Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

_Kahramanlık, ahlaki düşüncelerimde birinci sıraya geçti. Kendi kendimi zor idare edebilen küçük bir lider olmuştum. Konuşma yeteneğim babam tarafından takdir edilmiyordu. Ailem davranışlarımdan dolayı endişeleniyordu. Konuşma hevesim kaybolurken, askeri kitapları okuyordum. _Hiçbir vakit suya sabuna dokunmayan gevşek insanların arasında bulunmadım. 15 yaşında iken, hanedan vatanperverliği ile milliyetçiliğini birbirlerinden ayırmaya ve ırk milliyetçiliği lehinde açık fikir beslemeğe başlamıştım. _Tarihçi Dr. Leopold Poetsch’un etkisinde kaldım. Beni, genç bir devrimci yaptığı da bir gerçektir. Sert görünüşlü, fakat içi iyilikle dolu saygıdeğer bir ihtiyardı. Biz öğrenciler, zihinlerimiz açılmış, sinirlerimiz gerilmiş, gözlerimizden yaşlar gelecek kadar heyecanlı bir biçimde bu adamın dersini dinlerdik. Bize içinde bulunduğumuz zamanı unutturan ve bütün sınıfı sihirli bir şekilde geçmişin derinliklerine götürüp, orada yüzyıllarca sislerin altında kalmış birtakım tarihsel olaylara canlı bir gerçeklik kazandıran bu adamı bugün bile büyük bir heyecan ile anımsarım. _Politikada zamanından önce devrimci olduğum gibi, sanat alanında da yenilik peşindeydim. 12 yaşında hayatımın ilk operasını gördüm: Lohengrin ve ilk tiyatroyu izledim: William tell. O günden beri, her zaman eserleri beni mest etti. (13 yaşında babası ölünce, annesi onu akademi konusunda serbest bırakıyor ve çok mutlu oluyor. Annesi de ölünce Viyana'nın yolunu tutuyor). _Babam köyde fakirlik içindeyken papazın yaşamı, yaşayışlarının en son sınırı olarak görünüyordu. Sonra memur oldu ve bu defa da memuriyet en üst sınır olmuştu. Bana bile papaz öyle görünüyordu. _Babam, beni de kendi gibi memur yapmak istiyordu. 11 yaşımda idim. babama karşı çıktım. Memur olmak istemiyordum. Öğüt ve sert hareketler beni yenemedi. Karanlık bir odada masa başında oturacağımı, hapis olacağımı düşündükçe duyduğum tiksinti gittikçe kabarıyordu. 12 yaşında ressam olmam gerektiğine karar verdim. Babam önce benden şüphe etti. Sonra yanlış işittiğini sandı. Fakat düşüncelerimi tam öğrenince, şiddetle karşı koydu. Yeteneğimle ilgili düşüncelerime hiç önem vermedi. Ressam mı olmak? Hayır... hayır... asla!.." diyordu. Kendisi ne kadar inatçı ise, ben de, o kadar inatçı idim. _Adam olacaktım memur değil. Akademi sınavında başarılı olamadım. Haber beni yıldırım çarpar gibi çarptı. Reddedilmeme sebebim: Sınavda verdiğim desenler, resimdeki kabiliyetsizliğimi ortaya koyuyordu fakat mimarlık bölümüne girmem mümkündü. Bitik bir halde idim. İlk defa kendimden şüphe ediyordum. Artık "mimar" olacaktım. Gözlerimin önünde fakir köyümüzde, ayakkabı tamirciliğinden memurluğa yükselmiş babamın hayali duruyordu. Bu hayal bana güç veriyor ve önüme çıkan her türlü engeli paramparça etmek kuvvetini sağlıyordu. Bu günler irademi sertleştirdi ve bana sert olma kabiliyetini kazandırdı. Viyana'daki bu beş yıl içinde boyacılık, amelelik yaptım. Kaygı ve üzüntülü beş yıl. Açlık, benimle her paylaşan bir dost gibi idi. Bunda aldığım her kitabın ve operanın payı büyüktü. _"Halka doğru gitmek" merakına kapılan birtakım şık kimselerin, savundukları tezlerin hiçbir işe yaramadığını görünce de şaşırıp kalırlar. Kendilerinin anlaşılmamış olmalarını, utanmadan halkın nankörlüğü olarak vasıflandırırlar. Onlara minnettar kalmak gerekmez. Çünkü lütuf dağıtılmayacak. Haklar geri verilecektir. _Alman milleti için en büyük tehlike marksizim ve Yahudiliktir. _Yahudiler kendilerine özgü silâhlarla savaşır. Bu silâhlar yalandır, iftiradır, zehirlemedir. O, nefret ettiği milleti, kanlı bir biçimde yok edinceye kadar mücadeleyi hızlandırır. _Gençlik, Alman şan ve şerefinden uzaklaştırılmaya ne kadar uğraşılırsa o bu adi mücadeleye o kadar karşı koyacaktır. Kendi harçlıklarından arttırarak, savaş hazinesi biriktirecektir. Yabancı öğretmenlere karşı asi olacak ve daima uyanık bulunacaktır. Kendi ırkının yasaklanmış sembollerini takacak ve bu hareketinden dolayı ceza görmekten ve hatta dayak yemekten ayrı bir sevinç duyacaktır. _Avusturyalılar neden 1871 fransa alman savaşına katılmadılar? Biz Avusturyalılar diğer Almanlarla aynı değil miydik? _2 alman devleti, Almanya ve Avusturya birleştiği vakit, sapan yerini kılıca bırakacak ve temiz gözyaşları gelecekteki dünyanın ürünlerini hazırlayacaktır. _Öğretmenlerin pek çoğu tarih dersinin amacının sadece tarihleri ve olayları öğretmekten ibaret olduğunu sanıyorlar. Bir savaşın başlangıç veya bir hükümdarın tahta geçiş tarihlerini bilmek hiç önemli değildir. Tarih okumak, tarihsel olayları doğuran sebepleri öğrenmektir. Okumadaki esas ustalık: Esaslı olanı saklamak, ayrıntıları ise unutmak. _Şu duyguyu taşıyordum: Vatanım olan Alman Avusturyası'na ateşli bir sevgi, Avusturya Devleti'ne karşı ise sonsuz bir kin. _Alman olan Avusturyalılar, çöküş halinde bulunan bir hanedan ile sağlam bir ırkı birbirine karıştırıyorlardı. Adi ve şahsi menfaatler uğrunda Almanya'nın menfaatlerine daima hıyanet eder diye ortaya koyduğu bir hanedanın kim sadık toplumu olabilir? Avusturya, almanyaya karşı isyan ve kin hislerini besliyordu. Bütün bunların farkına Sadece Reich'ı idare edenler varmıyorlardı. Genç Reich ile çürük Avusturya arasındaki bu Üzücü anlaşma dünya savaşının ve yok olmanın tohumlarını etrafa saçıyordu. Alman ırkının kurtuluşu Avusturya'nın yok olmasına bağlı idi. Esasen milli hisle bir hanedana bağlılık arasında bir ilgi göremiyordum. Evet özellikle Habsburg hanedanı Alman milletinin mahvına sebep olacaktı. ______ _Ben toplumsal meseleleri bu biçimde inceleme durumunda kalmadım. Yenilmişlerin ordusuna kaydolunca, sefalet beni kendisini incelemeye çağırmaktan çok, beni kendisinin uyruğu yaptı. _Genç işçi ekonomik ihtiyaçları uğrunda mücadele etmenin, devleti veya medeniyeti ortadan kaldırmakla aynı iş olduğu kanaatine varır. Ben bu karara varmadan önce, binlerce işçiyi inceledim. Yeni bir iş bulmak, çok zordur. Kış kıyamet günü parasız kalışı, onun belini bir kat daha büker. Çalışkan olan genç, her şeyde kendini salıverir. Bu duruma düşünce de, sadece korkunç kârlar peşinde koşan ahlaksız adamların oyuncağı haline gelir ve milliyetlerini kaybederler. Ben de diğer işsizler gibi kaldırımlarda süründüm. Erkekler cepleri boş bir durumda eve gönderdikinde, çocukların gözleri önünde acınacak sahneler cereyan eder. İnsanın kemiklerini sızlatan bu sahnelere yüzlerce defa tanık oldum, îlk önceleri içimde isyankar bir duygu vardı. Bu sefalet ile yokluğun önü alınmazsa, er geç korkunç şeylerin davet edileceğini hiç akıllarına getirmeden bu beşeriyetin hali ne olacaktı? _işte beni böyle bir hayat üniversitesine yazdırmış olan tanrı'nın lütfuna bugün ne kadar minnettar kalsam azdır. Bu gördüklerime ve hoşa gitmeyen şeylere ilgisiz kalamazdım. Bana göre bu feci halin düzeltilmesi için iki şık vardı. Biri, gelişmemiz için çok daha iyi ve sağlam temeller atmak. Diğeri de, artık ıslahı ve eğitilmesi imkansız hale gelmiş olan çocukları sert ve biraz da kaba bir kararla ortadan kaldırmaktır. _Tabiatta ender rastlanan herhangi bir yaratık kendi hayatının devamlılığından çok, kendi neslinin gelişmesine önem verir. Bu bakımdan günümüzün kötü taraflarını düzeltmeye uğraşmak gereksizdir. _Toplumsal faaliyetin hedefi, insanları kandırıcı bir refah sağlamak olmamalıdır. Hedef, toplumun gerilemesine sebep olan ekonomik ve kültürel hayatımızdaki yoksullukları ortadan kaldıracak yönde olmasına dikkat edilmelidir. _Beni korkutan şey, insanların yoksulluklarının sebebi, ahlakça gerilemeleri mi; yoksa düşünme kabiliyetlerinin zayıflığı ile kültürsüz oluşları mıydı? _Yokluk içinde yüzde bir sefil, Alman olup olmamanın kendisi için hiç de önemli olmadığım ve nerede karnını doyurabilirse, orada rahat edeceğini söylüyor ve bazı sosyete çevrelerinde bu alman olmanın gurur kaynağı ile alay ediliyordu? Almanların bu korkunç ihmalkarlıklarını affettirmez. _Fransız milleti... Fransızların aşırıya kaçtığı söylenen vatan sevgilerinin kaynağı, kültür sahalarında Fransa'nın büyüklüğünü ta göklere çıkartmaktan başka bir şey değildir. İşte böyle bir eğitim olmalı. Bu değerli konular, milletin zihnine tekrar tekrar sokulmalı ve çakılmalıdır. Almanya'da milletimizi yücelten ve kendisine gurur veren, bilgi kırıntıları da, siyasi hayatımıza zehir saçan ve onu kemiren sıçanlar tarafından tırtıklanır, işçinin kafasındaki bu bilgi kırıntısı, eğer daha önce sefalet tarafından yok edilmemişse, o zaman bunu milli ahlakı tahrip eden sıçanlar yiyip bitirirler. _Küçük evlereki çok çocuklu aileleri ele alalım. Ahlaken ve fiziken zehirlenen 6 yaşında bir çocuk büyük adamları dahi hayrete düşürecek birtakım ayrıntıya sahip olur. Evinde, okulundan ve hocasından adi bir dille bahsedilir. Din, ahlak ve milletle alay edilir. Çocuk, okulu bitirdiği vakit, müspet bilgiler hakkında, ya bir ahmaklık ya da saçları dimdik edecek kadar küstahlık gösterir. 15 yaşındaki çocuk her otoriteyi kötülemeye bağlar. Çünkü o dü_ünce gücünü geliştirecek şeylerden çok, çamur ve pisliği görüp öğrenmiştir. O çocukluğunda gördüğünü, yani babasının misalini devam ettirecektir. _Burjuva daima şöyledir. Tiyatro, sinema, adi kitaplar ve gazetelerle, halka zehrin nasıl verildiğini görür ve sonunda da halkın ahlakındaki zaaftan ve bananecilikten hayrete düşer. _Şu ilkeyi örendim: Bir kavmi millet haline getirebilmek, daha önce kusursuz ve sa_lam bir toplumsal çevre yaratmaya bağlıdır. _1910 yıllarında durumum değişti. Hayatımı amele olarak değil de ressam sıfatı ile kazanıyordum. Yeni mesleğim sayesinde akşamları yorgun düşmekten kurtulmuştum. Mimariyi müzik gibi güzel sanatların bir kraliçesi kabul ediyordum. Mimari sahadaki çalışmam benim için bir gerçek çalışma değil, sanki mutluluktu. Çevremin bana kaçık dediklerini tahmin ediyorum. _Hem okuyor, hem de düşünüyordum _Bazı kimseler vardır ki, bunlar hiç ara vermeden kitap okurlar. Okuduklarından bir netice çıkarmaksızın devamlı okuyup dururlar. Bu kimselerde bir yığın bilgi yardır. Fakat beyinleri bu bilgileri bir esasa göre tasnif edip değerlendiremez. Bir kitabın bütün içeriğini adeta ezberlerler. Kabiliyetleri, okudukları kitabın içinden ayrıntıyı atıp, esası zihinlerinde tutmaya ve bu bilgi özünü ilerde kullanmaya yetmez. Kitap herkesin kendi mesleğinin veya idealinin tespit ettiği muayyen bir sınırı doldurmak için değerli bir vasıtadır. Kitaplar hayat mücadelesine atılmış olanlara veya büyük ideal sahiplerinin geniş ufuklarına, yani ufuklar katmakta yardımcı olurlar. Demek ki okumak bir gaye değildir. Okumanın ve bilgi edindikten sonra mütalaada bulunmanın hedefi, dünya hakkında genel bir fikre ve görüşe sahip olmaktır. Sistemli biçimde okuyarak elde edilecek bilgiler, bir mozaik parçası gibi yerine yerleştirilmelidir. Böylece kitap okuyanın zihninde dünya hakkında genel bir fikir meydana getirilmelidir. Kafalarının içinde bilgi salatası taşıyan kimseler, kendilerinin çok şeyler bildiklerine hükmederler. Fakat bu gibi kimselerin hayatları ya bir hastanede ya da politika çukurunda son bulur. Böyle karmakarışık bilgi ve fikirlerle dolu beyin, istediği bilgiyi, kendisine gerekli olduğu an, bu kalabalığın içinden tutup çıkaramaz. Muhakeme sahibi olan kimse de derhal bu bilgi ve fikirleri mantığına göndererek olay karşısında tavır alır. bilgi özü , herhangi bir husus için, derhal zihinde oluşan hayalin içinde yerini bulur. Bu bilgi özü ya o düşünceyi ya da hayali tamamlar veya düzeltir, veyahut da onu açıklığa kavuşturur. İşte okuma böyle yapılırsa bir yarar sağlar. bu şekilde hareket etmeyen kişiler itiraz karşısında şaşırıp kalacaktır ve itiraz eden kimseyi susturabilecek haklı ve doğru bilgiler gösteremeyecektir. _Sosyal Demokrasi'nin gizli oy usulü için yaptığı mücadele beni memnun ediyordu. Çünkü bu usul ile tiksindiğim Habsburglar rejiminin çökeceğini tahmin ediyordum. Sosyal Demokratların işçi lehinde çalışmaları o günlerde benim hoşuma gidiyordu. Sosyal Demokratlarla ilk münasebetim, bir _antiyede oldu. Açlıktan ölmemek için i_ arıyordum. Bana sendikaya kayıt olmamı emrettiler. Hiçbir şeye bağlanmak istemediğimi belirterek daveti reddettim. Beni, dünyada hiçbir kuvvet, temsilcileri bana bu kadar ters gelen bir teşkilata sokamazdı. Her şey inkar ediliyordu. Millet, kapitalist sınıfların bir uydurmasıydı. Vatan, işçi sınıfını sömürmek için burjuvazinin vasıtası idi. Kanunlar işçiyi ezmek için vazediliyordu. Din, milletleri istismar etmek için uydurulmuştu. Ahlak, ahmakça bir sabır prensibi idi. Her temiz şey, çamura batırılıp çıkarılıyordu. Önceleri susuyordum. Fakat buna devam edemedim. Adi iddialara cevap vermeye başladım. Fakat cevaplarımın tatminkar olması için peş peşe kitap ve broşür okumaya başladım. Fakat onlar akıl ve mantıkla mücadele edebilecek kimseler değildi. Beni şantiyede iş sırasında bir iskeleden aşağıya yuvarlamakla tehdit ettiler. Kısa bir zaman sonra inadım nefretime galip geldi. Şantiyeye geri döndüm. işte o zaman kendime sordum. Bu adamlar bir millete mensup olmaya layık mıdırlar? _Sonunda anladım ki, kitaplar, ahmaklar ve aydın kişiler için, gazeteler ise halk içindi. Ne büyük fark vardı... Bir tarafta, içinde peygamberlerin sözlerim hatırlatan gayet derin bir akıl ve hikmet ürünü imi_ gibi hürriyet, namus ve _eref mefhumları bulunan kitaplar... Diğer tarafta da hiçbir alçaklıktan korkmayan her türlü çamur ve iftirayı saçmayı pek tabii sayan, yılan gibi bir dil ve üslûp... Eskiden bana aşılması imkansız bir uçurum gibi görünen şey, şimdi daha büyük bir sevgiye yol açtı. Gerçekte ancak, ahmak olan bir kimse bu büyük zehirleme işini bildiği halde, kurbanları kabahatli görebilirdi. _Günler geçtikçe iradem bağımsızlığına kavuştu ve Sosyal- Demokratlarım başarı sırlarını çözmeye başladım. Kızıl yayınlardan başka bir şeyi okumamamın sebebini derhal çözdüm. Sefalet dolu çevremde, bu hiçbir şeye izin vermeyen doktrinin münakaşa götürmeyen sonuçlarını gördüm. Toplum ancak kuvvetli şeyler karşısında eğilebilir. Nasıl kadınlar zayıflara baskı yaptığı halde, kuvvetli olanın karşısında diz çökerlerse; topluluk da otoriteyi, zayıfa tercih eder. Topluluklar, hoşgörü karşısında, daima bir vazgeçme alışkanlığına kapılırlar. Bunun için, topluluk üzerinde fikri bir baskıya başvurulmalıdır. Topluluk insani alışkanlıklarım kullanmamalıdır. Bu baskı topluluk tarafından pek fark edilmez. Böylece topluluk doktrinin hatalarını da görmez ve sezmez olur. Topluluk, dış görünüş itibariyle kuvvet ve baskının sonuçlan ile karşılaşır ve ona tam olarak bağlanır. Bunun için Sosyal-Demokratların karşısına çıkacak olan bir başka parti, ancak rakibinden çok daha sert ve kuvvetli hareket ederse başarıya ulaşabilir, iki yıl içinde gerek Sosyal Demokratların tutumlarını, gerekse bu partinin oyuncağı haline gelen halk kitlesinin ruhunu anladım. Burjuva sınıfının bu hareket ile mücadele etmeye ne ahlakı, ne de kuvveti yeterli idi. Oysa Sosyal Demokratların adeti, kendi faaliyeti için en büyük tehlike görünen kimseleri, sinirleri darmadağın edecek şekilde bir yalan ve kuru iftira bombardımanına tutmaktı. Bu korkunç taarruz, o şahısların ayağa kalkamayacak şekilde yere serildikleri hissedilinceye kadar devam ediyordu. Sosyal Demokrasi, değerli kimselere saldırır, muhalif partinin zayıf adamlarını az çok ve gizli bir şekilde metheder. O, iradeden yoksun bir dahiden çok, basit dereceli bir zekaya sahip olan, sert tabiatlı bir adamdan korkar. Zeka ve iradeden tamamen yoksun olanları ise göklere çıkarır. İşte bunun için partileri boğan ve yok eden gazlara karşı daha zehirli ve etkili gazlarla karşılık verilmelidir. Halkın ruhunu kitaplardan tanımaya çalışanlar değil, hayatın içine girenler takdir ederler. Daima gerzek beyinli birkaç yüksek dereceli memur, korkularından düşmanın gelecekte kendilerine iyi muamelesini temin etmek amacı ile ona yardım eder. _Bu çetin ve ıstıraplı günlerimde, milletimin özelliğini bana öğrettiği ve terör hareketlerinin elebaşıları ile, kurbanlarını yakından tanımama fırsat verdiği için Tanrı'ya bin kere şükrediyorum. _Bu yollarını şaşırmış, iki gözü de kapalı olan adamların sadece bıçak altına yatmış birer kurban oldukları kabul edilmelidir, işte bu rezil sınıfların ruhlarını basit bir iki çizgi ile ortaya koyarken, bu toplulukların derinliklerine inildiüinde, parıldayan bir ışığa rastlanacaktır. _İyi insanlar, eğer siyasi faaliyetleri milletimizin can düşmanlarına kaptırılıyorsa, bunun sebebi, o heriflerin idare ettiği partilerin kötülüklerini takdir edememelerinden ileri geliyordu. Çünkü hiç kimse bu adi heriflerin ne dolaplar çevirdiklerini incelemek zahmetini göstermemişti. Bu kimselerde karşı koyma iradesi "sosyal sürüklenmelere mağlup olmuştur. En sonunda sefalet onları gırtlaklarından yakalayarak Sosyal Demokrasi çamuruna batırmış ve o çamurun içinde bırakmıştır. _Burjuva partileri ise her türlü toplumsal sorunlara karşı ilgisizdiler. iticininhayat şartları düzeltilmedi, iş kazaları, çocukların ve kadınların çalışmaları, kadınlarınhamilelik halleri hiçbir zaman göz önüne alınmadı. Böylece halk toplulukları Sosyal Demokrasinin ağlarıiçine düştü. Sosyal Demokrasi, bu üzüntü veren siyasi düşüncelerin sebep olduğu olayların hepsinden faydalandı. Çünkü her türlü toplumsal yenileşme hareketine karşı durmakla kin tohumlarını etrafa serpmişlerdi. Halkın can düşmanı olanlarının iddialarına, hak verme durumu doğmuştu. iiçinin en tabii toplumsal haklarım savunacak olan sendikalar ile, sınıflar arasındaki siyasi mücadeleyi kızıştıran ve bunu sosyal demokrat partiye hizmet için yapan kuruşuşlardı. Sosyal Demokrasi sendikaların kudretini anladı ve bunu kendi davasına dahil ederek başarısını sağladı _Gaye hak temin etmek değildir. Esasen hak temin edilmiş ve ele geçirilmiş olsa idi, ortada ihtilaf da olmazdı. Esas gaye en kuvvetli olmaktır. Halka çok fena muamele yapılır, kanunlara, aykırı hareket edilir ve haksızlıklara karşı bir kanuni tedbir alınmazsa, anlaşmazlıkları ancak kuvvet halleder. Bunun için bir araya gelmeli. işte bu bakımdan sendika kuruluşları, güçlü bir "toplumsal ruh" getirebilirler. _Ekonomik sahadaki zorlayıcı araçların kullanılması, siyasi huyuna her türlü zulme imkan hazırlar. Bu iş için sadece bir tarafta cehalet ve diğer tarafta ahmak sürünün mevcut olması yeter. _Halk arzus,u bir kere tatmin edildi mi, kendini idare edenlere körü körüne bağlanır ve kavga kuvveti olmaktan çıkardı. _Halkın istek dalgası ne kadar kabarıp yükseliyorsa, o istek dalgasının bir parça tatmin ihtimali de o kadar azalıp, kayboluyordu. Çünkü sınıf mücadelesini körükleyenlere öyle bir dehşet telkin etti ki, her hayırlı toplumsal reforma el altından şiddetle karşı çıktılar. Bütün bu dolaplara rağmen, işçilere, en tabii haklarına dahi gülünç denebilecek cevapların verilmesinin sebebinin, işçinin mücadele ruhunu, kudretini zayıflatmak ve mümkünse bunları tam manasıyla felce uğratmak olduğunu, bu sinsi faaliyetin şeytani bir emelin parçasından ibaret bulunduğunu açıklamak gerekirdi. Sosyal Demokratların sınıf mücadelesi sırasında silah olarak kullandığı işçileri, burjuvazinin kendi tarafına çekmesi gerekirdi. Fakat burjuvazi hiç ama hiçbir şey yapamadı. kendi bindiği dalı kesti ve Demokratlar tarafından kolayca saf dışı edildi. Kardeşlik ve birlik hususu ise şu cümle ile rezil ediliyordu: "Sen bir yoldaş delilsen kafan paramparça edilecektir." İşte görünüşte insanlık dostu olan, fakat beşeriyeti mahvetme yolunda yürüyen bir insaniyet! ile böyle tanıştım. _Derin düşünceleri, karanlık, hatta anlaşılmaz ve manasız ıstıraplarla dolu bir sürü cümlelerle anlatmak isterlerken hiçbir fikir kırıntısına rastlanmıyordu. Bana daima derin tiksinme hissi telkin ediyordu. Bir insanın kendini rahat hissedebilmesi için büyük şehirlerdeki umursamaz bohem insanlardan olması gerekiyordu. Bohem, başıboş kimse, topluluğu ne kadar az anlarsa, onda o kadar ender gerçekler buldum sanır. _Bütün enerjisini kinden alan bir doktrin karşısında bulunuyorduk. Bu doktrin kendi zaferini kazanmak için en ufak teferruatı hesaplamıiştı. Zafer kazanıldığı vakit insanlığa öldürücü bir darbe indirilecekti. Sosyal Demokrasinin gizli amacı, ancak Yahudilerin ne olduklarını bilmekle anlaşılır. Yahudiliği tanımak ise Marksizm'in çirkin ve korkunç bir şekilde gerilmiş yüzü ortaya çıkacaktı. _Babam Yahudiliği hiç anmamaıştı. O kozmopolitliğe eğilim göstermişti ve beni de etkilemişti. Yahudiliğe karşı içimde nahoş hisler kabarıyordu. Almanla Yahudi arasındaki farkın sadece dinler arasında olduğunu zannediyordum. Hatta sürekli zulümlere hedef olmalarını, din farkına veriyor ve bu yüzden de kendilerine antipati beslemiyordum. Viyana'nın Yahudi aleyhtarı basının tutumu da bana medeni bir milletin örf ve geleneklerine yakışmaz gibi geliyordu. Gazetelerin tutumuna hiddet ve çekememezliğin sebep olduğunu sanıyordum. Bu kanaatimi, büyük basın organlarının yayın yolu ile yapılan bu hücumlara karşılık vermemesi de kuvvetlendiriyordu. Benim takdir edip, beğendiğim husus, bu basının kendi aleyhindeki yayınlara cevap vermeyip, susarak ve onlardan hiç bahsetmeyerek onları "sessizlik" ile ortadan kaldırması idi. ……………………
·
686 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.