Nazaretli İsa, imparatorluğun doğu ucunda, Tabi Kral Büyük
Herod'un (MÖ 37 - MS 4) yönetiminin son üç yılında Yahudiye adındaki tabi krallıkta doğdu. Yaklaşık on yaşına geldiğinde Yahudiye resmen bir eyalete dönüştürüldü. Otuz yaşındayken bir vaiz ve mucize yarahcısı olarak Yahudiye ve Celile'nin kırsal kesimlerinde dolaşmakta ve kendisiyle birlikte
uzun süredir beklenen Tanrı'nın Krallığı'nın doğduğuna dair
şaşırho iddialarda bulunmaktaydı. Mevcut düzeni onaylamayan ve bazı yerel Yahudi seçkinleri eleştiren kıyametle ilgili vaazları, genel olarak bir Yahudi ayaklanmasından endişe duyan kişiler için potansiyel bir risk olarak algılanıyordu.
Statükoya karşı olması ve kendisinin Tanrı ile özel bir ilişkisi
bulunduğunu ileri sürmesi sonunda yöredeki seçkinlerin onu
Romalı yetkililere ihbar etmesine yol açh. İmparator Tiberius
(MS 14-37) döneminde vali olan Pontius Pilate onun çarmıha
gerilmesini emretti.
Onun öldükten sonra dirileceğine inanan küçük ama tutkulu bir grup takipçisi İsa'nın Celile kırsalındaki çalışmalarını çok daha ötelere taşıdılar. Kudüs'te bir süre yaşayan İsa
yandaşları onun eylemini tüm Küçük Asya'ya ve Makedonya'ya yaydılar. Başlangıçta Museviliğin (birçok dalından) biri
olan bu hareket dinsel açıdan da yaygınlaşh çünkü Musa'nın
yasalarına uymayı ve sünnet olmayı şart koşmadan soylulara
kapılarını açmaktaydı. MS 45 civarında Antakya' da birileri
bu gruba "Hıristiyanlar"7 adını verdi ve bu isim tuttu. Yahudi soylularından Aziz Pavlos Hıristiyanlığı kabul etti ve onun önde gelen misyoneri olarak Küçük Asya ve Yunanistan'da
dolaşıp sonunda Roma'ya ulaşh. Paul Yahudi yasalarına uymak zorunluluğunu ortadan kaldırarak bu hareketin Yahudi
olmayanlar arasında da hızla yayılmasını sağladı. İmparator
Neron (saltanah 54-68) döneminde bu eylem Roma' da etkin
hale gelerek imparatorun dikkatini çekti.
Hıristiyanlık tarihçilerin "popüler dinler" adını verdiği
tüm dinsel gruplar gibi genişleyip yayıldı. İmparatorluk kültü diğer dinleri yasaklamıyor hatta engellemiyordu, dolayısıyla bu dinler imparatorluğun her tarafına yayılabiliyordu.
Hatta imparatorluk bu dinlere giderek daha geniş çapta ve
çeşitli katılımlar sağlamaktaydı. Devlet dininin aksine popüler dinler Roma tanrılarından olmayan ilahlara ve kahramanlara odaklanmaktaydı. Devletin bekası ve pax deorum' dan ziyade birey üzerinde durmaktaydılar. Devlet kültünün tersine
onlar çoğunlukla bireyden, kişisel kurtuluştan ve ölümden
sonraki yaşamdan söz etmekteydiler. Önde gelen popüler
dinlerden biri olan İsis kültüyle ilgili bir kaynakta bu dini kabul etmek üzere olan bir Romalı anlahlıyor:
Ve şimdi her yerde hazır ve nazır olan tanrıçanın [İsis) ihsanlarına kavuşma anı yaklaşırken elinde kaderimi ve kurtuluşumu
[vurgu bize ait) tutan rahip göründü. Onun emir ve isteklerine
uygun olarak sağ elinde tanrıça için bir sistrum [gümüş çan] ve
benim için de bir çelenk taşımaktaydı; yüce tanrıçanın lütfuyla
kazanacağım zaferin simgesi olarak buna taç da denilebilirdi.8
Popüler dinler hem Helenistik dünyanın, hem de Roma
İmparatorluğu'nun politik ve kültürel ortamını yansıhyordu. Örneğin İsis'e tapanlar Mısır'ın tanrıları İsis ve Osiris'e,
Mitra'ya tapanlar Frigyalıların (Batı Anadolu' da) güneş tanrısına, Kibele'ye tapanlar Anadolu' daki başka tanrılara, Baküs kültü ise Yunanların şarap tanrısına adaklar adıyorlardı (Görsel 12.4). Tüm bu inançlara, ana kaynaklarından çok uzaklarda, imparatorluğun her tarafında rastlanabiliyordu.
Örneğin Mitra kültü Londra' dan Roma' ya, doğu sınırlarına
kadar yayılmıştı.
Romalılar Hıristiyanlığa herhangi bir dinsel külte gösterdikleri aynı tepkiyi sergilediler. Grup sosyal düzeni bozmadığı sürece önemsenmiyordu. On birinci bölümde tanık
olduğumuz üzere, Romalılar insanların inançlarıyla ilgilenmiyorlardı; önemli olan düzene tehdit oluşturan eylemlerde
bulunulmamasıydı. Yerel yöneticiler herhangi bir sorunun
üstesinden gelebiliyordu. Dinsel grupların engellenmesi enderdi ve genellik.le sınırlı ve kısa süreli oluyordu.
Genel kanının aksine, üçüncü yüzyılın ortalarına kadar
Hıristiyanlara imparatorluk çapında baskı yapılmadı. Eski
kaynaklarda yerel çapta birkaç olaydan söz ediliyor. Tacitus
imparatorluktaki ilk baskının 64 yılında Roma kentinde yaşandığını yazıyor.
Bunun sorumluluğunu da daha fazla imparator Neron' a
yüklüyor ve onun Roma'yı yakmak.la suçlandığında Hıristiyanları günah keçisi gibi kullandığını ileri sürüyor. Burada
yaşananları genel bir eğilim değil, Neron'un kendine özgü bir
davranışı olarak algılamak gerekiyor. Yaklaşık yarım yüzyıl
soma İmparator Trajan (saltanatı 98-117) ile yaptığı bir yazışmada, vali Plinius "yalnız kentlere değil köylere ve hatta
çiftliklere kadar yayılmakta olan" Hıristiyanlık.la nasıl başa
çıkılacağını sorduğunda Trajan şu yanıtı verdi:
Belli bir yöntem ortaya koyan genel bir yasa çıkarmak mümkün
değil. Aslında bu insanların peşine düşmemek gerekiyor. Eğer
yakalanıp huzurunuza getirilir ve suçlu oldukları kanıtlanırsa
cezalandırılmadırlar. Öte yandan Hıristiyan olduğunu yadsıyan
ve bunu eylemleriyle yani bizim tanrılarımıza taparak kanıtlarsa, geçmişte suçlanmış olsa bile, nedamet getirdiği için affedilmelidir. Kimin tarafından hazırlandığı belli olmayan broşürler
için yasal işlem yapılmamalı, zira bu kötü bir örnek oluşturur ve
çağımızın ruhuna uygun düşmez.9
Bu yanıhn ayrınhları her zaman tartışma konusu olmuşhır. Öte yandan bu konuda genel bir Roma politikası bulunmadığı da ortadadır.
Aslında Hıristiyanlık Roma' daki sosyal düzen için önemli
sorunlar oluşhırmakta, baskılar da bu yüzden yapılmaktaydı.
Hıristiyanlık Roma' daki sosyal hiyerarşiye ve "aranızdaki en
yüce kişi hizmetkarınız olsun" gibi kişiyi küçük düşüren değer yargılarına karşı çıkmaktaydı. Roma İmparatorluğu'nun
seçkinlere değer vermesi, onları onurlandırması ve yönetimi
onlarla paylaşması, hem destekçisi seçkinler hem de sıradan
insanlar tarafından kabullenilmişti. Hıristiyanlık bu değerlendirmeye karşı olmanın yanı sıra kiliselerde görevli fedakar
kadınlara özel ayrıcalıklar tanımaktaydı.
Üçüncü yüzyıl başlarında ünlü bir Kuzey Afrikalı şehit
olan Perpehıa'nın öyküsü Hıristiyanlığın Roma'nın sosyal
yapısı için nasıl bir tehdit oluşhırduğunu ortaya koymakta
(Görsel 12.5). Tuhıklanıp hapse atılan kadın dinini inkar etmemekte direndi. Hapishanede tuttuğu günlüğünde kendisini ziyarete gelen babası ile yaşadıklarını dile getiriyor:
Tuhıkluluğumuz sürerken babam bana olan sevgisi yüzünden
beni kararımdan vazgeçirmeye çalışıyordu. "Baba," dedim, "şuradaki vazoyu veya sürahiyi ya da her ne ise o şeyi görüyor musun?"
"Evet görüyorum," dedi.
O zaman ona şunu sordum: "Buna başka bir isim vermek mümkün mü?"
"Hayır," dedi.
"Öyleyse ben de ne isem öyle tanınmalıyım, bir Hıristiyan olarak."
Babam "Hıristiyan" sözcüğü üzerine öylesine öfkelendi ki gözlerimi oyacakmış gibi üzerime yürüdü.ı
o
Perpetua babasına, babaların çocukları; hatta Perpetua
gibi evli olanlar üzerinde hakimiyet kurabilmesiyle ilgili
Roma' daki patria potestas değer yargısına karşı çıkmaktaydı.
Hıristiyanlık Roma sosyal düzenine böyle bir tehdit oluşturmaktaydı. Sonunda Perpetua seve seve kendini feda etti.
Hıristiyanlıkla şehitliğin böylesine coşkuyla karşılanması da
Roma'nın onur ve onursuzluk sistemine ters düşmekteydi.
Hıristiyanlar amfi-tiyatro arenasını onur ve şeref kürsüsü gibi
görürlerken, geleneksel Romalılar buna onursuzluk ve şerefsizlik olarak bakıyorlardı. Hıristiyanlar sanki halkın huzurunu bozmak için doğmuşlardı.