Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Sabahattin Ali, aşka aşık bir adamdı. Aşık olmak onun için sanki gündelik bir alışkanlık gibiydi. Hatta şöyle yazmıştı bir mektubunda Ayşe Sıtkı’ya “Sebebi basit, benim her zamanki hastalığım: Yine âşıkım. Ah Ayşe, vallahi artık ben de şaşırdım, 15-16 yaşımdan beri şöyle bir haftacık olsun âşık olmadan durduğumu hatırlamıyorum.” Kimler yoktu ki platonik aşıkları arasında? Orhan Veli’nin büyük aşkı Nahit Fırat, gönül bağını hiçbir zaman koparamadığı İki Gözü Ayşe’si Ayşe Sıtkı, İstanbul-Berlin treninde yol arkadaşı olan Melahat Togar ve adı şiirlerin mısralarında gizli kalmış onlarca kadın… Hüzünlü ve umutsuz geçirmişti kısacık hayatını. Aşık olmaktan, aşklarından aldığı hayır cevabından yorulmuştu ama yine de vazgeçemiyordu sevdasından. Aşık olmayan insanı bile uzaklara daldıracak, yüzünde belli belirsiz buruk bir gülümseme yaratacak satırlar işliyordu şiirlerine; tıpkı günümüzde Sezen Aksu’nun efsanevi yorumuyla buluşmuş ve bugün de bizleri uzaklara daldıracak olan “Çocuklar Gibi” eseri gibi. Kalbinin kapılarını sık sık araladığını ve hemencecik aşık olduğunu bildiğimiz Sabahattin Ali, Konya’da öğretmenlik yaptığı sırada aklında hala Nahit Hanım vardı. Vardı var olmasına ama Yeni Anadolu gazetesinde yayınladığı “Bir Kadın Dalaveresi” okuyucularına Beria adını verdiği gizli aşkından söz etmişti bile. Kimse hikayesine gizlediği Beria’nın gerçek biri olduğunu bilmiyordu. “Narin, beyaz tenli, kumral dalgalı saçlı” diye tarif ediyordu yeni aşkını dostlarına Sabahattin Ali. Vakit kaybetmeden Pertev Boratav’a mektup yazdı, aşkına karşılık bulduğunu söylüyordu mektubunda, Konya’da yakın gördüğü kişilerden yardım istedi ve en sonunda Melahat’ın ailesine konuyu açtılar. Açtılar açmasına ancak kader de aşk da yine O’nun tarafında değildi. Bu hikayenin sonunda da diğer tüm hikayelerinin sonunda olduğu gibi, Sabahattin Ali aşkını kapılarını sık sık araladığı kalbine gömmek zorunda kalmıştı; Melahat’in ailesi bu beraberlik isteğine kesin bir dille karşı çıkmıştı. Bu hadiseden sonra Melahat de derinden etkilenmiş olacak ki, öğretmenine karşı olan tavırları buz kesmişti. 25 yaşındaki genç Sabahattin Ali bir kez daha aşk yüzünden yıkılmış, hayal kırıklığına uğramıştı. Aynı günlerde İki Gözü Ayşe’sine derdini, kalbinin kırıklığını anlattığı bir şiir içeren mektup yazdı. Bu, Melankoli şiiriydi. “Ne bir dost ne bir sevgili Dünyadan uzak bir deli Beni sarar melankoli Kafamın içerisi ölür.” Aşka aşık olmak, kalpten kalbe bitmek bilmeyen bir yolculuğa çıkmak, karşılık bulamadığı aşklarının ardından dizelerce şiir yazmak ve tüm bu ıstırap içerisinde kavrulmaktı aşk dünyasında Sabahattin Ali olmak. Ruhundan, kalbinden akan yeşil mürekkebi bu defa Melahat için döküldü satırlara ve işte o içimize dokunan Çocuklar Gibi şiiri çıktı ortaya. Bende hiç tükenmez bir hayat vardı, Kırlara yayılan ilkbahar gibi. Kalbim her dakika hızla çarpardı, Göğsümün içinde ateş var gibi. Bazı nur içinde, bazı sisteydim, Bazı beni seven bir göğüsteydim, Kah el üstündeydim, kah hapisteydim, Her yere sokulan bir rüzgar gibi. Aşkım iki günlük iptilalardı, Hayatım tükenmez maceralardı, İçimde binlerce istekler vardı, Bir şair, yahut bir hükümdar gibi. Hissedince sana vurulduğumu, Anladım ne kadar yorulduğumu, Sakinleştiğimi, durulduğumu Denize dökülen bir pınar gibi. Şimdi şiir bence senin yüzündür, Şimdi benim tahtım senin dizindir, Sevgilim, saadet ikimizindir, Göklerden gelen bir yadigar gibi. Sözün şiirlerin mükemmelidir, Senden başıkasını seven delidir, Yüzün çiçeklerin en güzelidir. Gözlerin bilinmez bir diyar gibi. Başını göğsüme sakla sevgilim, Güzel saçlarında dolaşsın elim. Bür gün ağlayalım, bir gün gülelim, Sevişen yaramaz çocuklar gibi.
·
131 görüntüleme
Fatos okurunun profil resmi
Aşk oyuncak değil hele kalp asla
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.