruhtur. _Yalnızlık, vahşi hayvanlara ya da Tanrı’ya mahsustur. _Kimilerinin gerçekten özgür olabilmesi için ötekilerin köle olması gerekir. _İnsan düşünen bir hayvandır, insanları tanıdıkça hayvanlara saygı duyuyorum. _Erdem ve kabiliyet yönünden üstün olan kimselerin arkasından gitmek ve onlara uymak doğrudur. _Okuyup yazanla okumayıp yazmayan arasındaki ayrılık, ölülerle diriler arasındaki ayrılık kadardır. _Herkes kızabilir, bu kolaydır. Ancak doğru insana, doğru ölçüde, doğru zamanda, doğru nedenle ve doğru şekilde kızmak, işte bu kolay değildir. _Arzu öyle bir şeydir ki, hiç doymak bilmez; bir çok insanların hayatı, arzuları doyurma yollarını aramakla geçer. _İnsanoğullarının yönetimi sanatı üzerinde düşünen herkes, devletlerin geleceğinin gençlerinin eğitimine bağlı olduğu konusunda ikna olmuşlardır. _Bütün dünyevi yasam bir hastalıktır, bir tür duygu oluşumudur. En iyisi hiç doğmamış olmaktır. Eğer insan, bir felaket olup da doğmuşsa, en hızlı şekilde ölmeyi denemelidir. _ Herkesin haksız olması, senin haklı olduğunu göstermez. _Eğer bir kişinin düşünceleri, söze gerek kalmadan yeterli düzeyde ortaya konabiliyor olsaydı, ne gerek kalırdı ki konuşmasına? _Bir insan kendisine hakim değilse tercihlerine göre değil isteklerine göre hareket eder. _Görünmeyenleri anlamak için görünenlere bakmak gerekir. _Bir kadın ya da bir köle bile iyi olabilir; bunlardan birincisi biraz, öteki iyice alt düzeyden yaratıklar olsa da. _Fena insanlar korkudan itaat ederler, iyi insanlar sevgiden _Mevkilerini para ile satan kimseler, masraflarını geri almak yoluna düşerler. _Erdemli kişi haksızlık yapmaktansa, haksızlığa uğramayı daha uygun bulan kişidir. _Çocukları eğitenler, onları üretenlerden daha fazla onura layıktır. Çünkü bunlar sadece hayat verdiler, onlarsa iyi yaşama sanatını. _En üstün şey metafor ustası olabilmektir; başkalarından öğrenilemeyecek tek şey budur. İyi metafor, benzeşmeyenler arasındaki benzerliğe karşı sezgisel bir algı gerektirdiğinden, aynı zamanda dehanın da göstergesidir. _Yaşlılar hakkında: Hayatlarını umutlardan çok anılar yönlendirir, çünkü önlerindeki hayat kısa, geçmişleri uzundur ve umutlar geleceğe, anılarsa geçmişe dönük olur. Gevezeliklerinin nedeni de budur” ************** Metafizik _Doğa, sürekli olarak varlığını sürdürdüğü için ne yok oluş ne de var oluş vardır. _Doğada sadece düzen ve güzel olanın değil, düzensiz ve çirkin olanın da bulunduğu, hatta kötü olanın iyi olana, çirkin olanın güzel olana üstün geldiği farkedildi. Bu iki ilkeden her biri, bu iki eserden birinin nedenidir _Her şeyi bilenler bilgedir. Her şeyin nedenlerini de bilenler daha büyük bilgelerdir. Gerçekten bilge kişi, kendisine yasalar konulan değil, onları koyan kişidir. _Efsane sevgisi, bir anlamda bilgelik sevgisidir. Çünkü efsane, merak uyandırıcı şeyler toplamıdır. Bir güçlüğü fark etmek ve merak etmek, insanın kendi bilgisizlğini kabul etmesi demektir. _İlk düşünürleri de felsefi kurgulara iten şey, merak olmuştur. Onların başlangıçta merakı, zihnin ilk önce dikkatini çeken güçlüklere yönelmişti. Sonra onlar yavaş yavaş ilerleyerek araştırmaları genişledi. _Bilmek için bilmeyi tercih eden, en mükemmel bilimi tercih edecektir. En yüce bilinebilirin bilimi ise böyle bir bilimdir. Şimdi bilinebilir en yüce şeyler, ilk ilkeler ve ilk nedenlerdir. Çünkü ilkeler sayesinde ve ilkelerden hareketle geri kalan her şey bilinir. Bunun tersi olmaz, yani ilkeler, kendilerine bağlı olan şeylerle bilinmezler. Nihayet hâkim ve her tâbi bilimden üstün olan bilim, her şeyin hangi amaçla meydana geldiğini bilen bilimdir. Bu amaç, her varlıkta onun iyiliği olan ve genel olarak Doğa'nın bütününde en yüksek İyi olan amaçtır. _Nasıl ki, ancak ereğini kendi içinde taşıyan ve bir başkası için var olmayan insana özgür insan diyorsak, aynı şekilde bu bilim de bütün bilimler içinde özgür olan tek disiplindir. Çünkü yalnız o, ereğini kendi içinde taşımaktadır. Bir başka bilimin şeref bakımından bundan üstün olduğu da düşünülmemelidir. Gerçekten insan doğası o kadar çok yönden sınırlıdır ki, Simonides'e göre «sadece Tanrı bu ayrıcalığa sahip olabilir» Gerçekten en tanrısal bilim, aynı zamanda şeref bakımından en yüksek bilimdir. Ve sadece bu sözünü ettiğimiz bilimin, iki bakımdan, en tanrısal bilim olması gerekir: Çünkü tanrısal bir bilim, hem Tanrı'nm tercihen sahip olacağı, hem de tanrısal şeyleri ele alacak bir bilimdir. Şimdi sözünü ettiğimiz bilim, gerçekten bu iki özelliği taşıyan tek bilimdir. Çünkü bir yandan, genel kanıya göre Tanrı, herşeyin bir nedenidir ve bir ilkedir. O halde bütün diğer bilimler ondan daha zorunludurlar. Fakat hiçbiri şeref bakımından ondan üstün değildir. _Bütün insanlar doğal olarak bilmek isterler. Duyumların verdiği zevk, bunun bir kanıtıdır. Diğerlerinden fazla olarak görsel duyumlar, faydaları dışında bizzat kendileri bakımından bize zevk verirler. _Tümel bilgiler, insanlar tarafından kazanılması en güç bilgilerdir. Çünkü onlar duyusal algılardan en uzak olanlardır. _Bilim ve sanata, insanlar deney aracılığıyla erişirler. Çünkü “deney, sanatı, deney yokluğu ise raslantıyı yaratmıştır.” Polos. _Bir dizi deneysel kavramdan bütün benzeri durumlar için geçerli tümel bir yargı oluşturulduğunda sanat ortaya çıkar. İlacın belli bir hastalığa yakalanmış Sokrates'e, daha sonra birçok bireye iyi geldiğine ilişkin bir yargının oluşturulması işi, deney alanına aittir. _Deney sahibi insanların, deney olmaksızın kavrama sahip olan insanlardan daha fazla başariya eriştiklerini görürüz. Bunun nedeni, deneyin bireyselin, sanatın tümelin bilgisi olmasıdır. Deney olmaksızın kavrama sahip olan ve tümeli bilen, ancak onda içerilmiş olan bireyseli bilmeyen bir insan sık sık tedavi yanlışları yapacaktır. Çünkü iyileştirilmesi gereken, bireydir. _İlk Yunan Filozoflarının Neden Araştırmaları; Maddi Neden, Hareket Ettirici Neden_ _Her şeyi ancak ilk nedenini bildiğimizi düşündüğümüzde, bildiğimizi söylediğimize göre, kazanmamız gereken bilimin, ilk nedenlerin bilimi olduğu açıktır. Şimdi dört anlamda nedenden söz edilir: Bir anlamda, nedenden, özü anlarız. Bir diğer anlamda neden, madde veya niteliği taşıyan tözdür. Üçüncü bir anlamda o, hareketin kendisinden çıktığı ilkedir. Nihayet bu üçüncünün karşıtı olan dördüncü bir anlamda neden, ereksel neden veya iyi olan'dır. (Çünkü iyi olan, her türlü oluş ve hareketin ereğidir). _İlk filozoflar, her şeyin ilkeleri olarak sadece maddi yapıda ilkeleri kabul etmekteydiler. Tözün kendisi çeşitli özel biçimleri altında varlığını sürdürürken bütün varlıkların kendisinden doğup sonuçta yine kendisine döndüğü şeyi onlar «öğe»«varlığın ilkesi» olarak adlandırmaktaydılar. Nasıl ki Sokrates güzelleştiği veya müzisyen olduğunda, onun mutlak anlamda meydana geldiğini veya bu varlık tarzlarını terk ettiğinde ortadan kalktığını söylemezsek —çünkü burada niteliği taşıyan töz, yani Sokrates'in kendisi varlığını sürdürür—, aynı şekilde bu ilk doğanın varlığını sürdürmesinden ötürü ne oluş, ne de yokoluş vardır. Sözünü ettiğimiz filozoflar işte bu biçimde, diğer varlıkların hiçbirinin ne doğduğu, ne de yokolduğunu söylemektedirler. Çünkü ister tek, ister çok olsun, geri kalan bütün varlıkların kendisinden doğduğu ancak kendisi sürekli olarak varlığını sürdüren bir doğanın olması gerekir. Thales, ilkenin su olduğunu söylemektedir. (Yine bundan dolayı o, dünyanın suyun üzerinde yüzdüğünü ileri sürmekteydi.) (her şeyin kendisinden çıktığı şey, onun ilkesidir.) _Ortaya çıkışının nedeni nedir? Niteliği taşıyan tözün değişmelerinin nedeni hiç kuşkusuz kendisi değildir. Bu değişmelerin nedeni olan bir başka şey vardır. Parmenides de sadece tek bir nedenin değil, bir anlamda iki nedenin varlığını farzettiği ölçüde bunu kabul etmektedir. _Varlığın meydana gelmesinin nedeni, muhtemelen ne Ateş, ne Toprak ne de bu türden bir başka öğedir ve filozofların da böyle bir şeyi düşünmüş olabilecekleri akla uygun değildir. Öte yandan bu kadar muhteşem bir eseri raslantıya ve şansa mal etmek de akla uygun değildir. Bundan dolayı hayvanlarda olduğu gibi doğada da düzen ve evrensel uyumun nedeni olan bir Akıl'ın (Nous) bulunduğunu söylemek üzere bir insan ortaya çıktı. _Platon Öncesi Felsefelerin İncelenmesi_ _Aphrodite, bütün Tanrılar arasında ilk olarak Aşk'ı (Eros) yarattı. Aşk veya Arzu'yu varlığın ilkesi olarak kabul edilebilir. Parmenides _Her şeyin öncesinde Khaos vardı. Sonra geniş göğüslü Toprak ve Bütün Tanrılar arasında parlayan Aşk (Eros). Hesiodos _Doğada sadece düzen ve güzel olanın değil, düzensiz ve çirkin olanın da bulunduğu, hatta kötü olanın iyi olana, çirkin olanın güzel olana üstün geldiği farkedildi. Bu iki ilkeden her biri, bu iki eserden birinin nedenidir. _O halde Empedokles'in bir anlamda ve ilk kez, İyi olan ve Kötü olan'ı ilkeler olarak ortaya atan kişi olduğu savunulursa, her türlü iyiliğin nedeninin iyi olanın kendisi (her türlü kötülüğün nedeninin de Kötü olan'm kendisi) olması anlamında bu görüş, belki doğru olacaktır. Bunu hareketin ilkesi olarak tek bir ilke kabul etmeyip birbirlerinden farklı, hatta birbirlerine karşıt iki ilke ortaya atıp, nedeni ikiye bölmek yoluyla yapmıştır. Ayrıca maddi yapıda dört öğenin varlığını ilk kabul eden de o olmuştur. Ancak o, bu öğelerden, dört tane imişler gibi değil, bir tarafa Ateş'in kendisini, diğer tarafa tek bir doğa içinde birleştirilmiş karşıtlarını, yani Toprak, Hava ve Su'yu koyarak sanki sadece iki tane imişler gibi yararlanmaktadır. _Filozoflar da söyledikleri şeyi bilmiyor görünmektedirler. Çünkü onların hemen hemen hiçbir zaman ilkelerine başvurmadıkları veya onlara çok az durumda başvurdukları görülmektedir. Böylece Anaksagoras, evreni meydana getirişinde Akıldan ancak bir «deus ex machina» olarak yararlanmaktadır. _Leukippos ve Demokritos :Varlık ve Var-Olmayan diye adlandırdıkları Dolu olan ve Boş olan'ı kabul etmektedirler. Bu ilkelerden Dolu olan ve Cisim olan, Varlık, Boş olan ve Seyrek olan Yokluk'tur (Bundan ötürüdür ki onlara göre Yokluk, Varlıktan daha az var değildir. Çünkü Boşluk, Cisim'den daha az var değildi. Hareket sorununa gelince, varlıkların hareketi nereden ve nasıl aldıkları konusunu diğerleri gibi bu filozoflar da sessiz geçiştirmişlerdir. _Pitagorasçılar, kendilerini matematiğe veren ilk insanlar olmuşlardı. Bu disiplinle çok meşgul oldukları için, matematiğin ilkelerinin bütün varlıkların ilkeleri olduğunu düşünmüşlerdir. Onlara göre belli bir sayı adaleti, diğer biri ruhu ve aklı, bir diğeri uygun zamanı ifade etmekteydi ve bütün diğer sayıların her biri ile ilgili olarak da durum buydu. Pitagorasçılar, sayıların ilkelerinin bütün varlıkların ilkeleri oldukları ve tüm evrenin uyum ve sayı olduğu düşüncesine ulaşmışlardır. Sayıların unsurları Çift olan ve Tek olandır. Çift olan Sınırsız, Tek olan sınırlıdır. Bir olan, bu iki öğeden meydana gelir. Çünkü o, aynı zamanda hem çift, hem de tektir. Sayı, Bir olan'dan çıkar ve yukarda denildiği gibi sayılar, evrenin bütününü meydana getirirler. Onlar sayılar ve Armoni ile göksel olaylar, göğün kısımları ve evrenin düzeni arasmda yakalayabildikleri bütün benzerlikleri birleştirip, kendi sistemleri içine sokmakta ve herhangi bir noktada bir boşluk ortaya çıktığında, kuramlarının tam tutarlılığını sağlamak amacıyla ivedi olarak zorunlu eklemelere başvurmaktaydılar. _Tek-Çift, Doğru-Eğri, Bir-Çok, Işık-Karanlık, Sağ-Sol, İyi-Kötü, Erkek-Dişi, Kare-Dikdörtgen _Parmenides, Var-Olmayanın olmadığından emin olan o, tek bir şeyin, yani Varlığın kendisinin zorunlu olarak var olduğunu ve başka hiçbir şeyin var olmadığını düşünmektedir. Ancak olaylar karşısında eğilmek ve hem formel birliği, hem de duyusal çokluğu kabul etmek zorunluluğu ile karşılaşınca, iki nedenin, iki ilkenin varlığını ortaya atmak ihtiyacını hissetmektedir. Bunlar, Sıcak olan'la Soğuk olan'dır veya başka deyişle Ateş ve Toprak'tır ve o, bu iki ilkeden birini yani Sıcak olan'ı Varlık'la, diğerini Yokluk'la birleştirmektedir. _Platon'cu İdealar Kuramı_ _Platon, gençliğinden itibaren Kratylos'un dostu olduğundan ve bütün duyusal şeylerin sürekli bir akış içinde olduklarına ve bilimin konusu olamayacaklarına ilişkin Herakleitos'ungörüşlerini yakından bildiğinden, daha sonra da bu öğretiye sadık kaldı. _İlgileri hiçbir zaman Doğa'ya değil, ahlaksal sorunlara yönelmiş olan Sokrates, düşünceyi tanımlar üzerine yoğunlaştıran ilk kişi olmuştu. Platon onun bu öğretisini benimsedi. O, ortak tanımın bireysel duyusal nesnelerin herhangi birinde, hiç olmazsa onların sürekli değişim içinde olanlarında bulunmasının imkânsız olduğunu düşünmekteydi. Bu düşüncelerden hareketle Platon, bu tür gerçekliklere İdealar adını verdi. Öte yandan o, duyusal şeylerin İdealardan ayrı olduklarını ve hepsinin adlarını İdealardan aldıklarını söyledi. Çünkü İdealarla aynı adı taşıyan duyusal çokluk, bunlardan «pay almak» yoluyla var olmaktadır. Bu «pay alma »ya gelince, Platon onun sadece adını değiştirmekteydi. Çünkü Pitagorasçılar varlıkların, sayıların «taklit edilmesi» yoluyla var olduklarını söylemektedirler. Platon için ise bu «pay alma» yoluyla olmaktadır. Platon, duyusal şeyler ve İdealar dışında matematiksel şeylerin varlığını kabul etmektedir. Platon, onların öğelerinin, bütün varlıkların öğeleri olduklarını düşündü. Ona göre İdeaların ilkeleri, madde olarak Büyük olan ve Küçük olan, form alarak Bir olan'dır. Çünkü Büyük olan ve Küçük olan'dan hareketle ve Büyük olan ve Küçük olanın Bir olan'dan pay almasıyla, İdeal sayılar meydana gelmektedir. Bir olanın, bir olduğu söylenen bir başka şeyin yüklemi olmayıp, bizzat tozun kendisi olduğu konusunda Platon, Pitagorasçılarla görüş birliği içindedir. O, onlarla birlikte sayıların diğer varlıkların tözünün nedenleri olduğunu da kabul etmektedir. Ona özgü olan diğer bir nokta, sayıları duyusal nesnelerin dışma yerleştirmesidir. Oysa Pitagorasçılar sayıların, şeylerin kendileri olduklarını ileri sürmekte ve öte yandan matematiksel şeyleri İdealaıia duyusal şeyler arasında aracı varlıklar olarak ortaya koymamaktadırlar. Platon'un böylece Pitgorasçılara karşıt olarak Bir olan'ı ve sayıları duyusal dünyadan ayırmasının ve İdeları ortaya atmasının nedeni, mantıksal düzene ilişkin araştırmaları idi (çünkü ondan önce gelenlerin Diyalektik hakkında hiçbir bilgileri yoktu). _İdealar bütün diğer şeylerin özlerinin nedenleridir. Bir olan ise, kendi payına İdeaların nedenidir. Niteliklerin taşıyıcısı tözü ifade eden ve (duyusal şeylere ilgili olarak İdeaların, İdealarla ilgili olarak da Bir olan'm kendisine yüklendiği) maddeye gelince, o, İkilik'tir, yani Büyük olan ve Küçük olan'dır. Platon ayrıca bu iki öğenin birine İyi olan'm, diğerine Kötü olan'ın nedenini yerleştirmektedir. Bu, daha önce belirttiğimiz gibi önceki döneme aittir. _İncelenen Sistemlerin Aristoteles'in Dört Nedeni İle İlişkisi_ ***************** Politika _Doğa, hiç bir şeyi boşuna yapmaz. İnsan doğadan siyasal bir hayvandır. _Beslenme, farklı yaşam türleri meydana getirmiştir. _Erdemsiz insan varlıkların en vahşisi, adalet bilmeyenidir. Adalet devletin orta direğidir. _Kuvvet, haktır. _Düşük zekalılar köledir. Kadınlar köledir. Köleyle hayvanlar benzerdir. Köle her işi, kadın tek işi çok iyi yapar. Bunu yunanlı olmayan barbar toplumlar fark edemez ve o zaman yunanlar barbarları yönetmelidir. _Zekasıyla önceden görebilen bir kimse, doğaca yönetici ve efendidir, oysa beden gücüyle bunları yapabilen bir kimse doğaca köledir, yönetilenlerden biridir. Bundan ütürü, efendiyle köleyi birleştiren ortak bir çıkar vardır. _Kimilerinin gerçekten özgür olabilmesi için, ötekilerin köle olmaları gerekir. Uygar bir halkın kendi kültür kalıtımını sürdürebilmesi için, öteki ırkları sömürmesi ve onları tüm insan haklarından yoksun bırakması gerekir. _Efendi, kölesinin efendisidir fakat ona bağlı değildir. Kendi kendisinin olmayan, bir başkasına bağlı olan bir kimse, doğadan köledir. Köleliği doğaya aykırı saymalı mıyız? Bu hem zorunlu hem de faydalıdır. Canlı yaratık ilk önce zihin ile bedenden oluşur, bunlardan birincisi yöneten, İkincisi yönetilendir. _Kölelik hem doğal hem de savaş ganimeti olarak 2ye ayrılır. Kazanan taraf daha zeki olduğu için bu kölelik de normaldir, derler ama hileyle zeki olanlar köle olabilir ve buna uygun değildir derim. _Bazı kimseler her yerde köledir, bazı kimseler ise hiç bir yerde köle değildir. _Köle köleden, efendi efendiden üstündür, yani her iki topluluğun içinde tüm üyeler birbirine eşit değildir. _Erkeğin daha zeki olması kadını köle sınıfına sokmaz. _İnsanlar en yüksek iyi’yi amaç edinecektir. Bu, bizim Devlet dediğimiz topluluktur. _Devleti meydana getiren şey, ortak bir görüşü paylaşmaktır. _Devlet adamıyla devlet, kralla uyrukları, aile reisiyle ev halkı, efendiyle köleleri arasındaki ilişkileri aralarında yalnızca büyüklük değil, nitelik farkı da vardır. _Biyolojik olarak erkek ve dişinin birleşmesi gibi devlet de birleşerek oluşur. _Bir ailenin en küçük parçalarına bölünmesi, 3 çift ortaya çıkartır. 1- (despotluk)Efendi ile köle, 2- (kocalık)Koca ile karı, 3-(babalık) Baba ile cocuklar.4- Para işleridir. _Yaşam, üretim değil eyİemdir; onun içindir ki, mülkiyet konusu olarak köle, eyleme yarayan şeylerden biridir. _Zevk almanın aşırılıktan oluştuğu durumlarda, insanlar zevkli aşırılığı yaratan şeyi ararlar. Eğer bu paraysa insanlar bütün hünerleriyle bu işle uğraşırlar..... ***** Rüyalar Üzerine _Aristo, düşlerin tanrılar tarafından gönderilmediğini çünkü doğanın ilahi değil ;şeytani; olduğunu söylemiştir. Aristo öncesi düşlerde görülen şeyler gerçek olarak algılanırdı. _Aristoya göre hastalıklar düşte kendilerini belli ederler. Kalp ve akciğer hastalıklarında anksiyete duşlerinin sıklığı genellikle bilinmektedir. Yunanlılarda, hastaların iyileşme umuduyla duzenli olarak ziyaret ettikleri duş kahinleri vardı. _Uykuda Kehanet: Aristoteles, Tanrı’nın insanoğluna “geleceği görme bilgisi” verdiğini ve bu bilginin rüyalarda veya coşkunluk hallerinde ortaya çıktığını ileri süren Platon’u karşısına almaktadır. Aristoteles, ironi yaparak bu durumu tek–çift oynayan kumarbazların durumuna benzetir: Çok atarsan şansın da artar. Mizaç itibarıyla boşboğaz ve heyecanlı olan insanlar uykularında her tür görüntüyü görürler. Eğer bu tarz rüyalar düzenli bir biçimde gündüz gerçekleşseydi ve bilge olan kimselere gelseydi bu takdirde onların Tanrı tarafından gönderilmiş olduğuna hükmedilirdi. Mesela, akıl hastalığına temayülü olan bazı insanların bu tarz öngörülere sahip olması, onların zihinsel hareketlerinin önünde herhangi bir engel olmamasıyla, yabancı (sıra dışı) durumlara karşı özellikle keskin bir algıları olmasıyla açıklanabilir. Delilerde de görülür. Onlar bir düşünce üzerinde dururken tıpkı melankoliklerin yaptığı gibi duyusal hareketleri birbirine ekleyerek konuştukça konuşurlar. Rüyada görünenler suda yansıyan şekiller gibidir. Sudaki hareket büyük olursa sudaki akis de orijinaline hiç benzemez. Freud, simgesel yöntemle Aristoteles’le benzer bir bakış açısına sahiptir. Freud’un dikkat çektiği diğer yöntem ise “şifre çözme” yöntemidir. Aristoteles ile Freud arasındaki görünüşte ortaya çıkan ilk farklılık, ilkinin geleceğe dair rüyalar üzerinde, ikincisinin ise geçmişe dair rüyalar üzerinde durmasıyla sınırlı değildir. Aristo; mizacı bozuk, sürekli atıp tutan, heyecanlı, boşboğaz, akıl hastalığına temayülü olan kişilerin rüyalarını ciddiye almaz. Rüyalar hakkındaki araştırmalarında Freud’un görüşlerini “kabul edilmez” bulan Alfred Adler gündüze ait kalıntılar” olarak gören anlayışının daha ötesinde manalar taşıdığını savunur. Ona göre insanlar, sosyal duygu yetersizliği yüzünden çözümüne hazır olmadığı problemleri hayal güçlerine sığınarak çözmeye çalışırlar. Rüya gören kimse, gelecekteki muhtemel bir problemi rüya sayesinde kendisine göre çözmeye hazırlanmaktadır.Jung Freud’un nevrotik kişiliklerde rüyayı bir araç olarak kullanmasını kabul eder ve rüyalar yoluyla gizlenen şeylerin açığa çıkarılabileceğine inanır. Fakat rüya mutlak bir araç değildir ve nevrotik kişiler kadar normal kişiler de kabul görmeyen şeyleri gizleme eğilimindedir. Rüyalar aklın istemsiz bir ürünüdür ve bilinçdışı olayların oluşturduğu zincirin görünür halkalarıdır. Jung’a göre rüyalar büyük ölçüde kolektif malzemeye dayanırlar. Bireyin yaşadığı toplum, nefes aldığı kültürel ve sosyal yapı, tarihsel ve dinî olgular rüyalara büyük oranda malzeme sağlayan unsurlardır. Jung bu kolektif motiflere “arketip” adını verir. _Aristoteles’in Uyku Teorisi: Platon gibi ruhun uykudayken göksel doğasına döndüğünü ve gelecekten haberler aldığını belirtmiş olsa da bu görüşü heraklit gibi sonraları terk edecektir. Rüya, düşünce, algı ve muhakeme değildir. Rüya bir çeşit tahayyüldür. Zihinsel imaj ya da imgelerdir. Tahayyül, hayal ettiğimizin farkında olduğumuz bir rüyadır. Algının dış objesi ayrılsa bile bıraktığı izlenimler devam etmektedir. Yemeklerden hemen sonra uykuda rüya görülmemesi, yemekten üretilen ısıya bağlı olarak vücut içi hareketin çok yüksek olmasından kaynaklanır. Aristoteles’in rüyaları, kan dolaşımıyla ilişkilendirmesi dönemin tıp bilgisiyle ilgili. Buna göre, vücuttaki kan sakinleştiği ve daha saf hale geldiği oranda, duyu organlarından gelen uyarılar bütünlüğünü koruduğu için rüyalar daha sağlıklı ve görüntüler daha net olmaktadır. Uykuda ise zıt bir durum gerçekleşir, en küçük hareket bile önemli görünür. İnsanlar rüyalarında gök gürültüsünden etkilendiğini zanneder, oysa gerçekte kulakta zayıf bir çınlama vardır; eğer uyuyan uykuda olduğunu algılarsa, görüntü kendini sunmaya devam eder fakat içindeki bir ses bu görüntünün bir rüya olduğunu bildirir. Bu tespitler ışığında Aristoteles’in muhtemelen “hipnogojik” (uykuya geçiş dönemi) ve “hipnozompik” (uykudan uyanıklığa geçiş) olguları hakkında konuşan ilk filozof olduğu söylenebilir. _Platon: Her insanın içinde, hatta doğru dürüst gibi görünen kimselerin içinde bile, anarşist, vahşi ve ürkütücü dürtüler yaşamaktadır. bu dürtüler, eğer denetim altına alınmazlarsa kendilerini rüyalarda gösterirler. Ruhun atılgan ve öfkeli yanını sakinleştirmiş bir insan yatağında dinlenmeye çekildiğinde dürtülerini ve öfkeyi uyuşturmuş ve sadece içinde aklın konakladığı üçüncü bölümü harekete geçirmiş demektir. Gerçek dinlenme budur ve bunu başarmış insan hakikati muhakkak ki kavrayacak. İnsan, icinde bulunan fakat henüz bilmediği şeyler hakkında da doğru hükümler verebilir. Platon, bunların “bir rüyada imiş gibi belirdiklerini” söyler. Demek ki ruhta bilinçsiz halde bulunan doğuştan tasarımlar bulunmaktadır. _Uyanıkken ya da uyurken şeylerin yansımalarını, yansıma değil de gerçek zanneden kimselerin hayatı da gerçek değil, rüyadan ibarettir. Gerçekte uyanık kimse ise “salt güzel”in varlığına inanan, güzele bu güzelliği paylaşan şeylere bakar gibi bakabilen ve ne şeylerin kendilerini o salt güzelin yerine koyan ne de bunun aksini yapan kimsedir. Platon, uyanıklık adını verdiğimiz durumun aslında bir uyku hali ve bu haldeki tüm düşüncelerimizin de bir rüyadan ibaret olup olmadığını nasıl anlayabileceğimizi sorar Bir yandan, tıpkı Pisagor gibi rüyaları tanrılardan alınan mesajlar olarak kabul ederken.Tanrının insanları ne uyanıkken ne de uyurken yolladığı görüntülerde, yanıltmadığını vurgular. Dünya hayatını doğru yorumlayamayanları Platon hem burayı hem de öte âlemi uykuda ve rüyada geçiren insanlar olarak nitelendirmiştir. _İnsanların doğuştan getirdiği bazı gereksiz hazlar, zevkler ve örfler, âdetlere ve düzene ters düşen dürtüler rüyada serbest kalırlar. Bu olumsuz dürtüler, yasalar ve akılla işbirliği yapan iyi dürtüler sayesinde denetim altına alınmazlarsa mantıklı ve sakin bölümün hâkimi olan ruh bölümü uykudayken “rüyada ayaklanırlar.” Ruhun “hayvansı ve esrik” kısmı uykuyu üzerinden atarak yerinden kalkar ve oradan uzaklaşıp hazların tadını çıkarmak ister. Bu dürtüler, mantıktan, akıldan ve utançtan tamamen kurtulmuşçasına her şeyi göze alırlar. Ruhen sağlıklı ve mantıklı bir insan, böyle kötü rüyalar görmek istemiyorsa aklını harekete geçirmeli ve onu iyi düşüncelerle beslemelidir. _Platon’un teorisi >Tanrı tarafından insana geleceği görme bilgisinin verildiğini, bu bilginin aklı başındayken değil de rüyada ya da uyanıkken sayıklama, kendinden geçme veya coşkunluk halinde ortaya çıktığını, ortaya çıkan bu malzeme hakkında ancak peygamberlerin veya onların soyundan gelen kimselerin kesin hüküm vereceğini, peygamberlerin tanrının ilham ettiklerini tercüme eden bilginler olduğu vurgulanmaktadır. _Pisagor geleneğine göre, uykuda ruh bedenden ayrılarak tanrısal yurduna bir dönüş yolculuğu yapmaktadır. Uyku, beden açısından bir ölüm, ruh açısından ise kurtuluş. Hekataios Homerosun fikirlerini “eskilerin uydurmaları” olarak nitelendirir. _Heraklitos: Uyku durumunu bir tür bilinçsizlik durumu olarak gördüğü için rüyalar gerçeğe ulaşmanın yolu olamazlar. Uykuda olmayanlar icin tek ve ortak bir kosmos vardır. Uykuda olanlarsa kendi ozel dunyalarına kapanırlar _Schopenhauer’in şuurdan ve sinir sisteminden gelen sarsıntıları açığa vuran bir olgu olarak rüyayı ele alması, psikolog Shemer’in her organa kendine mahsus rüyalara yol açma gücünü yüklemesi, hekim Artigues’in hastalıkların teşhisine rüyanın yardımda bulunmasını sağlamak konusundaki fikirleri ve Tissie’nin sindirim, solunum, dolaşım bozukluklarının belli bazı rüya türleriyle nasıl ortaya çıktığını göstermesi… _Bergson’a göre çoğu rüyanın kaynağını görme, işitme, dokunma gibi duyumlar oluşturur. Zihnin çalışan kısmı ile rüya gören kısmı aynı değildir. Çalışan kısım şuur altındadır ve uyku sırasında zihnin muhakeme eden tarafı rüyaya genel olarak etkisiz kalmaktadır. Bergson’dan önce bu tespiti Aristoteles yapmıştır. Freud’u rüyaları araştırmaya motive eden tam da bu husustur. Hatıralar rüya olarak kendilerini gösterirler. _Aristoteles MÖ 384-322 20 yıl Platon’un akademisinde okudu. Platon’un ölümünden sonra Assos’a yerleşti. Üç yıl sonra da Lesbos’a yerleşti. Makedonyalı Büyük İskenderin hocası oldu. _İdeal insan herkesin yardımına koşar. Kendisine yardım edildiğinde utanır. İyilik yapmak üstünlük belirtisidir, iyilik görmek ise alçalmadır. Konuşmak için can atmaz. Övülmesi yahut yerilmesi onu ilgilendirmez. Düşman da olsa başkaları hakkında kötü konuşmaz. Ağırbaşlıdır, sakindir, ölçülüdür, az sayıdaki askerini büyük bir savaş stratejisi ile idare eden usta bir general gibi, içinde bulunduğu durumdan elinden geldiğince yararlanır. En iyi dostu kendisidir. Yalnızlıktan hoşlanır. Erdemi ve yeteneği olmayan kişinin de en büyük düşmanı kendisidir. Yalnızlıktan o korkar. Fazileti olmayan insan, en vahşisidir. İradene hakim fakat vicdanına esir ol. _İnsan, insanların ne düşüğünden çok gerçeğe aldırış etmeli. _Kişisel güzellik, bir referans mektubundan daha büyük tavsiyedir. _İşler, iş olarak şerefli veya şerefsiz diye ayrılmazlar. Yapılışlarındaki maksada göre şerefli veya şerefsiz olurlar. _Not_(Raffaelo tarafından Rönesans resmi Atina Okulu'nda Platon, Formlar dünyasına doğru yukarıyı işaret ederken, Aristoteles ise tam tersine elini dünyaya uzatır) _Olanaksız olası, olası olmayan olanaksıza üstün tutulmalıdır. ***************
··
618 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.