Tatlı bir baş dönmesi hissettim; gözlerine biraz daha baksam düşecektim. Düşmemek için bedenine tutundum, dudakları dudaklarımın hizasındaydı. Yan aralıktı, arasında durduğu güller gibi mor renkli bir rujla boyanmıştı. Uzandım, gül yapraklan gibi narin dudaklarına dudaklarımla dokundum. Amansız bir gül kokusuyla sarmalandım. Öpüşmenin tadını bilecek kadar çok kadınla tanışmıştım; ince, dolgun dudaklılar, çilek ya da kara üzüm renginde olanlar, ağzınızın içinde hoş bir koku bırakanlar; sanki acıtmaktan korkarmışçasına dokunanlar ve aklıma gelmeyen daha niceleri, ama hiç duraksamadan söyleyebilirim ki, bu öpüşme o ana
kadar yaşadıklarımın hiçbirine benzemiyordu. Hemen hınzırca gülümsemeyin; sözünü ettiğim baştan çıkancı bir cinsel duygu değil. Bilinen anlamdaki cinsellikten çok uzak bir şey. Dolgun, mor dudakları
ağzımın içinde yabanî bir dut gibi erimeye başlayıp da bu sıvı kanıma karışınca, ruhumun arınmaya, bedenimin yenilenmeye başladığını hissettim. Yüklerimden kurtulmuş gibiydim. Aşağıda çılgınca
dalgalanan denizle, bu dingin bahçeyle, rengârenk güllerle, kollarımın arasındaki kadınla özdeşleşiyordum. Mutlak mutluluk, kesin huzur, saf
masumiyet, hem zevk, hem dinginlik hepsini aynı anda hissedebiliyordum, inanın abartmıyorum, yaşadığım, tanrıların insanlara vaat ettikleri türden bir zevkti; bedenin doyumu ile ruhun doyumunun
buluştuğu an...