Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

494 syf.
8/10 puan verdi
·
Beğendi
·
10 günde okudu
İki Zalimin Hikayesi
Spoiler içerir! Nadiren gerçekleşen inceleme tutulmalarından birine yakalandınız. Benim o kadar da harika olmayan incelememi okuma şansı kazandınız. İki Şehrin Hikayesi... Bu kitap hakkında herkesin bildiği ve en çarpıcı şey giriş cümlesi. "Zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü..." Ben kitabı daha önceden iş çocuk klasiklerinden okumuştum. Eski dönem bir filmini de izlemiştim. Olay örgüsünü biliyordum. O yüzden daha çok edebi zevk almaya çalışarak okudum. Ama tekrar tekrar bilmediğim olaylarla karşılaştım. Klasik Fransız edebiyatı; hiçbir önemi yok dediğiniz karakter ileride sürpriiiiiz diye çıkıyor. Romanın kendisi de olay bakımından dopdolu. Yani sıkıcı klasik havası yok. Sürekli iki şehir arasında koştura koştura macera yaşıyorsunuz. Hasan Ali Klasiklerinde olmayan kitap arkası bilgiler:Hikaye Fransız ihtilali zamanları Paris ve Londra'da geçiyor. Hikayenin ismi de burdan geliyor. Ana karakterimiz bir doktor, öteki onun kızı, bir öteki genç bir adam. Doktor Manette, hayata geri dönüyor - yazar böyle diyor. Yıllardır görmediği, akıl sağlığından yoksunken saçlarını sakladığı biricik kızıyla mutlu bir hayat sürmeye dönüyor. Tabii pek de uygun bir zamanda değil. Yıllardan Fransız devrimi. Paris'te teker teker bütün soylular düşüyor, kelleri de giyotin sehpasından. İnsanlar " Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik ya da Ölüm Cumhuriyeti" diye vahşice bağırıyorlar. Huzurlu bir şekilde evinizde otururken dışarıdan kalabalık, gürültülü adım seslerinin gelmesi gibi. Kendilerini, uzak durmaya çalıştıkları kargaşanın içinde buluyorlar ana karakterler. Ben kitabı bayaa sevdim. Tarafsızlığın da tarafsızı tarih yazıcılığı budur. "Yaşasin ihtilal, mütlüyüz artık, kötü adamlar yok. Yuppi" havası bu kitapta yok. Tam tersine dibine kadar övdüğümüz ihtilalin vahşetini görüyoruz. Eylemleri, ihtilal sonrası Paris'i, idam sahnelerini o kadar iyi anlatmış ki yazar. Soyluların kanıyla sarhoş olmuş halkı, karma karışık kurulan düzeni, soyluların şerefsizliği... Sanki hepsi gerçek ve siz onların ortasına düşmüşsünüz. Etrafınızda "Ya cumhuriyet ya ölüm" diye çığırıp dans eden insanlar, "Yoldaş yoldaş!" diye size sarılıyor. Kafanıza kırmızı bir şapka konduruyorlar. Tam o anda yüzünüze giyotinden kan sıçrıyor. Kopan kelle ayaklarınıza kadar yuvarlanıyor. Daha demin yoldaş diye seslenen insanlar kollarınızdan çekiştirerek bu sefer sizi giyotine yerleştiriyor. Korkmayın, sadece fettan dilber size bir öpücük konduracak. Kitabın ilk paragrafı da bu tarafsızlığı ve geri kalan her şeyi kusursuz bir şekilde açıklıyor. Birisi için iyi günlerken, öteki için kötüydü. Biri aydınlığa çıkarken, diğerinin ışıkları sonsuza dek sönüyordu. "Gelmiş geçmiş en iyi günlerdi, gelmiş geçmiş en kötü günlerdi; hem bilgelik çağıydı hem ahmaklık; hem inancın devriydi hem şüpheciliğin; hem Aydınlık hem Karanlık bir mevsimdi; umudun baharı, umutsuzluğun kışıydı; hem her şeyimiz vardı, hem hiçbir şeyimiz yoktu; hepimiz ya doğruca Cennete gidecektik ya da tam aksi istikamete." (Bkz: syf 3) Yazar taraf tutmuyor. Sadece her iki tarafı da olduğu gibi anlatıyor. Ve bize aslında ikisinin pek de farklı olmadığını gösteriyor. Sefalet, acı, vicdansızlık... Çoğu şey aynı. Yazar da kitapta bunu anlatıyor. "Yani kökü kazınan eski zalimlerin yerini alan bu yeni zalimlerin" (Bkz: syf 493) Gösterilen acımasızlığın bariz kanıtı karakterlerimizin başına gelenler. Yani bu iki şehrin hikayesinden çok iki zalimin ve kim (kellesini)vurduya gidenlerin hikayesi. Kitapta sevmediğim birkaç nokta da oldu. İlki akış bütünlüğünün sağlanamaması. Kitabın başı ve sonu tek nefeste okunurken ortaları o kadar akıcı geçmiyor. Belki benim okuma düzenimdendir veya favori karakterimi göremememdendir ama bence asıl nedeni anlatım. Romanlarda anlatma ve gösterme şekilleri vardır. Instagramda gördüğünüz klişe yazar tavsiyelerinden. Okuyucuya bir şeyi gösterdiğinizde (sahneli bir anlatım izlediğinizde) akıcılık daha iyi sağlanıyor ve okuyucu daha iyi anlıyor. Ama bir şeyleri sadece anlatınca "Doktor Manette'in hayatı artık düzelmişti" demekle kalınca sıkmaya başlıyor. Ama yazarın hakkını yemeyelim. Yazdığı sahneler muhteşemdi. At arabası çocuğu ezince adamın ceseti alıp öldü diye havaya kaldırması; intikamcı teğmenin sandalyenin tepesinde, elinde örgüyle "Onu gören var mı?" diye bağırması ve asla cevap alamaması... Ben değil ama yazar bu sahneleri hissettire hissettire yazmış. Belki daha fazla sahne istememin sebebi doyamamamdır. Bir diğer sevmediğim şeyse aşırı az karakter olması. Kahramanlar temel olarak ikiye ayrılır karakter (kişi), tip. Tipler; klişeleşmiş karakterlerden, toplumda rastladığımız insanlardan oluşur. Yazarın yaratmadığı kahramanlardır ve her romanda görürsünüz. Karakter/kişi ise daha özgün, daha spesifiktir. Onu tamamen yazar oluşturmuştur, başka bir yerde göremezsiniz. Onu hikayeden, hikayeyi ondan çıkarsanız ikisinden de hiçbir şey kalmaz. Karakter, bütünüyle hikayeye aittir, onsuz var olamaz. Ama bu kitapta çooook az karakter var. Kahraman bol bol ama karakter değil. Bir Carton, bir de Madam. Başka da ben göremedim. Ana karakter bile iyi değildi. Biri sıradan bilgin, onurlu orta yaşlı adam; öteki saf peri; Charles sığ kalmış bir karakter. Yanii roman uzun olduğundan normalde olması gerekenden daha da çok karaktere ihtiyaç duyarken daha da az var. Ama bunlar da yine yazılmış aşırı iyi karatekterler. Carton'ım da Carton'ım yanii. Ama karakter sayısının azlığı, hikayeye kolay bağlanamama gibi birkaç ufak sorun daha doğurmuş. Ayrıca benim kitapta anlamadığım bir metofor var: Doktorun hastalığı. Doktorun hastalığı sadece olay örgüsüne ait bir şey değil bence. Sonradan gereksiz yere tekrarlanması bana bir şey anlatmak istiyor gibi geliyor. Dünyanın karmaşasından kaçıp kendi dünyasına sığınan insandır falan belki ama bilemedim. Fikri olanlar yazabilir. Ayrıca kitap daha metoforlarla dopdolu. Altın kol, örgü, ayak sesleri... Bunları anlamaya çalışmak da eğlenceliydi. Velhasıl kelam; ben birkaç hatasını yakalamakla beraber bu kitabı çok sevdim. Size de okumanızı şiddetle (haydariyemle) tavsiye ederim. Fettan dilbere kellenizi kaptırmamanız dileğiyle...
İki Şehrin Hikâyesi
İki Şehrin Hikâyesi
Charles Dickens
Charles Dickens
İki Şehrin Hikâyesi
İki Şehrin HikâyesiCharles Dickens · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 202058,7bin okunma
·
46 görüntüleme
Melek CAN okurunun profil resmi
Şu incelemeyi yazana kadar bin kez kastın 1K
Melek CAN okurunun profil resmi
Yaklaşık bir asır falan sonra da geri kalan alıntıları ve kelime sözlüğü tutmak amacıyla kitaptan yeni öğrendiğim kelimeleri atarım.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.