Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Şehadet
Günümüzde insan soyu, milyonlarca yıldır oluşturulmuş olan bir korunma güdüsünün baskısı altında, irrasyonelliğe varan bir yaşamsallığa tapınç ve yaşamı yüceltmekle malûldür. Yaşam elbette önemlidir ve önemsenmelidir. Ama ne olursa olsun yaşamak ve nasıl olursa olsun hayatta kalmak kaygısı, ölüm üzerine sadece içgüdüsel ve irrasyonel tepkiye uyarlı bir düşüncedir. Belki de bir dönem, Hristiyanlığa bağlılıklarını, ölüm karşısındaki korkusuzluklarını ve İsa'ya kavuşma azimlerini ortaya koymak için kendilerini arenalarda gladyatörlerin ya da aslanların önüne atan, daha da ötesi yollarda karşılaştıkları insanlara kendilerini öldürmelerini öneren, kendilerini yaşamsal tüm sevinç, zevk ve tutkuların dışında tutan Hristiyanların bu tarz anlayışlarına bir tepki olarak Aydınlanmacı düşünce, yaşamsallığı ve yaşamsal zevkleri hedonizme varacak bir ölçüde öne çıkararak bir başka abartının ve aşırılığın ortaya çıkmasına neden olmuştur. Aydınlanmacı aklın yaşamsallığı yüceltmesi, Hristiyan düşüncesinin ölümötesini hayatın yegâne amacı haline getirdiği ölümseverliğine duyduğu tepki kadar, yaşamsallığa ilişkin hazlara ve ne olursa olsun ya da nasıl olursa olsun yaşam'a atfedilen yüceltici bir değerler dizgesinde ifadesini bulan, yaşamsallığın neredeyse tapınılacak bir kertede ululandığı tanrıtanımaz cevaba da dayanmaktadır. Comtecu pozitivizmden Camus'nün nicelik ahlakına, Nietzscheci antik çağcılıktan Freudcu hedonizme kadar hep aynı tepkilerin ve aynı yeni çağa ilişkin değerler arayışının işaretlerini okumak mümkün. Elbet Aydınlanmacı aklın temel amacı artık insan soyunun değil, insan hayatının ölümsüz kılınmasıdır. İronik bir biçimde bu, şeytan'ın insana vaadidir ve bu tema Faust'ta da, Goethe tarafından dramatize edilmiştir. Gerçi insan hayatının uzatılmasında, gerek bilimsel buluşlar sonucu hastalıkların önlenmesi, gerekse refahın artışı yoluyla önemli bir mesafe katedilmiştir. Ancak bu çabalar, uzun vadede doğa üzerinde yol açılan tahribatlar sonucu, insanlığı tehdit eden çevresel sorunlar biçiminde geriye dönmüştür... Ölüm cezasının kaldırılmasını isteyenlerin temel argümanlarından biri ölümün her hâlükarda olumsuz, kötü ve önlenmesi gereken bir tükenme, bir yok olma olarak algılanmasıdır. Oysa ölüm hayatın dışında değil, hayata ait bir şeydir; hayata anlam katar, içeriklendirir ve trajikleştirir. Hayatı yeknesaklık ve durağanlıktan kurtarır. Kesintilerle bir ivme kazandırır, olumsuzluğuyla olumlar, hayatın içine açtığı oyuklar, oylumlar ve uçurumlarla süreğenliği giriftleştirir, sıçrama noktaları sağlar, çünkü ölüm olmasaydı doğum da olmayacaktı, umutlar ve ülküler tazelenemeyecekti. İnsan hayatı olsun, inancı olsun, sevdayı olsun ölümle sınar; hayata ait birçok şeye anlam, önem ve değer kazandıran ölümdür. Ölümötesinin gerçekliği tartışma götürse de, insan yaşamının ölümle hiçlendiği, boşa çıkarıldığı, yok olduğu düşüncesi oldukça sığdır. Tarihte birçok insan, hayatlarında yapamadıklarını ölümleriyle yapmışlardır; ölümleriyle tarihe birer ışık tutmuşlardır. Sokrates ya da Hüseyin gibi. Beri yandan, Aydınlanmacı akıl tarafından kutsanan ölümsüzlük, bu ölümsüzlüğü olası kılacak olan yaşamsal süreçlerin esenliğinin sağlanması, ölümün sonuçta arzulanabilir bir şey olmadığı hususunda bizi ikna etmek için yeterli argümanları sağlamaz. Ölümün arzulanması ve talebi, sadece bedensel veya ruhsal yaşlılığın bir icbarı ve sonucu da değildir. Yorgunluk ve yaşlılığın da salt fizyolojik tıkanma ve kopma noktaları olmayışı gibi. Hayat çoğu kez ölümden daha katlanılmaz düşkırıklıkları, acılar, boğuntular ve bunalımlar çıkarır önümüze; katlanma gücümüzü ve umudumuzu tüketir. Hayatı yücelten ise, bize sunduğu hedonist zevklerden çok, uğruna ölünecek denli değerlerin var olmasıdır. Hatta Hegelin vurguladığı ve Sokratik örnekliğin ise teyid ettiği gibi ölümle yüzleşmeyen, ölüm tehlikesiyle yüzyüze gelmeyen bir yaşam, olumlu ve yüce değerleri üretecek bir kapasiteye de ulaşamaz. Sokrates'i yücelten yaşamından çok, yașamı boyunca ürettiği felsefeyi taçlandıran ölümü karşılayış ve kabulleniş biçimidir. Ölümsüz hayat, kahramanı akim bırakır. Zira yaşamsal değerleri üretenler, Musa'dan tutun Bruno'ya kadar, savundukları ve ürettikleri değerler uğruna ölümle yüzleşmeyi, ölümü göze almayı bilenlerdir. Aydınlanmacı akıl bile, Rönesans ve reform hareketleriyle birlikte, idealleri ve düşünceleri uğruna, ölümü göze alabilen insanların sayesinde revaç bulabilmiştir. Zira ölüm'ün sınamasıyladır ki ancak düşünce ve davaların asliyeti ortaya çıkabilmektedir. Aydınlanmacı aklın zaafı ölümü salt dinsel ve karanlık bir karşıçekim olarak görmesi; hayatı ise her hâlükarda bir yokluk karşıtlığı, bir yaşam sığası ve hattâ yegâne var olma biçimi olarak kabul etmesidir. Oysa hayat her zaman olumlu, ölüm ise her zaman olumsuz değildir. Bir ceza olması halinde bile ölüm, şayet bir suçluluğu karşılıyor ve adaleti ikâme ediyorsa, hayat için olumlu bir değer üretecek ve hayata bir anlam kazandıracaktır. Aynı olumlu anlamın, cezaevinde günışığı bile görmeyen bir hücrede, kendi yakınları için bile anılmaya değer bulunmayan bir yaşamsallığın varlığıyla sağlanabileceğini söylemek mümkün müdür?
·
24 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.