Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

( Rüya Yorumlama Sanatı )
_Yorumlanmamış bir rüya, okunmamış bir mektuba benzer. Talmud _Çevremizin bize zorla giydirdiği kıyafeti, rüyada çekip atarız. Rüyasal gerçeklik içinde artık her arzumuz gerçek olabilir. Usta bir insan, kendisini anlayabilmek için, rüyalarını anlamaya çalışır. Bu, kişiliğin genel kalitesini anlamaya yöneliktir. Emerson _Rüyamda kelebek olduğumu gördüm. Ama şimdi, bir kelebek olduğunu düşünen bir insan mı ya da insan olduğunu düşünen bir kelebek mi olduğumu kestiremiyorum Çin şairi böyle açıklamış. _Gerçek nedir?" Rüyada gördüklerimizin değil de, uyanık iken gördüklerimizin gerçek olduğunu nasıl iddia edebiliriz? Eğer rüya görüyorsak, bu rüya yüzde yüz "gerçektir" ve uyanık halimizin gerçekleri gibi tam olarak geçerlidir. Rüya, gerçek bir yaşayıştır. _Değişik insanların farklı rüyalar görmeleri ne kadar doğalsa, değişik ülkelerin farklı mitoslar yaratmış olmaları da o kadar doğaldır. Bir Parisli'nin bugün gördüğü bir rüya ile bir kaç bin yıl önce Atina'da yaşamış olan bir insanın inandığı mitoloji birbirlerine çok benzer. _Bedenimiz, ruhumuzun bir sembolüdür! Düşüncelerimiz, yüz ifademizi ve davranışlarımızı o kadar etkiler ki, insanlar bizi dinlemekten çok bu belirtileri gözleyerek ruhsal durumumuz hakkında önemli bilgiler elde ederler. Derinden ve gerçekten hissedilen bir düşünce, bütün organizmamıza yansıyacaktır. İşte evrensel sembollerde de, böyle bir ruh ve beden ilişkisini görebiliriz. Çünkü bazı bedensel olaylar, bir takımı duygusal ve ruhsal gerçeklere işaret etmektedirler. _Somut bir şeyin, duygularımız gibi soyut bir şeyi açıklayabilmesi, yani, cisimlerin duygularımızın sembolleri olabilmeleri, aslında pek de şaşılacak bir durum değildir. Çünkü, ruhumuzda oluşan duyguların, bedenimize aynen yansıdığını hepimiz biliyoruz. Örneğin sinirlendiğimizde, beynimize kan fışkırdığını söyleriz ya da korktuğumuzda, "başımızdan aşağı soğuk sular boşaldı" deriz. _Aynı olayın değişik insanlarda değişik duygulara yol açması gibi, aynı sembolün de yerine göre değişik anlamlara gelmesi kaçınılmazdır. Örneğin ateş sembolü. Ateşi bir şöminede izlediğinizde, içimizi bir sıcaklık duygusu kaplar. Ama bir yangında ateş yıkıcılığı sembolize edebilir. _Rüyada gördüğümüz resim, içinde bulunduğumuz ruhsal durumu, gördüğümüz şehir ise, bir zamanlar aynı duyguları yaşamış olduğumuz yeri sembolize etmektedir. Arasındaki ilişki bütünüyle rastlantısaldır. Bir kişinin herhangi bir şehirde, üzücü bir olayla karşılaştığını düşünelim. Bu kişi daha sonraları, o şehrin adını duyduğunda, buruk bir duyguya kapılacaktır. Eğer o şehirde güzel bir anısı olsaydı, kişinin içi de neşeyle dolacaktı. Aynı duygusal tepki, herhangi başka bir durumla karşılaşınca da gösterilebilirdi. _Bütün bilgeliklerin başlangıcında hayret ve merak vardır. Günümüzde artık her şeyin bilindiği kabul edilmektedir. Bir şeye hayret etmek, artık utanç vericidir ve adeta düşük bir zeka seviyesinin göstergesi anlamına gelmektedir. _Uyanık oluğumuz zaman çevremizi algılıyoruz, belki de, aslında göründüklerinden çok farklı olan bazı görüntüleri "gerçek" diye kabul ediyoruz. _Rüyalar mantık kurallarına uymazlar. Uzay ve zaman kategorileri de artık geçersizdir. Ölmüş dostlarımız yaşıyormuş gibi karşımıza çıkabilirler ya da eskiden başımızdan geçen olaylar, birden birden canlanabilirler. Eski bir dost, sanki her gün görüştüğümüz bir dost gibi, aniden karşımıza çıkıverir. Rüya görürken, uyanık durumda hiç fark etmediğimiz bir kaynağı kullanırız. Bu kaynak, adına bilinçaltı dediğimiz, tecrübelerden oluşan bir depodur. _Rüyaların çoğunu unuturuz, birtakım iyi ve kötü huylu cinler geceleyin bizi ziyaret etnıişler de, gündoğunıunda birden yok olmuşlar gibi. _Mitoslar_(Sembolik efsaneler) _"Mitoslar ve masallar "'kendilerini sembol dili aracılığı ile ifade eden. Geçmiş zaman bilgelikleri ve özdeyişleridir. _Rüyalar, insanlığın en eski eserlerinden olan mitoslara çok benzemektedirler. Çağdaş toplumlarda mitoslar bizleri pek fazla meşgul etmezler. Kutsal Kitaplar'a geçmiş olanlara yüzeysel bir ilgi gösteririz. Diğerlerine ise aydınlığa ulaşamamış beyinlerin çocuksu ifadeleri" olarak görürüz. _Modem aydınlanma çağının rüyalar hakkındaki görüşü ise daha da olumsuzdu. Rüyaların saçma olduğuna inanılıyordu. Bu insanlar kendilerine "realist" diyorlardı. _Rüyada sandığımız kişiliğimiz ile tam bir karşıtlık oluşturabilir. İnsanlardan nefret ettiğimizi ya da hiç ilgi göstermediğimiz bir kişiyi, rüyamızda sevebiliriz. Bu rahatsızlıktan kurtulabilmek için de, kestirme bir yoldan giderek, rüyaların "saçma" olduklarına hükmederiz. _Talmud: İbranice'de "çalışma" anlamına gelen bu sözcük, çeşitli dinse konular ve sorunlar üzerine hahamların yapıkları çalışmaları derleyen kitaba verilen addır. _Freud, rüyaların, hem hasta ve hem de sağlıklı insanlarda rastlanılan evrensel bir olgu olduğunu anladı. Freud rüyaların, temelde mitoslarından pek farklı olmadıklarını da kavramıştı. Bu nedenle, bir kez rüyaların dilini anladığımızda, artık mitos ve masalların sırrını da çözebileceğimize inanmaya başladı. _Sembol Dili_ _Sembol dili, insanlığın geliştirdiği tek evrensel dildir ve tarihin akışı içinde oluşan tüm kültürler için aynıdır. Bu dilin mantığında önemli olan zaman ve uzay değil, yoğunluk, anlam ve çağrışımdır. _Sembol dilinin, herkes tarafından öğrenilmesi gereken tek yabancı dil olduğu inancındayım. Eğer bu dili anlayabilirsek, mitosları da anlayabiliriz. Bence mitoslar, bilgeliğin en önemli kaynaklarından biridir. Ayrıca benliğimizin derinliğine inmemizi ve gizli yönlerimizi anlamamıza yardımcı olduğu da bir gerçektir. Eğer bu dili anlayamazsak, insanlığın daha doğaya hükmedemediği çağlardan bize aktarılan önemli bilgileri kavrayamaz ve kendi öz benliğimize giden o gizemli yolu keşfedemeyiz. _Birisine beyaz ve kırmızı şarap arasındaki tat farkını açıklamamız gerektiğini varsayalım. Düşündüğümüzün aksine, bu tat farkını anlatmak çok zor olacaktır. Herhalde sonunda sorunu şöyle geçiştireceğiz: "Ne yazık ki, sana bu farkı açıklamıyorum. En iyisi mi, bir bardak kırmızı ve sonra da bir bardak beyaz şarap iç. O zaman farkı anlayacaksın. Genelde bütün duygular için aynı sorun geçerlidir. _Rüyamızda gördüğümüz sahne, bir duygumuzun sembolü idi. İşte rüyalarda çok yalın bir sembolle, çok karmaşık bir rul halini, böylece anlatabilnıe imanı buluyoruz. _Sembol, temsili şeyler demektir. Sembol, benliğimizin dışını yansıtmaktadır. Sembolize ettiği şey ise, içimizde saklıdır. Sembol diliyle, içimizdeki duygulan, sanki somut birer algı imiş gibi açıklayabilir ve birçok şeyi temsili olarak anlatabilme imkanına kavuşuruz. _Sembolün kendisi ile sembolize ettiği şey arasında ne gibi bir ilişki vardır?" Bu soruyu cevaplayabilmek için, sembollerin 3 türe ayrıldıklarını bilmemiz gerekmektedir. Bunlar sırasıyla, geleneksel, rastlantısal ve evrensel sembollerdir. Son iki tür, iç dünyamızı ve hislerimizi sanki algılarımızmış gibi açıklayabilen sembollerdir. _Bazı seslerin, bir takım cisimleri anmak için kullanıldığını görerek bir alışkanlık yaratılır. Böylece de onların arasında köklü ve değişmez bir ilişki kurulur. _Bayraklar, ülkelerin en güzel tanıtım aracı olarak kabul edilmişlerdir. Bayrakların, renkleri ve sembolize ettikleri ülkeyle yakından ya da uzaktan hiç bir ilgileri yoktur. Fakat buna rağmen, onlar da birer semboldür. _Haçı tamamen geleneksel bir sembol olarak düşünürsek, yalnızca kiliseyi temsil ettiğini görecek, böylece de bir bayraktan farkı olmadığına hükmedeceğiz. _Geleneksel sembollerin anlamları, herkes için aynı ve ortaktır. Rastlantısal semboller ise, çoğunlukla rüyayı gören kişi ile sınırlıdırlar. Bu tür sembollere mitoslarda, masallarda ya da sanat eserlerinde rastlanarak hemen hemen imkansızdır. _Ateş için şunu söylemek mümkündür: O, hiç bir zaman aynı kalmadığı halde, hep aynı olandır. Güç, enerji, büyüklük ve hareketlilik ateşin en önemli özellikleridir. Sanki sonsuz bir güç kaynağını kullanarak dans eder gibidir. Güç, çabukluk, çeviklik, hareketlilik, büyüklük, neşe ve canlılık, ateş sembolü aracılığı ile anlatabileceğimiz duygularımızdır. Ateş; heyecan verici, maceracı ve değişimci olmasına rağmen, su; durgun, yavaş ve süreklidir. Ateşin doğasında belirsizlik, suyun doğasında ise düzen vardır. Suyu kullanarak da canlılığı sembolize edebilirsiniz. Su daha ağırdır" ve bir "güven" kaynağıdır. Su, insanı "rahatlatır''. _Geleneksel semboller, kişiye ya da belirli toplumlara özgüdürler. Rastlantısal semboller, çok dar bir çevreye seslenmektedirler ve onu yalnızca sembolün anlamını bilenler anlayabileceklerdir. Evrensel semboller ise, bedenimizin, duygularımızın ve ruhunıuzun özellikleriyle ilgilidirler. _Bir insanın sahip olduğu duygu, düşünce ve ruhsal haller, diğer insanlarda da benzer bir biçimde vardır. Sahip oldukları bu ortak özellikleri sayesinde, sembol dilini kullanabilmekte ve bu yolla anlaşabilmektedirler. Hiç kimse bize ağlanıayı öğretmez. Üzüldüğümüzde ağlarız ya da sinirlendiğimizde yüzümüz, kendiliğinden kızarır. Bu duygusal tepkiler, bütün insanlarda ortak olarak görülür. Sembollerin ardında gizlenmiş olan duygu ve düşünceler, bütün insanlar için aynıdır ve insanlık varolduğundan beri de aynı kalmıştır. _Hipnoz altındayken sembolleri gayet güzel anlayabiliyoruz _Kutup bölgesinde kullanılan güneş sembolünün işlevi ve anlamı, tropikal bölgelerdeki güneş sembolünden farklıdır. Kutupta güneş; sıcak, hayat verici, koruyucu ve sevgi dolu bir gücü sembolize edecektir. Ekvatorda güneş, ölümcüldür. Ama su, çok kıttır. Onun için su. hayatın kaynağı ve büyümenin temel taşı olarak görülmektedir _Dağlarla çevrili olan bir vadi, içimizde güven, sıcaklık ve korunma duygularını uyandırabilir. Fakat aynı zamanda aradaki büyük dağlar, bizi engelleyen duvarlar olarak da algılanabilir. Böylece vadileri, hapsolmanın bir sembolü olarak görebiliriz. _Yunus Peygamber_ _Yunus, geminin alt bölümüne iner ve derin bir uykuya dalar. Denizciler, bu fırtınayı Tanrı'nın bir cezası olarak düşünürler. Çünkü Yunus onlara Tann'dan kaçtığını söylemiştir. Bu nedenle onu uyandırırlar. Durumu farkeden Yunus, denizcilere kendisini denize atmalarını söyler. Belki o zaman deniz durgunlaşacaktır. Denizciler önce bu arzuyu yerine getirmekten çekinirler ama sonunda Yunus'u kolundan tutup denize atarlar. Yunus suya düşer düşmez, deniz durgunlaşır. Daha sonra büyük bir balık, Yunus Peygamber'i yutar. Yunus, bu balığın karnında tam üç gün ve üç gece saklı kalır. Bu duruma dayanamayan Peygamber, Tann'ya kendisini affetmesi için yalvarır ve bu hapisten kurtulmak için dua eder. Bunun üzerine Tanrı balığa, karnındaki Yunus'u karaya kusmasını emreder. Daha sonra Yunus, Ninive'ye gider, Tann'nrn buyruğunu yerine getirir ve Niniveliler'i felaketten kurtarır. _Bu hikaye aslında baştan sona sembol diliyle yazılmıştır. Gemiye binme, geminin alt bölümüne inme, uykuya dalma, denizde seyretme ve balığın karnında hapsolma" bu sembollere verebilecek örneklerdir. Ama genelde, kendi içine kapanmayı ve kendini toplumdan soyutlamayı sembolize ederler. Bir bütün olarak ele alındığında hikaye sağlam bir mantığa sahiptir. Bu hikaye, bize Yunus Peygamber'in iç dünyası hakkında bilgi vermektedir. Yunus, hikayenin başında insanlardan ve görevinden kaçar. Giderek onlara daha fazla yabancılaşır ve sonunda balığın karnındaki mutlak soyutlanma ile insanlardan tamamen uzaklaşmış olur. Buradan kurtulmak için sonunda Tanrı'dan yardım diler. (Aslında bu hikayede, tipik bir nevrozun gelişimini izleyebiliriz. Sonunda Yunus da, güvenliğe kaçmayı bir yana iter ve hayatına bıraktığı yerden devam etmeye karar verir. İçsel bir bağ ile birbirine bağlanmış ve çağrışımlarla yönlendirilmiş olan ruhsal yapının dile gelişi demek olan bu "iç hikaye" de de neden-sonuçlu dizilişler vardır. _Rüyaların Özellikleri_ ............ _Önsöz_ _İnsan ancak beynindeki verilerle göre düşünür. Gördüğü ya da duyup okuduğu şeyleri anlaması da yine beynindeki bu verilerle olur. İnsan beş duyu ve üç boyutlu madde ile kısıtlıdır. Oysa aklı, düşüncesi ve bilinci ile bunları çok aşan şeyleri tasarlar, hayal eder ve onlara inanır. Hatta tüm yaşantısını bu görüp bilmediği, aklını kullanarak tasarladığı bilgilere ve inançlara göre kurup, bunların uğrunda yaşar. _Semboller, olayları ve bilgileri beynimizin verilerine indirgeyip, bizim, kendimizi aşan ve gözle görüp, elle tutamadığımız şeyleri kavramamızı sağlayan araçlardır. _İnsan hayatını genel anlamda ikiye ayırabiliriz: Uyanık hali ve uyku hali. Akılcı ve bilinçli bir düzene göre kurulu dünyasal hayat için, aklın ve bilincin zayıfladığı uyku ve uykuda görülenler, ciddiye alınmarnası gereken özelliklerdir. Çünkü dünya bilime, onun kanıtladıklarına, elle tutulup, gözle görülene inanır ve güvenir. Bunun böyle olması, geçmiş tarihler ve bu yüzyılın başlarına kadar doğruydu da. Bir kısım bilge kişiler dışındaki genel insanlık realitesi, soyut olguları kavrayacak düzeyde değildi. Oysa şimdi bilim öyle bir yere gelmiştir ki, artık yalnızca görülüp, kanıtlanan şeylere inanmak, ilkel bir bilinç düzeyinin göstergesi haline gelmiştir. Çünkü, bizim üç boyutlu algı alanımızı aşan muhteşem bir evrenin sırlarını her gün biraz daha fazla oranda çözmekteyiz. _Bilinç, uyku halinde de faaliyetine devam etmektedir. Fromn daha da ileriye giderek, bilincin, tüm dış baskılardan arındığı uykuda uyanık hale oranla daha gerçekçi ve özgür olduğunu söyler. Bizim bilinçli durumdayken bastırıp, ittiğimiz ya da duyup, görmek istemediğimiz birçok şey de, rüyalar aracılığı ile dile gelip, karşımıza dikilirler. Fromm'a göre uyku, yalnızca bir dinlenme aracı değildir. Uyanık halimizdeki her türlü zihinsel ve ruhsal etkinlik, doğrudan doğruya rüyaya yansır. Bu nedenle rüyalara gereken önemi vermek ve onların şifrelerini çözmeye çalışmak, insana bilinçli durumdayken farkedemediği birçok gerçeği keşfetme fırsatını verir. _Akılcılık ve hareketlilik, uyunmayan bir insanın en büyük özellikleridir. Kesin olan tek şey; rüyamızda hangi rolü oynarsak oynayalım, o rolün yaratıcısı biziz. Rüya görürken, zaman ve uzay kanunlarının egemen olamadıkları bir dünyanın yaratıcıları olabiliyoruz. Fromm _Mitoslarla, günlük yaşantımızın ürünleri olan rüyalar, birbirleri ile şaşırtıcı bir benzerlik gösterirler. Günümüz insanları, mitos ve masallara gereken değeri vermeyi, onları, bir tecrübe ve hatıra hazinesi olarak görmeyi unutmuşlardır. _Rüya insanın kendi diğer yansını farkedip, keşfetmesidir _Halk geleneğimiz içinde rüyalar gelecekle ilgili bazı ipuçlarını direkt olarak elde etmek umudu ile istiareye yatırılarak görülen "istiare rüyaları", yüce katlardan gelen yol göstermeler olarak görülen ve "mana" rüyaları adlı verilen bilgi rüyaları, toplumsal bilincimizde yer etmişlerdir. Kimilerine göre de ruh, uyku sırasında bedeni terkederek astral planda bir geziye çıkar. Uyandığında ise çoğu kez bunları farkedip, hatırlamaz. Oysa bu dönemdeki bilgiler bilinçaltına yerleşir. Daha sonra beynini kullanıp, çalıştırdıkça bu bilgileri de bulup, kendine maledebilir. _Rüyaları, hatta masal ve mitosları bile yorumlarken dikkat edilecek nokta, önce, hakkında yorum yapılacak kişinin ruhsal gelişmişlik düzeyi ve yaşanılan kültürdür. Karınca ya da bilgisayar, rüyayı gören kişiye çalışması gerektiğini vurgularlar. Aydın ARITAN _Fromm - Önsöz 1951_ _Bu kitabın özünü, lisansüstü dersler oluşturmaktadır. Bu kitap, psikiyatri ve psikoloji öğrencileri ile konuya ilgi duyan diğer okuyuculara seslenecek biçimde yazılmıştır. Bu eser, sembol dilini anlayabilmek için yazılmış bir "giriştir. Burada amaç, unutulmuş olan sembol dilinin hatırlanmasına bir katkıda bulunmaktır. Amacımız onu yorumlamak değil, onu bütünüyle anlamak olmalıdır. __ _Erich Fromm_ ............ **************** _ RÜYALAR _ _Pisagor geleneğine göre, uykuda ruh bedenden ayrılarak tanrısal yurduna bir dönüş yolculuğu yapmaktadır. Uyku, beden açısından bir ölüm, ruh açısından ise bedensel ilgilerden kurtuluş. _Heraklit, Homerosun fikirlerini, “eskilerin uydurmaları” olarak nitelendirip rasyonel ve epistemolojik bir zemin üzerinden uyku ve rüya konusunu yeniden yorumlar. Uyku durumunu bir tür bilinçsizlik durumu olarak gördüğü için rüyalar gerçeğe ulaşmanın yolu olamazlar. Uykuda olmayanlar icin tek ve ortak bir kosmos vardır. Uykuda olanlarsa kendi ozel dunyalarına kapanırlar. _Platon, tıpkı Pisagor gibi rüyaları tanrılardan alınan mesajlar olarak kabul eder. Tanrının insanları ne uyanıkken ne de uyurken yolladığı görüntülerde, yanıltmadığını vurgular. Dünya hayatını doğru yorumlayamayanları Platon, hem burayı hem de öte alemi uykuda ve rüyada geçiren insanlar olarak nitelendirmiştir. Uyanıkken ya da uyurken şeylerin yansımalarını yansıma değil de gerçek zanneden kimselerin hayatı da gerçek değil, rüyadan ibarettir. Gerçekte uyanık kimse ise “salt güzel”in varlığına inanan, güzele bu güzelliği paylaşan şeylere bakar gibi bakabilen ve ne şeylerin kendilerini o salt güzelin yerine koyan ne de bunun aksini yapan kimsedir. Platon, uyanıklık adını verdiğimiz durumun aslında bir uyku hali ve bu haldeki tüm düşüncelerimizin de bir rüyadan ibaret olup olmadığını nasıl anlayabileceğimizi sorar. İnsanların doğuştan getirdiği bazı gereksiz hazlar, zevkler ve örfler, âdetlere ve düzene ters düşen dürtüler rüyada serbest kalırlar. Bu olumsuz dürtüler, yasalar ve akılla işbirliği yapan iyi dürtüler sayesinde denetim altına alınmazlarsa mantıklı ve sakin bölümün hâkimi olan ruh bölümü uykudayken “rüyada ayaklanırlar.” Ruhun “hayvansı ve esrik” kısmı uykuyu üzerinden atarak yerinden kalkar ve oradan uzaklaşıp hazların tadını çıkarmak ister. Bu dürtüler, mantıktan, akıldan ve utançtan tamamen kurtulmuşçasına her şeyi göze alırlar. Ruhen sağlıklı ve mantıklı bir insan, böyle kötü rüyalar görmek istemiyorsa aklını harekete geçirmeli ve onu iyi düşüncelerle beslemelidir. Her insanın içinde, hatta doğru dürüst gibi görünen kimselerin içinde bile, anarşist, vahşi ve ürkütücü dürtüler yaşamaktadır. bu dürtüler, eğer denetim altına alınmazlarsa kendilerini rüyalarda gösterirler. Ruhun atılgan ve öfkeli yanını sakinleştirmiş bir insan yatağında dinlenmeye çekildiğinde dürtülerini ve öfkeyi uyuşturmuş ve sadece içinde aklın konakladığı üçüncü bölümü harekete geçirmiş demektir. Gerçek dinlenme budur ve bunu başarmış insan hakikati muhakkak ki kavrayacak. İnsan, icinde bulunan fakat henüz bilmediği şeyler hakkında da doğru hükümler verebilir. Platon, bunların “bir rüyada imiş gibi belirdiklerini” söyler. Demek ki ruhta bilinçsiz halde bulunan doğuştan tasarımlar bulunmaktadır. Platon’un teorisi >Tanrı tarafından insana geleceği görme bilgisinin verildiğini, bu bilginin aklı başındayken değil de rüyada ya da uyanıkken sayıklama, kendinden geçme veya coşkunluk halinde ortaya çıktığını, ortaya çıkan bu malzeme hakkında ancak peygamberlerin veya onların soyundan gelen kimselerin kesin hüküm vereceğini, peygamberlerin tanrının ilham ettiklerini tercüme eden bilginler olduğu vurgulanmaktadır. _Aristoteles, Platon gibi ruhun uykudayken göksel doğasına döndüğünü ve gelecekten haberler aldığını belirtmiş olsa da bu görüşü heraklit gibi sonraları terk edecektir. Rüya, düşünce, algı ve muhakeme değildir. Rüya bir çeşit tahayyüldür. Zihinsel imaj ya da imgelerdir. Tahayyül, hayal ettiğimizin farkında olduğumuz bir rüyadır. Algının dış objesi ayrılsa bile bıraktığı izlenimler devam etmektedir. Yemeklerden hemen sonra uykuda rüya görülmemesi, yemekten üretilen ısıya bağlı olarak vücut içi hareketin çok yüksek olmasından kaynaklanır. Aristoteles’in rüyaları, kan dolaşımıyla ilişkilendirmesi dönemin tıp bilgisiyle ilgili. Buna göre, vücuttaki kan sakinleştiği ve daha saf hale geldiği oranda, duyu organlarından gelen uyarılar bütünlüğünü koruduğu için rüyalar daha sağlıklı ve görüntüler daha net olmaktadır. Uykuda ise zıt bir durum gerçekleşir, en küçük hareket bile önemli görünür. İnsanlar rüyalarında gök gürültüsünden etkilendiğini zanneder, oysa gerçekte kulakta zayıf bir çınlama vardır. Eğer uyuyan uykuda olduğunu algılarsa, görüntü kendini sunmaya devam eder fakat içindeki bir ses bu görüntünün bir rüya olduğunu bildirir. Bu tespitler ışığında Aristoteles’in muhtemelen “hipnogojik” (uyanıklığın başlangıcını işaretleyen bilinç hali/uykuya geçiş dönemi) ve “hipnozompik” (uykudan uyanıklığa geçiş) olguları hakkında konuşan ilk filozof olduğu söylenebilir. _Schopenhauer’in şuurdan ve sinir sisteminden gelen sarsıntıları açığa vuran bir olgu olarak rüyayı ele alması, psikolog Shemer’in her organa kendine mahsus rüyalara yol açma gücünü yüklemesi, hekim Artigues’in hastalıkların teşhisine rüyanın yardımda bulunmasını sağlamak konusundaki fikirleri ve Tissie’nin sindirim, solunum, dolaşım bozukluklarının belli bazı rüya türleriyle nasıl ortaya çıktığını göstermesi. _Bergson’a göre çoğu rüyanın kaynağını görme, işitme, dokunma gibi duyumlar oluşturur. Zihnin çalışan kısmı ile rüya gören kısmı aynı değildir. Çalışan kısım şuur altındadır ve uyku sırasında zihnin muhakeme eden tarafı rüyaya genel olarak etkisiz kalmaktadır. Bergson’dan önce bu tespiti Aristoteles yapmıştır. Freud’u rüyaları araştırmaya motive eden tam da bu husustur. Hatıralar rüya olarak kendilerini gösterirler. _Uykuda Kehanet: Tanrı’nın insanoğluna “geleceği görme bilgisi” verdiğini ve bu bilginin rüyalarda veya coşkunluk hallerinde ortaya çıktığını ileri süren Platon’u karşısına almaktadır. Aristoteles, ironi yaparak bu durumu tek–çift oynayan kumarbazların durumuna benzetir: Çok atarsan şansın da artar. Mizaç itibarıyla boşboğaz ve heyecanlı olan insanlar uykularında her tür görüntüyü görürler. Eğer bu tarz rüyalar düzenli bir biçimde gündüz gerçekleşseydi ve bilge olan kimselere gelseydi bu takdirde onların Tanrı tarafından gönderilmiş olduğuna hükmedilirdi. Mesela, akıl hastalığına temayülü olan bazı insanların bu tarz öngörülere sahip olması, onların zihinsel hareketlerinin önünde herhangi bir engel olmamasıyla, yabancı (sıra dışı) durumlara karşı özellikle keskin bir algıları olmasıyla açıklanabilir. Delilerde de görülür. Onlar bir düşünce üzerinde dururken tıpkı melankoliklerin yaptığı gibi duyusal hareketleri birbirine ekleyerek konuştukça konuşurlar. Rüyada görünenler suda yansıyan şekiller gibidir. Sudaki hareket büyük olursa sudaki akis de orijinaline hiç benzemez. Freud, simgesel yöntemle Aristoteles’le benzer bir bakış açısına sahiptir. Freud’un dikkat çektiği diğer yöntem ise “şifre çözme” yöntemidir. Aristoteles ile Freud arasındaki görünüşte ortaya çıkan ilk farklılık, ilkinin geleceğe dair rüyalar üzerinde, ikincisinin ise geçmişe dair rüyalar üzerinde durmasıyla sınırlı değildir. Aristo; mizacı bozuk, sürekli atıp tutan, heyecanlı, boşboğaz, akıl hastalığına temayülü olan kişilerin rüyalarını ciddiye almaz. Rüyalar hakkındaki araştırmalarında Freud’un görüşlerini “kabul edilmez” bulan Alfred Adler gündüze ait kalıntılar” olarak gören anlayışının daha ötesinde manalar taşıdığını savunur. Ona göre insanlar, sosyal duygu yetersizliği yüzünden çözümüne hazır olmadığı problemleri hayal güçlerine sığınarak çözmeye çalışırlar. Rüya gören kimse, gelecekteki muhtemel bir problemi rüya sayesinde kendisine göre çözmeye hazırlanmaktadır. Jung Freud’un nevrotik kişiliklerde rüyayı bir araç olarak kullanmasını kabul eder ve rüyalar yoluyla gizlenen şeylerin açığa çıkarılabileceğine inanır. Fakat rüya mutlak bir araç değildir ve nevrotik kişiler kadar normal kişiler de kabul görmeyen şeyleri gizleme eğilimindedir. Rüyalar aklın istemsiz bir ürünüdür ve bilinçdışı olayların oluşturduğu zincirin görünür halkalarıdır. Jung’a göre rüyalar büyük ölçüde kolektif malzemeye dayanırlar. Bireyin yaşadığı toplum, nefes aldığı kültürel ve sosyal yapı, tarihsel ve dinî olgular rüyalara büyük oranda malzeme sağlayan unsurlardır. .....................
·
729 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.