Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

_Büyücü, aşkınlığın(doğaüstü) ta kendisidir. _Büyü’nün etkili olabilmesi, ona inanılmasına bağlıdır. Bunun da birbirini bütünleyen üç ayrı görünümde ortaya çıktığı görülüyor: Büyücünün kendi uygulayımlarına inancı, sonra iyileştirmeye ya da cezalandırmaya çalıştığı kişinin büyücünün gücüne inanması, son olarak da, büyücü-büyülenen ilişkisinin içinde yer aldığı, bir çeşit çekim alanı oluşturan kamuoyunun inanç ve beklentileri. _(Plasebo beklenti etkisi : Bir düşüncenin hiçbir etkisi yoktur ama insanlar o düşünceye inanıyorlarsa istedikleri etkiyi yaratabilirler. Beklentilerimiz davranışlarımıza yansır.) _Mitoloji, ilkel insanın düşünme tarzıdır. İnsan, insanın hem Tanrı’sı hem de kurdudur. _Daha iyi sistemler üretmek için, toplumlar daha fazla ürünler üretmek yerine, kaliteli insanlar -başka bir deyişle, bu sistemleri üretecek yetenekte insanlar- üretmeye yönelmelidir. _İlerleme ne kaçınılmazdır, ne de süreklidir; atlamalar sıçramalar ya da biyologların dediği gibi mutasyonlardan kaynaklanır. Bu atlama ve sıçramalar sadece daha ileri doğru sürekli aynı yönde olmazlar; yön değiştirerek giderler, bunu çeşitli yönlere hamle olanakları bulunan ancak bunların hiçbiri aynı yönde olmayan satrançtaki ata benzetebiliriz. İlerlemekte olan insanlık, her bir yeni hareketiyle onun için artık tırmanılmış olan basamaklara yeni basamaklar ekleyen, merdiven çıkmakta olan adama benzetilemez. Bu ilerleme daha çok, zar atmakta olan ve şansı zarların üzerine dağılmış bir oyuncuyu hatırlatır, her atışında, zarların masanın üzerinde farklı birleşimlere saçıldığı görülür. Birinde kazanılan, öbüründe kaybedilir ve tarih zaman zaman birikimseldir, yani kısacası sonuçlar uygun bir birleşim oluşturmak için toplanırlar. _Yalnızca hasta olan bir kimse iyileştirilebilir. Hastalığını kabul etmeyip topluma uyum sağlayamayan bir kimseyse, olsa olsa ikna edilebilir. Böylece önemli bir tehlike belirir karşımızda: sağaltma, belirli bir bozukluğun çözümlenmesiyle sonuçlanmak yerine, kişinin özel evreninin, ruh çözümleyimin yorumuna uygun olarak, yeniden biçimlenmesiyle sınırlanır. Bunun sonunda da büyücülüğün toplumsal dizgesine kuramsal olanak sağlayan bir temele geri dönülmüş olur. _Yargıçlar, suçu cezalandırmaktansa, kendilerine göre yeniden yorumlayıp, nesnel temelini kendilerine özgü bir duygusal anlatımla geçerli kılarlar ve doğruluğu saf dışı ederler. Yargıçların suç ortaklığı, sanığı suçlu durumundan çıkarıp, suçlayanların yandaşı durumuna getirir. _Karmaşık düşünceler fizyolojik alana nasıl yansır? _Cannon, kızgınlık gibi korkunun da sempatik sinir dizgesinin etkinliğinde bir yoğunlaşmaya yol açtığını ortaya koydu. Fakat kişi olağanüstü ya da öyle sandığı bir duruma, içgüdüsel ya da öğrenilmiş hiçbir tepkide bulunamıyorsa sempatik dizge denetimsiz ve aşırı bir etkinlik gösterir ve sonuç ölümdür ve bazı deneklerde ölüm nedeni otopside de saptanamamıştır. Dünyanın birçok bölgesinde rastlanan, büyü sonucu ölüm olaylarının ne türden psiko-fizyolojik düzeneklere ilişkin olduğu, Cannon’un çalışmalarından bu yana daha açık bir biçimde görülüyor. _Bir kara büyünün kurbanı olduğunu anlayan kişi, içinde yaşadığı topluluğun en görkemli geleneklerinin etkisiyle durumunun umutsuzluğuna içtenlikle inanır. Akraba ve dostları da bu kesin kanıyı paylaşırlar. Toplumun dışına itilir; herkes ondan uzaklaşmaya, şimdiden ölmüş gibi davranmakla yetinmeyip, onu bütün çevresi için bir tehlike kaynağı olarak da görmeye başlar. Topluluk her fırsatta ve bütün davranışıyla zavallı kurbanını adım adım ölüme sürükler. O da kaçınılmaz saydığı bu yazgıdan kurtulmaya çabalamaz. Zaten kısa bir süre sonra, onu «ruhlar ülkesine» gönderecek kutsal törenler başlar. Tüm aile ve toplum bağlarından koparılmış, bireylik bilincini oluşturan tüm görev ve etkinliklerden yalıtılmış, yüce güçlerle karşı karşıya kalmıştır. Ama bu kez onlar, karabüyünün ekseninde birleşmiş olarak, onu canlılar dünyasından kovmak için çıkmışlardır karşısına. Paylaştığı tüm değer dizgelerinin dışında bırakılmıştır. Bir zamanlar hak ve ödevleriyle etkin bir birey olmasını sağlayan bu dizgeler, kesin bir dönüşüme uğramış, bu kez onu korku, yasak ve törenlerin edilgin bir nesnesi, dahası bir ölü olarak nitelemeye başlamışlardır. Tüm bunların ve duyduğu yoğun dehşetin ortak etkisine boyun eğecektir. Bedensel bütünlüğü de toplumsal kişiliğinin bu çözülüşü karşısında direnemez. _Ruh çözümleme kuramı, tepki yinelemesi kavramını ortaya atıp, önemini vurgulayarak büyük bir övgüye hak kazanmıştır. _Ruh çözümleyimde, üç değil tek bir «tepki yinelemesi» (hastanınki) olduğu söylenir. Bu savın doğruluğu o kadar da kesin değil. Şamansal sağaltmada, yalnızca büyücünün konuştuğu ve suskun duran hasta için tepki yinelemesi gerçekleştirdiği; ruh çözümleyimdeyse, hastanın konuşup, kendisini dinleyen hekime «tepki yinelediği» doğrudur. Fakat hekimin tepki yinelemesi hastayla eşzamanlı olmasa bile zorunludur; çünkü ruhçözümleyici olabilmesi için çözümlemeden geçmiş olması gerekir. Her iki uygulayımın da toplumsal çevreye yükledikleri işlevi tanımlamak daha güç. Büyü, hastanın aracılığıyla, topluluğun önceden belirlenmiş sorunlara uyum sağlamasına yol açar. Oysa ruh çözümleyimde amaç, kendisine sunulan çözümlerin yardımıyla hastanın topluluğa uyum sağlamasıdır. Fakat, ruhçözümleyim alanında bir süredir izlenen kaygı verici gelişmeler, aradaki farkın ortadan kalkması tehlikesini de birlikte getirmektedir. Böyle giderse, ruhçözümleyim kuramı, belirgin ve sınırlı durumlarda deneyle kanıtlanabilen bilimsel varsayımlar bütünü olmaktan çıkıp topluluğun bilincine sızmış belirsiz bir söylenbilime dönüşebilir. (yalnızca bireysel durumlara uygun düşen bir yöntemi, toplumsal ruhbilim olgularına da uygulamaya kalkışmak). İşte o zaman ruh çözümleyim, bireylerin iyileştirilmesine yönelik, gerçek sağaltmalara dayalı bir kuram olma özelliğini yitirir. Yerini, topluluğa güvenlik duygusu vermekle yetinen bir söylenbilim alır. Onun kalıntıları üstünde de, geleneksel sağaltma yöntemleri, biçim değiştirip, yeniden egemenliğini kurar. _Bilimsel açıklamadan farklı olarak, belirsiz ve dağınık durumların, duygu ve tasarımların nesnel bir nedene bağlanması değil, bunların bir bütünlük ya da dizge biçiminde eklemlenmesi söz konusudur. Bu durumların birbirlerinden kopukluğu yüzünden, çözümlenmeleri ve kaynaşıp bir bütün oluşturmaları oldukça güçtür. Söz konusu dizge işte bunu başardığı oranda amacına ulaşacaktır. Bu olgu da ancak bilincin dışardan kavranamayan bir iç-deneyimiyle doğrulanır. Birbirini bütünleyen karmaşalarıyla, büyücü-hasta ikilisi, topluluğun gözünde, somut ve canlı biçimde, uzlaşmaz bir çelişkiyi ortaya koyar. Aslında her türlü düşüncede bulunmakla birlikte, olağan koşullarda anlaşılması güç ve belirsiz bir çelişkidir bu. Anlatıma ulaşamama durumu nasıl düşüncenin hastalığıysa, hastalık da edilginlik ve kendine yabancılaşmadır. Ve duyarlık nasıl simgelerin besin kaynağıysa, büyücü de kendi aşkınlığın ta kendisidir. Sağaltma bu iki karşıt uç noktayı ilişkiye geçirir, birinden öbürüne geçişe olanak sağlar ve bütüncül bir deneyimle, toplumsal evrenin yansımasından başka bir şey olmayan ruhsal evrenin tutarlılığını ortaya koyar. _Eğer yaptığımız çözümleme doğruysa, büyüsel davranışları da bir duruma tepki olarak görmemiz gerekir. Çünkü, yalnızca simgesel işlevin tarihi, insanın bu anlıksal konumunu anlamamıza olanak verir. Evrenin sunduğu anlam hep yetersiz kalmaktadır; düşünceyse, nesnelere taşıyabileceklerinden daha fazla anlam yüklemeye yönelir. Gösteren ve gösterilen arasında bocalayan insan, büyüsel düşünceden, elindeki bu çelişik verileri bağdaştırabileceği yeni bir göndergeler dizgesi sunmasını bekler. Söz konusu iki dizgeden yalnızca birini alıkoyup derinleştirerek, öbürünü yutmasına olanak veren bu büyüsel dizgenin egemen olmasının, bilgi alanındaki ilerlemelerin sonu anlamına geleceği açıktır. İster sağlıklı olsun, isterse ruh hastası, insanlığın bu kötü serüvenini bireyin yeniden yaşamasını istemeye hiç gerek yok. _Sapkın olarak nitelenen bireşimlerin kurallara uygun bireşimler tarafından yutulup genel fakat ‘keyfi’ bir bireşimde eritilmesi her açıdan bir kayıp olacaktır. _Gerçeğin bütün yanlarını açıklamaya kalkışan bir kuramsal çözümlemeye, hastayla hekimi, gizemli bir kaynaşma içinde birleştirmeye ne gerek var? Tüm bunlar, sağaltmanın bir söylene dönüşmesiyle sonuçlanır. Ve en uç noktaya gelindiğinde, ona, olguların resmi yorumunu getirmekten başka iş kalmaz. Gerçek nedenleriyse, yeniden ulaşılmaz olur. ___ _Herkes tarafından büyücülükle suçlanan kişi kendini nasıl temize çıkarabilecektir? _1938 yılının eylül ayıydı. Birkaç haftadır Nambikvara yerlilerinden küçük bir toplulukla, orta Brezilya’nın kederli savanlarında, Tapajoz kaynaklarına yakın bir yerde konaklamaktaydık. Yerli topluluklarına öteki erkeklerinden hiçbir ayrıcalığı olmayan bir büyücüleri vardı. Bu, 45 yaşlarında, güçlü kuvvetli, neşeli bir adamdı. Fakat bir akşam, kampa her zamanki saatinde dönmedi. Karanlık bastırdı, ateşler yakıldı; yerliler tedirginliklerini gizleyemiyorlardı. Savan gerçekten de sayısız tehlikelerle doluydu: yırtıcı bir hayvanla karşılaşma olasılığı, jaguar ya da et yiyen karıncalar. Ama yerlilerin kafasında, zararsız bir hayvan kılığına girmiş su ya da orman cinleriyle karşılaşma korkusu daha ağır basıyordu. Üstelik bir haftadır her gece, bize bir yaklaşıp bir uzaklaşan gizemli kamp ateşleri görüyorduk. Yerlilere göre, her bilinmeyen topluluk olası bir düşmandı. İki saatlik bir bekleyişten sonra, yoldaşlarının bir pusuya düştüğü düşüncesi genel kanı durumuna gelmişti. İki genç karısı kocalarının, oğlu da babasının ölümüne hıçkırıklarla ağlarken, öteki yerliler bu ulu kişinin yitmesinin ölümcül sonuçlarını ve neyin bildirgesi olabileceğini tartışıyorlardı. Gecenin onuna doğru, göreceli bir soğukkanlılığı koruyabilmiş birkaç yerliyle birlikte keşfe çıkmaya karar verdik. Kamptan daha iki yüz metre uzaklaşmadan, ayağımız hareketsiz bir karaltıya takıldı: bu aradığımız kimseydi, sessizce çömelmiş gecenin ayazında titriyordu. Yarım yamalak söylediklerinin yardımıyla öyküsünün ayrıntılarını sökebildik: öğleden sonra mevsimin ilk fırtınası patlamıştı ve bir yıldırım onu kilometrelerce uzaklarda, belirttiği bir yere götürmüş sonra geri getirip onu bulduğumuz yere çırılçıplak bırakmıştı. Ertesi gün, «yıldırımın kurbanı» her zamanki neşesini bulmuştu. Savanda karşılaştığımız yabancı toplulukların büyücünün eski soy-kabilesi olduğunu düşündürecek sağlam kanıtlar vardı ve büyücü, büyük olasılıkla, siyasal önderin yetki ve kurallarını çiğneyerek, eski kabilesiyle ilişki kurmak istemişti: ya yuvaya dönüşü sağlamak, ya onları yeni bağlaşıklarına saldırmaya kışkırtmak ya da kendilerine bağlılığını bildirmek için; ama hangi nedenle olursa olsun, ortadan kaybolmak için bir bahaneye gereksinimi vardı ve yıldırım tarafından kaçırılma öyküsünü de, sonraki olayları da bu amaçla uydurmuştu. Nedenlerini kendilerinin de büyük bir ruhbilimsel derinlik ve siyasal bilinçle çözümledikleri bu üçkağıtçılığı öne sürüp, büyücülerinin dürüstlüğü ve etkinliği tartışma konusu edilse, içlerindeki en kuşkucular bile şaşardı. _12 yaşlarında bir kız, ergenlik çağında bir oğlanın elini tutmasından hemen sonra bir sinir bunalımı geçirir; oğlan büyücülükle suçlanır ve ARC rahipleri mahkemesine götürülür. Bir saat boyunca, gizli bilimlerle herhangi bir ilişkisi olduğunu yadsır. Daha sonra, bu savunma biçiminin etkisiz olduğunu anlayınca —üstelik bu dönemde Zunilerde, büyücülük ölümle cezalandırıldığından— taktik değiştirmek zorunda kalır. Büyücülüğü hangi koşullarda öğrendiğini ve ustalarından, biri kızları çıldırtan, öbürü iyileştiren iki ilaç aldığını açıklayan uzun bir öykü uydurmaya başlar. Bu nokta sonraki gelişmelere karşı akıllı bir önlemdir. İlaçları göstermesi istenildiğinde, sıkı gözetim altında evine gider ve kısa süre sonra geri gelerek, bunları kuttörensel bir karmaşıklıkla kullanmaya başlar. Birini yuttuktan sonra düzmece bir kendinden geçme durumuna girer, öbürünün yardımıyla da olağan haline döner. Daha sonra, ilacı hasta kıza verir ve iyileştiğini bildirir. Oturuma, ertesi gün sürdürülmek üzere ara verilir fakat o gece sözde-büyücü kaçar. Kısa süre sonra yakalanır ve kızın ailesi davayı sürdürmek için kendisi bir mahkeme oluşturur. Yeni yargıçlarının, öyküsüne inanmamakta direnmeleri üzerine, delikanlı yeni bir öykü uydurmak zorunda kalır: Yeni yargıçlarının, öyküsüne inanmamakta direnmeleri üzerine, delikanlı yeni bir öykü uydurmak zorunda kalır: bütün ataları büyücüdür ve onlardan olağanüstü güçler edinmiştir ve bütün bunlar insan biçiminden çıkmasını sağlayan büyülü tüyler yardımıyla olmaktadır. Bu son ayrıntı taktik bir yanlıştı, çünkü şimdi de yargıçlar bu yeni yorumun doğruluğunun kanıtı olarak tüylerin gösterilmesini istiyorlardı. Sıvanın içinde eski bir tüy buldu. Buna dört elle sarıldı ve yargıçlarına bunu, büyülü suç aracı olarak sundu, nasıl kullanıldığını da ayrıntılı olarak açıkladı. Daha sonra köy alanına götürüldü. Öyküsünü yeni ayrıntılarla süsleyip bir kez de burada yineledi. Söylevini acıklı bir sonla noktalayarak, doğaüstü gücünü yitirdiğinden dolayı gözyaşları döktü. Böylece tüm dinleyenler, içleri rahatlamış olarak onu özgür bırakmaya razı oldular. _İlk göze çarpan nokta şu: büyücülükle suçlanan, bu yüzden de ölüm cezasına çarptırılma durumunda kalan sanık, suçsuzluğunu kanıtlamaya çalışarak değil, tersine, uydurma suçuna sahip çıkarak bağışlanmayı başarıyor. Üstelik, herbiri öncekinden daha zengin, daha ayrıntılı ve dolayısıyla daha da suçlu yorumlar ileri sürerek durumu kurtarıyor. Tartışma, bizim davalarımızda olduğu gibi, suçlama ve yadsımalardan değil, sav ve savın ayrıntılı açıklamasından kaynaklanıyor. Yargıçlar sanıktan bir sava karşı çıkmasını, hele olguları yadsımasını değil, bir bölümünü çözebildikleri bir dizgenin eksik bölümlerini kendine özgü biçimde tamamlamasını ve onaylamasını bekliyorlar. _M.C. Stevenson, yargılamanın bir aşamasıyla ilgili olarak şöyle yazıyor: «Savaşçılar çocuğun anlattıklarına o kadar kaptırmışlardı ki onun niçin önlerinde bulunduğunu unutmuş görünüyorlardı». Ve büyülü tüy sonunda bulunduğunda, «savaşçılar arasında bir üzüntü dalgası yayılmaya başladı ve hep bir ağızdan bağırdılar: ne bunun anlamı? Şimdi çocuğun doğruyu söylediğinden kesinlikle emindiler». Somut suç aracını bulmanın utkusu değil üzüntüsü. Çünkü yargıçlar suçu cezalandırmaktansa (nesnel temelini kendine özgü bir duygusal anlatımla geçerli kılarak) onu olası kılan dizgenin gerçekliğini sınamayı yeğlerler _Katılımla pekiştirilmiş açıklama, hatta yargıçların suç ortaklığı sanığı suçlu durumundan çıkarıp, suçlayanların yandaşı durumuna getirir. Onun yardımıyla, büyücülük ve onunla ilintili düşünceler, törel bilinçteki biçimlenmemiş tasarım ve duyguların dağınık bütünlüğü durumundaki dayanılmaz var oluş biçimlerinden sıyrılarak, deneyim nesnesi durumuna gelirler. Korunan bir tanık durumuna gelen sanık, topluluğa, gerçeğe varmanın hoşnutluğunu getirir ki, bu da onu ölüme götürecek bir tüzeden alınacak hoşnutluktan çok daha yoğun ve zengindir. Sonuç olarak sanık, ustalıklı savunmasıyla, dinleyenleri söz konusu dizgenin yaşamsal niteliği konusunda gittikçe daha bilinçli kılarak, topluluğun güvencesi karşısında bir engelken, onun ussal tutarlılığının güvencesine dönüşür. _Savunmanın ustalıklı olduğunu söylemek yeterli mi? Büyücü olduğu öne sürülüyor; büyücülük diye birşey var olduğuna göre, niye o da öyle olmasın? Bilgi ve anılarından yararlanarak, doğaçlayarak ve özellikle, rolüyle özdeşleşerek giriştiği edimlerle, bölük pörçük oluşturduğu kuttörensel (rituel) davranışlarla, kendisine yüklenen bir işlevi başarmaya çalışıyor, herkesin başına gelebilecek bir durum. «Çocuk konuştukça, anlattığı şeye daha da derinden kaptırıyor. Zaman zaman, kendisini dinleyenler üzerinde kurduğu egemenliğin hoşnutluğuyla yüzü aydınlanıyor». ___ _Dünya, hayatına insansız başladı, hayatını insansız sona erdirecek. _Bazen yazdıklarımdan çok şey öğreniyorum. _Claude Levi-Strauss_ (1908-2009) _Yahudi asıllı Fransız antropolog, etnolog ve yapısalcı antropolojinin en önemli ismi. Paris Sorbonne Üniversitesi'nde hukuk bilimi ve felsefe okudu. O dönem Lévi-Strauss, Marx ve Freud'u keşfetti. _Descartes ve Sartre'a şiddetle karşı çıkan yapısalcılığın kurucusu ünlü Fransız antropologudur. Levi-Strauss'a göre, biz öncelikle bilinç değil de, dilin, kültürün ve eğitimin ürünü olan toplumsal yaratıklarız. Felsefeyi çokça meşgul eden özne-nesne ayrımı üzerinde hiç durmayan Levi-Strauss, yapısalcılığın bir bilim olduğunu söyler.[2] Buna göre, yapısalcılık işe, insan etkinliğinin temel öğelerini, eylemleri ve sözleri sınıflayarak başlar ve daha sonra bu öğelerin nasıl birleştiğini inceler; yapısalcılık, bundan dolayı her tür insan etkinliğiyle ilgili nesnel yasalara ulaşmayı amaçlayan bilimsel bir araştırmadır. _Yapısalcılıkla ilgili fikirlerinin temelini Ferdinand de Saussure’un modelinden almıştır.
226 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.