Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

_Gazeller_ _Keşke uyuyabilseydim de, rüyada yüzünü gösterseydin. _Ey bütün maddî varlığından kurtulup, sadece baştan ayağa nür olan azîz varlık, yıldızlar bile seni görüp kendilerinden utanıyorlar. Senin cevherin kuyumcuda müşterilerce pek beğenildi. Yani asaletine, rühî güzelliğine, Hakk aşıkları hayran oldular. _Avareliği, bir bir şerbet gibi içmişsin de kendi evinin yolunu bile unutmuşsun. Senin başın nasıl oluyor da dönmüyor? Yüreğin kabarmıyor? Neden hiç bir korku ve heyecanın yok. Sen cana, canlar katan bir güzelsin. _Gölge, bazen nürun yanında olur. Bazen de onda yok olur, gider. Yanıbaşında ise, onunla beraberdir. Onunla bir sıradadır. Onda yok olmuşsa, onunla buluşmuştur, ona kavuşmuştur. Nur, sebebi yaratandır. Ne kadar sebep varsa hepsi de onun gölgesidir. Allah, sebepsizliği her şeye sebep kılmıştır. Sebebi yaratan ile sebep birbirinin aynasıdır. Kim ayna gibi tertertıiz değilse, aynayı ve aynadakini göremez. _Bu parça parça olah canı al, onun her parçasına aşk şarabı içir, onu güzelce sarhoş et de dün gece elden kaçan fırsat şimdi yeniden gelsin! _Akıl bize söylüyor ama, kulaklanmız gaflet pamüğu ile tıkalı olduğu için duyamıyoruz. _Midelerine düşkün olanlar: Lokmasız sohbette yoktur faide. _Aşk insanı yok eder, var eder. Gönülsüz bırakır, elsiz, ayaksız bir hale sokar. Aşk meyhanesinin sakîsi, şarap sunar, mest eder, insanı kendinden alır. _Dedi ki: "Ben canın canıyım, canı görmeye heves etme! Can görülmez." Öyle olduğu halde neden senin güzel yüzün, canın şekline girdi, can oldu? Hani can görünmez diyordun, neden böyle oldu, neden? _Güneş, Hz. Mustafa'nın yüzünü gördü de utandı. Gök de gönül gibi parçalanmıştı. Suyun ve kara toprağın üstüne onun parıltısı vurmuştu da, bu yüzden su ile toprak, ateşten de daha fazla parlamıştı. Göklere çıkmak istiyorum, lütfen bana merdiveni gösteriniz!" diye niyazda bulundum. Buyurdu ki: "Senin başın merdivendir. Başını ayak altına al, başına bas da yüksel! Ayağını başının üstıine koymak demek, aklını ayak altına alıp, gönül yolu ile, aşk yolu ile Hakk'a yönelmektir. Mevlana bir Mesnevî beytinde; "Mademki gökyüzünün damlanna çıktın, oralarda geziyorsun, artık merdiven aramak manasızdır, soğuktur." diye buyurur Mevlana. Dîvan-ı başka bir beytinde de; "Göklerin yolu, Içtedir, gönüldedir, sen aşk kanadını aç, aşk kanadı kuvvetli olursa merdiven arama derdi kalmaz." diye buyurur. Ayağını başının üstüne koyunca yıldızların üstüne ayak basarsın, nefsanî arzularını, şehveti yendiğin zaman havada yürürsün; haydi adımını at, ayağını havanın üstüne koy da yüksel! Şehvetini ayak altına aldığın, nefsanî isteklerini yendiğin zaman göklerde havalarda sana yüzlerce yol belirir ve sen seher vaktinde yapılan dua gibi göklere yükselirsin. _Ey gönül, işlediğin suçlara karşılık, Hakk'tan özür dilemek için neler düşünüyorsun? O'ndan sayılamayacak kadar lutuflar, iyilikler, ihsanlar, vefalar gelmede, senden de bunca hatalar, kusurlar, cefalar görünmede. _0, seni bazen yaratılışına, kötü tabiatına bırakır; seni gümüş, altın, kadın sevdasına düşürür. Seni bazen bu tarafa çeker, iyi adamlara katar, bazen de o tarafa çeker, seni kötülere ulaştırır. Kurtuluş gemisini korkunç dalgalarla hırpalar, onu kırar, parçalar. _Ey güneş gibi doğup, müflislere, yoksul kişilere sevgi şarabı sunan, lütfeden. Bir ihsanda bulun, o şaraptan bize de sun! Biz de yoksuluz, biz de şaşırdık, yolumuzu kaybettik. _Çeng, sensiz kalınca fenalaşıyor, hasta, kötü bir varlık oluyor. Ney de sen olmayınca hüzünlerle doluyor, inlemeye, ağlamaya başlıyor. Çengi kucağına al, onu iyileştir! Ney'i de öp, okşa. Def de sana yalvarıyor. "Ne olur?" diyor, "Beni eline al! Yüzüme vur, vur, vur da senin vuruşlarınla yüzüm değerlensin, ahenk yolunda meclise parlaklık gelsin. Sarhoşluk _Ey yüce padişah; doğrusu bizim için bundan sonra ayık olmak ayıptır, yazıktır! Allah'ın sana yemin ederim ki, artık bundan sonra ben ayık olarak senin büyüklüğünü, gücünü, kuvvetini anlatamam, senden bahsedemem, ancak senin aşk şarabınla mest ohınca dilim çözülür. _Biz mest olmuşuz; başımız dönmede, başkalarının yaptıkları işlerle bizim ilgimiz yok. Dünya alt üst olsa, yakılsa, yıkılsa umurumuzda değil. Yeter ki senin aşkını kaybetmeyelim. Yeter ki senin aşkın ebedî olsun! Gülbeşeker _Ey bir yerde duramayan, dinlenme nedir bilmeyen rüzgarımız! Güle bizden haber götür de de; "Gül bahçesinden kaçıp şekerle dost olan gül, nasıl oldu da yurdundan ve sana gönül veren, senin için feryat edip duran bülbülden ayrıldın geldin, şekere karıştın, 'gülbeşeker' tatlısı oldun?" _Ey gül'. Neden şekere karıştın? Aslında sen, kendin şekersin, şeker gibi tatlısın, hoşsun. Şeker olduğun için, herkesten çok sen, şekere layıksın ama, neden gül bahçesine karşı vefasızlıkta bulundun? Şeker de, gül de hoş, fakat vefalı olmak her ikisinden de hoş, her ikisinden de tatlı. _Şimdi 'gülbeşeker' tatlısı oldun ya, seni yiyenlere gönül gıdasısın, göz nurusun. Bu yüzden artık gülden gönlünü çek; o nerede, bu nerede? Sen bahçede dikenle beraber oturuyorsun. Akıl gibi cana yakın idin, insana karıştın. Şekerle beraber iken şimdi insanla beraber oldun. Nur oldun. Ey gül! Sen şimdi dünyaya yukarıdan bakıyorsun da, dünyadaki acaip halleri gördüğün için dünyaya gülüyorsun. Biz de sizin gibiydik, rüh olduk, kurtulduk. Haydi siz de rüh olun, bu kirli yeryüzünden kurtulun. Gülbeşekerden maksadımız, Hakk'ın lütfuyla bizim varlığımızdır. Varlığımız sanki demir kırıntısı, Hakk'ın lütfu ise mıknatıs! _Akıl da aynadır. Demirden ayna yapan aynacı, onu parlatmak, ayna haline getirmek için ona çok eziyet etmededir de, bu yüzden olacak, ayna bizi istemiyor, bize gelmiyor, hep biz onu elimize alıyor, ona bakıyoruz. O bize şunları söylüyor ama, kulaklanmız gaflet pamüğu ile tıkalı olduğu için duyamıyoruz: "Ey insanlar, ben sizi sizsiz isterim." Gel _Ey şehrimizi süsleyen güzel! Bize ne de hoş salına salına gelmedesin; deremize ne de hoş çağlaya çağlaya akmadasın! Ey ırmağımız, ey bizi arayan dost! Gel, gel de senin lütfunla çorak yerler yeşersin, mezarlar bahçe haline gelsin. Koruklar tatlılaşsın, üzüm olsun, ekmeğimiz pişsin. • Ey can güneşi, ey gönül güneşi, ey güzelliği ile güneşi bile utandıran güzel, gel, gel de bizim zavallı halimizi gör, şu balçık beden, canı nasıl tutmuş bırakmıyor? _Haydi kalk sevgilim, hoş bir eda ile salına salına yürü de, melekler bile gökyüzü pencerelerinden başlarını çıkarsınlar, yeryüzüne eğilip seni seyre dalsınlar. Böyle söyledi, sonra geçti, gitti. Fakat o güzel dudaklardan çıkan bu sözün tesiri onun tadından, bu yaralı gönlüm, iyi oldu sağlık buldu. _Ayrılıktan ötürü gündüz karardı, gece gibi oldu. Gönlüm yay gibi idi, inceldi ok gibi oldu. Benzim safran gibi sarardı. Boynum büküldü, çene düştü. Beden mezarında sıkıştım kaldım. Ey rühu darlıktan kurtaran, rahata kavuşturan! Gel, beni benden, beni bedenden kurtar! Sen, öyle büyüksün, öyle büyük bir nür kaynağısın ki, şu güneş senin nuruna karşı sanki akşam kızıllığı, ey bütün dünya padişahlarını geride bırakan, azîz varlık, ey Hakk ile gören göz, ey her şeyi bilen gönül! Gel! Dünyada mevcut bütün canlar, sana karşı canlıktan çıkıyorlar, beden oluyorlar. Halbuki sen, cansın, canlar canısın, cansız beden ne işe yarar? Ben çok eskiden, sana gönül vermiştim. Gel, ey sevgili gel de şimdi sana canımı da vereyim! Ey-sevgili, ilacım de sensin, çarem de sensin. Yüz parça olmuş gönlünnün nuru da sensin, çaresiz gönlümde, senden başka ne varsa hepsi yok oldu, beni kimsesiz bırakma! Gel! _Gökyüzünden cana; "Haydi geri dön!" diye bir ses geldi. Can da; "Ey beni çağıran yüce varlık, merhaba, geliyorum." diye cevap verdi. Ey bizim eşsiz misafirimiz, bizim canımızın sabrını da, kararını' da aldın. Seni nerede arayayım? Nerde bulayım? Seslenen "O, candan da, rnekandan da dışarıdadır, O, çok üstün bir yerdedir." dedi. Şu zindanda bulunanların, ayaklarına bağlanmış olan ağır zincirleri çözeyim, gökyüzüne de bir merdiven koyayım, koyayım da can, yücelere çıksın. Sen cana, canlar katan bir güzelsin. Sonra yabancı da değilsin, bizim şehrimizdensin. Öyle olduğu halde neden kendini garip sayıyorsun, yabancıymış gibi davranıyorsun? Bu hal, dostluğa yakışır mı? Avareliği, bir bir şerbet gibi içmişsin de kendi evinin yolunu bile unutmuşsun. Çok kötü huylu olan, Kabil'li büyücü kadın, sana çok büyüler yapmış, bu yüzden nereden geldiğini, nereli olduğunu hatırlıyamıyorsun. Birini takip derek gelen, konup göçen kervanlar, hep o tarafa koşup gidiyorlar. Senin başın nasıl oluyor da dönmüyor? Yüreğin kabarmıyor? Neden hiç bir korku ve heyecanın yok? Bir çok insanlar, orada bizi bekliyorlar, hepsi de bizim sarhoşumuz, hepsi de bize dalıp kendilerinden geçmişler. "Ey zavallı! Padişahın bekliyor. Haydi padişahın yanına gel." diye kulağımıza bağırıyorlar. Gelme _Ey perişan kabuslarla dolu olan gece git! Bir daha gelme! Ey söylenmemiş, gönülde gömülü kalmış gam, ey uyuşmuş akıl, defolun gidin, sizi istemiyorum! Ey uyanık baht, ey devlet gel, gel! Ey Nuh'un nefesi! Ey ruhun hevesi gel! Ey yaralanmış merhemi gel! Ey hastanın sağlığı gel! Gitmemek üzere gel. _Ne yazık ki, hakîkat sarayının Sadrazamı, beni meclisine kabul etmiyor, beni can mahremi yapmıyor, beni sırlarına mahrem etmiyor. Onu gördüğüm an rengim uçtu, gücüm, kuvvetim kalmadı, perişan oldum, o durumu anlamadı da; "Rengin nerede? Gücün, kuvvetin nerede?" diye sordu. Irmağa dalan kişiye, elbisesi yük olur. Benim şu sarığım ile hırkam bana yük oluyor, ağır geliyor. Mal, mülk, mutluluğa ulaşmak sebepleri, hepsi de o tatlı edalı ay yüzlüdendir. Sevgili bana yakınlık gösterir, vefalı olursa, mal da odur, mülk de odur. Aşk insanı yok eder, var eder. Gönülsüz bırakır, elsiz, ayaksız bir hale sokar. Aşk meyhanesinin sakîsi, şarap sunar, mest eder, insanı kendinden alır. _Dün, sevgilim gamlı dostunu okşadı. Acılar çeken, sitemler tatmış olan cana, tatlı sözteri ile kendi tadından tat verdi. Kim de dünya sevgisini bırakıp Hakk'a yönelmek isteği varsa, o nefsini yendiği için şaşılacak bir kişidir. Kendinden, kendi varlığından kurtulmuş bir canda, zevk içinde, zevk vardır. Allah aşkına sus, yersiz sözler söyleyerek, susma huyunu öldürme! Bu kasîdeyi uzatma, kısa kes; çünkü asîde geliyor. _O padişah, mukadderat kalemi ile rakamlar yazıp duruyor. Gönül, onun elinde bir kalem. Hoca sen de bir an için olsun hayattan şikayeti bırak, kadere boyun eğ de, müslümanlığını yenile! Padişah, kader gereği seni imtihan için cefa eder. Sıkıntılar verir. Sen o cefayı padişahın elinde bir kabarcık gibi bil! Padişahın elini tutan kişi o kabarcığı öper. Dünya, cihanın gizli hükümlerini ihtiva eden bir kitap gibidir. Senin canın da o kitabın başyazısı. Düşün de bu meseleyi iyi anla! _Daima neşeli ol; arada sırada gelen cefalarla yüzünü ekşit ama, gönlünü hoş tut, suyu döndür, başka tarafa aksın. Sen de sus artık, eşeğin boynundaki o oyalayıcı çıngırağı çöz! Kitab-ı Kainat _"Kainatta çeşitli varlıklar yaşıyor; karalarda, denizlerde yaşayan sayılamayacak kadar çok olan bu varlıkların adlarını, cinslerini ihtiva eden bir kitap yazılsa; yani: Kitab-ı Kainat kaleme alınsa, bu kainat kitabının fihristinde ilk numaraya insanın adı yazılacaktır. Sonra diğer hayvanlar, balıklar, kuşlar, böcekler gelecektir. Neden o kitabın başyazısı insan ile başlayacaktır; insan, bütün yaratılmış mahlükların en başında yer alacaktır? Çünkü insan bütün mahlükların en şereflisidir, sonra insan da ilahî emanet vardır. İnsan; "Rühumdan ona üfürdüm!" sırrına mazhar olmuş, üstün ve bir mahluktur." Ay _Ey sevgili, sen gökteki aya benziyorsun ama, sen neredesin, ay nerede? Senin yüzündeki güzellik, nür, ayın yüzünde bulunabilir mi? Herkes ay ışığını seviyor, ayı seviyor. Ay ise senin aşkının esiri olmuş, senin elinden feryat ediyor. Haydi kalk sevgilim, hoş bir eda ile salına salına yürü de, melekler bile gökyüzü pencerelerinden başlarını çıkarsınlar, yeryüzüne eğilip seni seyre dalsınlar. Senin parlak yüzünden, şimşekler çakmaya başlayınca, gönüller, gözlerini korumak için elleri ile yüzlerini kaparlar. Her ne kadar gönül bahçesi zevk ve safa elde ettiyse de, kış gibi olan bu ayrılık yüzünden hepsini kaybetti. Can bahçesi, sonbahara benzeyen ayrılık gamı ile, hazan gibi sarardı, soldu. Senin baharın ne zaman gelecek de, beni yeşertecek, hayata kavuşturacak? Dün, gönlüm, senin oturduğun mahallenin başında yorgun, perişan, uyuyakalmıştı. Hayalin oradan geçti de, gönlümü o halde gördü de. Dedi ki: "Nasılsın? Bu ağır hayat şartlarının sana yüklediği yükün altından nasıl çıkacaksın? Öyle acılar çekmiş, öyle zayıflaşmışsın ki, bedenin artık gözle görünmez olmuş." Böyle söyledi, sonra geçti, gitti. Fakat o güzel dudaklardan çıkan bu sözün tesiri onun tadından, bu yaralı gönlüm, iyi oldu sağlık buldu, ya Rabbî, onun sevabını sen ver! _Ey vefasız güzel, neden böyle yapıyorsun? Beni perişan ediyorsun? Neden vüzüme bakmıyorsun? Neden beni görünce yüzünü ekşitiyorsun? Neden yalnız sana ayrılan, sana bağlanıp kalan, senin vefalı dostun olan gönlümü, her an mızrakla yaralıyorsun? Senin cevherin kuyumcuda müşterilerce pek beğenildi. Yani asaletine, rühî güzelliğine, Hakk aşıkları hayran oldular. Öyle olduğu halde neden bizim canımızı da, cihanımızı da alıp götürüyorsun? Neden bize acımıyorsun? Sen Hızır'ın çeşmesisin, sen bir kevsersin, ab-ı hayattan bile hoşsun. Senin ayrılık ateşinle yanıp duran ancak benim, neden beni sevmiyorsun? Senin sevgin can gibi gizlidir. Sevgi mührünün de eseri, izi yoktur. Böyle olduğu halde, neden gönlüme mühürünü bastın; izler, nakışlar bıraktın? Neden kendini bana böyle sevdirdin? Dedi ki: "Ben canın canıyım, canı görmeye heves etme! Can görülmez." Öyle olduğu halde neden senin güzel yüzün, canın şekline girdi, can oldu? Hani can görünmez diyordun, neden böyle oldu, neden? Ey bütün maddî varlığından kurtulup, sadece baştan ayağa nür olan azîz varlık, yıldızlar bile seni görüp kendilerinden utanıyorlar. Peki böyle iken ne diye şüphe bulutları ile örtünüp, gönüllere, maddî ve manevî güzellikle iki yüzlü olarak görünüyorsun? _Beni yokluktan var eden, beni yaratan her an beni söyletmededir. Sonunda beni söyleten kerem buyurdu, bütün söylediğim sözler O oldu. _Bazen ona av derim, bazen bahar derim, bazen ona şarap adını takarım, bazen de mahmurluğum derim. ************ _Divanı Kebir’in Mukaddemesi: _Dîvan-ı Kebîr'de bulunan sözler rühanî sırlardır. Hakk'a gönül verenler için Nüh'un gemisidir. Kutsal nefeslerdir. Ruha hoş gelen esintilerdir. Rabbanî ilhamlardır. Seher vaktindeki feyzlerin gönül gözünü açan keşfleridir. Noksanlardan münezzeh olan Allah'tan gelen varidattır. Eşi bulunmaz işaretlerdir. Şaşılacak ibarelerdir. Bahr-ı ehadiyetin nürlandır. Gayb denizinin iri incileridir. Bu Dîvan Aşıklar Dîva-nı'dır. Manevî zevklerin kaynaklarıdır. Gönüllerin ışığıdır. Aşıklara, ariflere makbul olan gerçek sözlerdir. Huzur ehlinin anahtandır. Gayb alemindeki hür kişilerin makamlandır. Kalp sahiplerinin kalplerinin kalbidir. Gönül bahçelerinin çiçeğidir. Bu Dîvan'daki sözler, has kulların meclislerine feyizler ve manevî zevkler getiren akarsulardır. Velîleri anan ve andıran haberlerdir. Olgunlaşmış kişilere sa'adet kimyasıdır. Yakîne erişmiş kardeşlerin hutbesidir. Allah'ı seven, kötülüklerden sakınan erlerin boyunlarına gerdanlıktır. Bu sözler, münafıklara Hakk'ın Zülfikar'ıdır. Büyük ve hayırlı kişilerin rühlarına iksirdir. Hakk yolunda sefere çıkanlara bir yolculuk armağanıdır. Ceberut kuşlannın dilidir. Meleküt alemindeki meleklerin tesbîhleridir. _Önsöz_ _"Büyük Dîvan" anlamına gelen Divan-ı Kebîr, Hz. Mevlana'nın heyecanla, gönül coşkunluğuyla söyledigi ilahî aşk şiirlerini toplayan kitabın adıdır. Mevlânâ'nın "Âşıklar Divanım" biçiminde adlandırdığı eser aynı zamanda "Şems Divanı" ya da "Divan-ı Şems-i Tebrizî" olarak anılmaktadır. Mesnevî beyitlerinin toplamı yirmibeş bin otuz birdir. Halbuki Dîvan-ı Kebîr'in rubaî beyitlerini de dahil edersek, beyit sayısı elli bine yaklaşmaktadır. _Dîvan, îslamî edebiyat'ta şairlerin yazdıkları kendi şiirlerini alfabe sırasıyla bir araya getirdikleri kitabın adıdır. Dîvanlar şairlerin adlarıyla birlikte söylenirdi, mesela Dîvan-ı Bakî, Dîvan-ı Fuzulî, Dîvan-ı Hafız diye adlandınlır. Mevlana gazellerinin sonlarında, kendi adı yerine hep Şems-i Tebrîzî adını kullanmıştır. _Şems, Mevlana'da kendini gördü. Mevlana da Şems'de kendini gördü, onlar birbirlerine ayna oldular. Birbirlerinin hakikatını gördüler ve birbirlerine aşık oldular. "Tebrizli Şems bana İskender gibi, taç, taht, saltanat, verdi de ben mana ordusunun başkumandanı oldum." Demiştir. _Dîvan-ı Kebîr'in tamamı Abdulbaki Gölpınarlı merhum tarafından yedi cilt halinde Türkçeye tercüme edilmiş. _Bir Dîvan-ı Kebîr beytinde, Hz. Mevlana şöyle söyler. "Ben sözü aşkla söylüyorum. Çünkü dersi aşktan alıyorum. Ben canımı onun önüne koyuyorum, ona armağan ediyorum, çünkü o pek azını kabul eder, her şeyi kabul etmez." _Mevlana bazen şiirlerindeki coşkunluğun farkına varır da, sözünden tövbe etmek ister, şöyle der: "Her gazelin arkasından gönlüm söze, lafa tövbe ediyor; bir daha böyle sözler söylerniyeceğim diyor amma, Allah'ın dileği gönlümün yolunu kesiyor, gönlün tövbesini bozuyor." _Ey hikmet ve hakikati seven dostlar! Ey Hakk aşıkları! Sizi büyük veli Hz. Mevlana'nın Divan-ı Kebîr'inden yaptığımız seçmelerle başbaşa bırakıyor, ben artık aradan çekiliyorum. Cümlenizi hürmetle, sevgiyle selamlar, size sağlıklar, esenlikler manevî ve rühanî zevkler, neşeler temennî ederim. *** _Edebi Önsöz_ _Görmez misin herhangi bir yerde gül açılsa, hemen onun yanında bir diken meydana gelir. Bu sebepledir ki bu alemde bir insan-ı kamil zuhür etse, kimi onu kabul eder, kimi de red eder. Nasıl ki Muhiddin-i Arabî hazretlerini sevenler ona Şeyh-i Ekber (en büyük Şeyh) adını vermişlerdir. Sevmeyenler, onu inkar edenler de Şeyh-i Ekfer (Kafirlerin şeyhi) demişlerdir. Hz. Mevlana ise bir şiirinde, "Ben şunu bunu bilmem, ben ilahî aşk kaderiyle mest olmuşum." der. _Sözlerin derinliklerine inemeyenler, ifade etdikleri manayı anlamayanlar, bu gibi sözleri beğenmezler. Nitekim Mevlana bir şiirinde "Biz sevgili ile beraber oturmuşuz da sevgili nerede deyip durmaktayız." sözünü şeriata aykırı bulurlar da, Kur'an'da "Biz size şah damarınızdan daha yakınız." ayetlerinin sırrına akıl erdirmek istemezler. Bu bir seziş ve anlayış meselesidir. _Ariflere göre mey (şarap) gam ve kederden eser bırakmayan Allah sevgisidir. Buna Mansur şarabı, aşk şarabı, Hak şarabı da denir. Bu manevî şarap insanı kendinden alır başka alemlere götürür. Meyhane tabirine gelince, Hak aşıklarına mahsus ibadet yerleridir. Nitekim Şeyhülislam Yahya Efendi şu beytinde bu konuya değinmiştir: " Meyhaneye gel ne riya var ne müraî" Pîr-i mugan ise, mürşid'i göstermektedir. İranlı Hafız bir beytinde şöyle der: Eğer pîr-i mugan (mürşid) sana seccadeni şarap küpüne daldır derse, tereddüt etmeden seccadeni şarap küpüne daldır; Çünkü onun bir bildiği vardır. O, bir hakikat yolcusudur, sakî ise Hak yoluna düşenlere yol gösteren halifeleri temsil etmektedir. _Hz. İkbal de bir şiirinde "Bir müslüman aşık değilse kafirdir." demiştir. Hz. Mevlana da "Ben aşkı olmayan kişinin insanlığını inkar ederim." buyurmuştur. _Sir Jones Jeano: "Bizim dünyamız diğer yıldızlara nazaran en küçük bir yıldızdır. Kainat pek büyüktür. Çünkü ışığı bize elli milyon senede gelen yıldız var. Bunların her biri, boş bir okyanusta giden bir gemi gibi yolculuk yaparlar. Bizler kumlar sayısınca çok olan bu yıldızlar arasında, bir kum tanesinin mikroskopik parçası üzerinde oturarak etrafımızı, uzay ve zamanla çevrilen kainatın maksat ve mahiyetini keşfe çalışıyoruz." ___ _Güldeste _Firüzanfer _Ceberut _Kalplerin kalbi _Gönül bahçesinin çiçeği _Ruhanî sırlar _Canlar canı ******
·
1.184 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.