Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

423 syf.
9/10 puan verdi
·
5 günde okudu
Çok şey bildiğimizi sanıyor, ama hiçbir şey bilmiyorduk.
Sırlarla dolu, esrarlı bir muamma bu kitap. Nobel Edebiyat Ödüllü yazarımızın 5 yılda yazdığı “Kara Kitap”, kırka yakın dile çevrilmiştir. Sonsöz’de, Orhan Pamuk, romanı yazdıkça sonunun gelmemesi ve kitabın kahramanı Galip gibi tuhaf bir mutsuzluk duygusuyla eve kapanmasına değiniyor. Bu mutsuzluk Galip’in hüznüne benzemiyor, hayır, yazarımız düpedüz anlaşılmamaktan korkuyor. Gittikçe tuhaflaşan bu kitabı anlamayacakları, onu eski tarz romanlarla karıştıracakları, kolay anlaşılmaz ya da karanlık köşelerini kitabın başarısızlığının bir kanıtı olarak görecekleri için duyulan bir korku. “Kara Kitap”ın ilk düşüncesi, 1970’lerin sonundan beri aklındaymış yazarımızın. Daha ilk kitabını yayımlamamışken, yarım kalan romanlarını yazarken, ileride “Kara Kitap” adını alacak bu romanın hayalleri ve tasarılarıyla mutlu oluyormuş. Nihayet 1985 yılında Amerika’da Iowa Üniversitesi’ndeki bir yatakhane binasındaki küçük odasında yazmaya başlamış sevgili Orhan Pamuk. Üstkurmaca özelliği ile yazılan bu eser, bize anlatılan, bizim anlattığımız ve anlatırken kendimizi keşfettiğimiz hikayeler üzerinden kurgulanan, gerçek ile kurgunun karıştığı bir arayışın romanı. Doğu edebiyatı ve Batı edebiyatının iç içe geçişi, Doğu ve Batı arasında kurulan metinlerarası ilişkiler; kuyu, yapma mankenler, göz, ayna, yeşil tükenmez gibi değişik anlamlara açık imgelerin kullanımı; Deccal, Mevlana, Şems, Proust, Dante gibi kişilerin aynı metinde yer alması; yoğun ve uzun cümlelerden oluşan dili nedeniyle, “Kara Kitap”, Türk edebiyatında hakkında en çok değerlendirme yapılan ve en çok tartışılan romanlardan biri olmuştur. Çok tartışmalı, seveni olduğu kadar düşmanı da olan bu kitap bazı eleştirmenler tarafından, başka yazarlardan, kitaplardan esinlenilmiş, çakma bir eser olarak özetlenmiş. Kitabı bu şekilde yorumlayan eleştirmenlerin, ironiyi anlayacak kapasiteye sahip olmadığını açık yüreklilikle söylemek istiyorum. Aynı zamanda iç dünyanın esrarını çözecek dimağda olmadıklarını söyleyebilirim. Bu hiçbir zaman çözmeyecekleri anlamına gelmiyor elbette. Bu kitabı sevebilmek için, önce o olgunluğa erişmek gerekiyor. Bir elmanın olgunlaşmadan tadı olmaması gibi, bu kitabın da siz o kıvama gelmeden tat vermemesi çok olağan bir durum. Ben bu kitabı beş yıl önce okumuş olsam, burun kıvırır, sevmezdim, bundan eminim. Eleştirilere cevaben, Sonsöz’ü okuduğumuzda, yazarımız kitabın temel kaynağının kendi ailesi, bir diğer kaynağın da Türk ve dünya edebiyatının temel kitapları olduğunu belirtiyor: Feridüddin-i Attar’ın Mantıku’t tayr adlı uzun şiirinin konusu, padişahları Simurg’u ararken, aradıkları şeyin kendi içlerinde olduğunu keşfeden kuşlardır. Romanın, Şeyh Galip’in Hüsn ü Aşk adlı mesnevisinden, Binbir Gece Masalları’ndan, Karamazov Kardeşleri’nden ve nicesinden etkiler taşıdığını yazarımız belirtmiş kitabın sonunda. Benim kişisel fikrim ise, belirtmesine gerek dahi olmadığı yönünde. Romanın sayfalarını çevirirken okuduğumuz her satır bu bilgileri bize veriyor zaten. Şeyh Galip, Hüsn-ü Aşk’ı yazarken “çaldımsa miri malı çaldım diyerek” Mesnevi’den etkilendiğini ifade etmiş, Orhan Pamuk ise hem Mesnevi’den hem de Hüsn-ü Aşk’tan etkilenerek “Kara Kitap”ı yazmıştır. Kitabın içinden örnek verelim bu konuya. Kitap karakterlerinden biri olan Celal Salık’ın köşe yazılarında en çok değindiği konu, okuduğumuz her yazının, başka eserlerden esinlenerek bir araya getirilmiş bir hikaye olduğu. Kitapta gizlenen sırlardan biri de, dünyadaki her eserin, bir diğeri ile bağlantılı olduğu, ve aynı zamanda hiç alakası olmadığı. En büyük eserlerin, farklı asırlarda yazılmış eserlerin, benzer karakterleri ve ortak hikayelerine sürekli değiniyor yazarımız. E böyle bir kitapta, bir yerlerden tanıdık gelen karakterler okumanızdan daha ironik ne olabilir? Benim gördüğüm şey, müthiş bir zeka pırıltısı! Kitaptaki esrarı tamamen açık edip kitabın büyüsünü bozmamaya çalışacağım çok sevgili okurlarım (Celal’den ve de Galip’ten fazla etkilendiğim için bir köşe yazarı edası ile moda girdim). Fakat yazılmış incelemelerde göz gezdirdim ve kitaptaki bazı noktalara pek değinilmediğini fark ettim. Tam da bu yüzden, normalin biraz dışına çıkan, bu kitaba yaraşır bir inceleme ile karşınızdayım. Arkanıza yaslanın ve okuyun, okumuş olmak için okumayın, çünkü ben yazmış olmak için yazmadım. Kitabı okuyorsanız ve bir anlam çıkaramadıysanız, umarım bir bağlantı kurmanıza yardımcı olabilirim. Kitabı okuduysanız ve beğenmediyseniz, umarım şu an elinizde bir şaheser tuttuğunuzu anlamanız için sizi aydınlatabilirim. Kitabı okumadıysanız ve niyetli iseniz, umarım kitaba insani duygulardan arınılmış, en sade ruh hali ile başlamanıza vesile olabilirim. Çünkü insan egosunun barındırdığı öfke, kibir gibi duygularla okunmak için yazılmadı bu roman. Okursanız sinirlenirsiniz, çünkü her kesimin egosuna dokunacak noktalar var illa ki, sinirlenirseniz esrarı kaçırırsınız. Esrarı kaçıranlar ise kitabı anlamadığı için bir bağ kurup sevemez. Yazarın tüm hayatını ve benliğini katarak yazdığı bu kitabın değerini düşürmemek için, okurken hakkını vermek gerekiyor. Kitabın içinden bir alıntı ile, kitabın özetini yaparak başlayacağım(!) bu incelemeye. “Ressamın tatlı bir şakayla, kör bir dilencinin eline tutuşturduğu bir kara kitap, aynada ikiye ayrılmış, iki anlamlı, iki hikayeli bir kitaba dönüşüyor, birinci duvara dönüldüğünde kitabın baştan sona tek bir kitap olduğu, esrarın da içinde kaybolduğu anlaşılıyordu.” Kara kitap, Karlı bir kış günü eve geldiği vakit, eşi Rüya’nın ufak bir not bırakarak kendisini terk ettiğini öğrenen kahramanımız Galip’in hikayesi. Avukat olan Galip’in bu olaya ilk tepkisi sabaha kadar evde ipucu aramak oluyor. Ardından İstanbul sokaklarında eşinin nerede olabileceğine dair bir ipucu arayarak, bir maceraya atılıyor kahramanımız. Daha sonra Galip, Rüya’nın üvey abisi, kendisinin de kuzeni olan köşe yazarı Celal Salik’i aramaya koyuluyor. İkisinin birlikte ortadan kaybolduğuna ikna olan Galip, bu arayışta onları bulacak mıdır, yoksa arayış onu yine kendisine mi çıkaracaktır? Bu ilginç hikayeye yakından bir göz atalım. Kitabın azımsanmayacak kadar büyük bir kısmını, Celal Salik’in köşe yazıları kapsıyor. Başlarda, Celal’in hikayelerinden oluşan bu bölümlerde yazarın konudan saptığı ve çok alakasız şeylerden bahsettiği düşüncesiyle hoşlanmamıştım. Ne büyük yanılgı. Sayfaları çevirdikçe bütün sırrın o yazılarda olduğunu anladım ve o bölümleri iple çeker oldum. İlk birkaç bölümde konudan bağımsız lüzumsuz yazı olarak gördüğüm o köşe yazıları, aslında konunun tam kendisiydi. Bunu anlamak için yazarı anlamak lazım gelir, kitabı anlamak, Celal’i, Galip’i, ve hatta Mevlana’yı anlamak. Ve hatta Galip’in anlaması için Celal’i ve Mevlana’yı anlaması yetmezdi. Celal Galip olmalıydı, Galip de Celal olmalıydı. Celal Mevlana olmalıydı, Galip de Celal olabilmek için Mevlana olmalıydı. Tüm bunlar için de, Galip, kendisi olmalıydı. Yola çıkmak isteyen, yeni alemi kurmak isteyen herkes, yüzündeki harfleri görmeliydi önce. Çünkü bütün şifrelerin, formüllerin başlangıç noktası, her yolcunun kendi yüzünde okuyacağı harflerdi. Biz de, okurlar olarak, Galip’i anlamak için, Galip olmalı, bundan önce de, kendimiz olmalıyız. Bu yolculuğun başında, ortasında veya sonunda başınıza gelebilir. Seçeneklerden hiçbiri sizi eksik veya fazla yapmaz, Galip’le birlikte Rüya ve Celal’i ararken, siz de o arayışta kendinizi bulacaksınız. “Celal’in yerinde olmak istiyordu ve Celal’den kaçıyordu: Onu arıyordu ve unutmak istiyordu.” Kitapta, Celal’in köşe yazılarından birinde bahsi geçen üç silahşör de epey dikkatimi çekti. Bu köşe yazarlarının kendi isimleri ile değil de, Osmanlı padişahlarının kullandığı mahlasla anılması ile, yazar adeta okuyucunun beynini yormasını, bilmeceyi çözmesini kurguluyor. Elbette mahlasları ve öğütlerini buraya yazmayacağım, fakat beynimize oynanan bu oyunlar kitabın dinamiğini etkiliyor. Tüm bunların yanı sıra, yazarımız kitabın her köşesine bilgiler sıkıştırmış. Araştırmayı sevdiğim için birçoğunun hakkında bilgi sahibi olduğum bu anekdotlar, okurken keyif veriyor. Henüz bilgi sahibi olmadığım konularda da oldukça öğretici olduğunu düşünüyorum. Birkaç örnek verecek olursak: Kitaptaki karakter 14 02 sayılarından bahsederken, yazarımız 1402 Ankara savaşından Timur ile ilgili bir detay geçiyor. Galip, onu terk eden eşi Rüya’nın eski kocasını ararken, kullandığı takma adları araştırırken ortaya çıkan herhangi bir isim, Hurufiler ile ilgili, Marksizm Levininizm ile ilgili bilgiler sunuyor size. Varlığın özü ve anlamını okurken, Hurufiliğin kurucusu ve rüya yorumcusu Fazlallah’ın Cavidanname’si hakkında bilgi ediniyorsunuz. Bir diktatörün mektubunu okurken, Yavuz Sultan Selim’in şehzadeliğinde Tebriz’de Şah İsmail ile oynadığı satranç oyununu okuyorsunuz. Ağlamaktan bahsederken yazarımız, Naima’dan, Mehmet Halife’nin Tarihi Gılmani’sinden, Erzurum Kalesine hükmeden Abdi Paşa’nın idam fermanından, akabinde çıkan isyanlardan bahsediyor. Kitap arasında ölmüş bir karınca, Mevlana’nın Mesnevi’sinde, müsveddelerin üzerinde yürüyen karıncanın hikayesine bağlanıyor. O’nu beklemekten bahsederken, Dostoveyski’nin karamazov kardeşler’indeki ‘Büyük Engizitör’ parçacığına, İbni Arabi’ye, Dante’ye, Endülüslü filozof İbni Tufeyl’e değiniyor. Doğu ve Batı’nın asırlardır bitmeyen savaşından bahsederken, İskender’in bir kılıç darbesiyle düğümü çözdüğü Gordium’dan (belgeselini izlemiştim, İskender’in hakimiyeti ve psikolojisini anlamak için ilginç bir konu) , Haçlı Seferleri’ne, Harun Reşit’in Charlmagne’a yolladığı sihirli saatin üzerindeki rakamlardan Annibal’in Alpler’i geçişine, Endülüs’teki İslam zaferinden, Fatih Mehmet’in Bizans’ı ve İstanbul’u fethetmesine, Hazar Devleti’nin çöküşünden Osmanlıların Doppio yenilgisine kadar bir dizi tarihsel olaya değiniliyor. Doğu Avrupa ve Amerika’daki Yahudilerin çoğunun Kafkaslar ve Volga arasında bin yıl önce hüküm süren Yahudi Hazar devleti ahalisinden geldiğini anlatıyor yazar. Dede Korkut’tan, Homeros destanından, Buhari’den, Vathek’ten, ve nicelerinden bahsediyor yine yazarımız. En büyük egzistansiyalist’in İbni Arabi olduğunu, Batı’dakilerin yedi yüz yıl sonra, yalnızca ondan çalıp taklit ettiklerine değiniyor yine yazarımız. Çünkü artık bildiğimiz gibi, dünyadaki her şey hem birbirine bağlıydı, hem de değildi. “Hiçbir şey, hiçbir şeyin işareti olmadığı gibi, her şey her şeyin işareti de olabilirdi.” Mevlana’ya gidip, Şems’i öldürdük, evinin önündeki kuyuya attık dediklerinde, Mevlana bunu kabullenmez, kuyuya bakma gereği bile duymaz, kendini Şam yollarına vurur. Kaybettiği Şems’i Şam’da aramaya başlar. Peki Mevlana’nın Şam’da aradığı gerçekten Şems midir? Celal’in çizdiği haritada, Şam’da Mevlana’nın yürüdüğü yollar, Celal’in İstanbul’da yürüdüğü yollar ile benzerlik taşır mı? Bu haritayı çok sonra eline alan Galip’in, onu terk eden eşi Rüya’yı ve Celal’i ararken yürüdüğü yollar, nasıl oluyor da Celal’in yürüdüğü yollar ile bu kadar benzer olabilir? Hepsinin aradıkları O mudur? O olabildiğini söyleyen Celal, kendisi olduysa, O olabilmek için önce bir başkası mı olmak gerekiyor? Galip Celal olursa, Mevlana olursa, sonunda kendisi de O olabilir mi? O olabilmek için Galip’in hangi yolları yürümesi gerekiyor? “Beni o yolladı, yanlış yollarda dolanmanı, kaybolmanı hiç istemiyor.” Yüzlerde aradığı anlam, kaybettiği Rüya’nın ve ortalıkta görünmeyen Celal’in yüzünü aradığı için çözmeye çalıştığı bir şifre midir, yoksa O olmak için anlaması gereken bir esrar mı? “Kaybettiği bir yüzü yeniden bulabilmek için insanın yüzün anlamı peşinden koşması yeterli midir?” Celal’in köşe yazılarına dönecek olursak, içinde gizlediği esrar dışında da bu hikayeleri hiç hafife almayınız. Yazıların ilginçliği, hakikat ile kurgunun iç içe geçtiği bu hikayelerde daha nice sırlar gizlidir. Paragrafların ilk ve son kelimeleriyle kurduğu cümleler ile gönderdiği mesajlar, akrostişler, sansürü atlatmak için düzenlediği harf oyunları, büyük harflerin oluşturduğu cümleler ile Celal köşe yazılarını daha ilginç hale getirir. Fakat yazıdaki asıl sır bunlar değil, özel tebliğ olarak yazıların içine gizlenmiş cümleler var. Bunları kiminiz daha okurken anlayacak, kiminiz de kitabın sonuna doğru anlayacak. Celal’in de hurufilik ile bağı yadsınacak gibi değil. Kitabın bir yerinde “Şeyh Celal Efendi” tabiri dahi geçiyor. Bunu onunla aynı gazetede çalışan bir rakibi iğneleme ile söylese de, harflerin içinde formüllerle gizli olan mesajların, sayı inancına sahip hurufilere hitap ettiği kesin. Celal’i okuyan büyük bir kitle, yazıların içinde gizli sırların mehdi’nin gelişini haber vermesini, alametlerin başlamasını bekliyor. Bunların yanı sıra metafizik ve alemlere de değinir yazar uzun uzun. Gerçek ile kurgu arasında kalan, okuru edilgen konumundan çıkarıp metni çözümlemeye iten; oyunsu, popülarist ve ironik olan bu romanın en belirgin özelliği ise incelememin başında belirttiğim gibi “üstkurmaca” özelliği göstermesidir. Üstkurmaca, “anlatı içinde anlatının araştırılması, yazma eyleminin dile getirilmesidir. Romanda ve hikâyelerde anlatılanların gerçek gerçeklik değil, kurmaca gerçeklik olduğunu, anlatı dokusu içinde illüzyonu kırarak okuyucuya açıklama cesareti gösteren bir kurgu tekniğidir. Yazarımızın hiçbir detay atlamaksızın her karakteri ve her olay örgüsünü böyle ince işlemesi, bilmeceler ile zekanızı zorlaması, bu kitaba başyapıt demek için tek başına geçerli bir sebep sayılabilir. Kitapta önemli bir yer tutan Hurufi konusu ise hafife alınmayacak kadar derin, insanı araştırmaya iten bir konu. Ara sıra kitabı bir kenara bırakıp araştırmaya, makalelere dalmama sebeptir. Burada bahsettiğim konu yüzleri okumak ve sayıların anlamı değil yalnızca, onlar zaten kitabın tümünü kapsıyor. Hurufilerin tarih sahnesinde ortaya çıkıp kaybolması, tekrar farklı şekilde geri dönmesi, örgütler hakkında detaylı bilginin verildiği satırlar ufkunuzu genişletiyor. Ve hikayenin aslında cevabı olan, fakat başından beri hikayenin içinde gizlenen bir hikaye daha var. Celal’i arayan bir diğer kişi. Galip Celal ile aynı yeri tesadüf eseri ziyaret etti sanıyorken, aslında Galip’in, Celal’i oraya götüren kişi ile karşılaştığını ve bu vesile ile gittiğini çok sonraları anlıyorsunuz. Galip kendisini takip eden görünmez bir göz olduğunu sanıyorken, gerçekten takip ediliyor olmasını da aynı şekilde. Sırrını hissetseniz de, çıkaramıyorsunuz. Hikayesini anlatmaya başladığında bir kişi, bitirdiğinde başka bir kişi olan bu karakterin, ruh halini çok sonraları anlıyorsunuz. Anladığınızda da Orhan Pamuk’un neden Nobel Ödülü almış bir yazar olduğunu tekrar idrak ediyorsunuz. İçeriğin tamamını buraya dökmek istemediğim için daha fazla detay vermeyeceğim. Yoksa bir ufak kitap niteliğinde bir yazı da benden gelecek. Fakat kitabın her yerinde gizli olan, her şey ile bağlantısı olan fakat aynı zamanda hiçbir şey ile bağlantısı olmayan bu karakter, bu kitabın ruhunu yansıtır nitelikte. Paradoks: Böylece, adamın karısının kaçtığı kişi adamın kendisiymiş.
Kara Kitap
Kara KitapOrhan Pamuk · Yapı Kredi Yayınları · 20229bin okunma
·
151 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.