Gönderi

Az çok felsefe tarihiyle canı çıkarılmış bir nesile, son nesillerden birine aitim. Felsefe tarihi, felsefe üzerinde açıkça baskıcı bir işleve sahiptir, tam anlamıyla felsefi Oedipus’tur: “Şunu ve bunu, bunun hakkında şunu, şunun hakkında bunu okumadığın sürece kendi adına konuşmaya cesaret etmeyeceksin herhalde!” Benim neslimdeki birçok insan bundan kurtulamadı, diğerleri ise kendi yöntemlerini ve yeni kurallar, yeni tarzlar icat ederek kurtuldu. Ben, uzun süre felsefe tarihi “yaptım”, falanca ya da filanca yazar hakkında kitaplar okudum. Ama kendime birçok şekilde telafiler sunuyordum: Öncelikle, bu tarihin rasyonalist geleneğine karşı gelen yazarları severek (ve bence Lucretius, Hume, Spinoza, Nietzsche arasında, olumsuzun eleştirisi, sevinç kültürü, içsellik nefreti, kuvvetlerin ve ilişkilerin dışsallığı, iktidarın ihbar edilmesi vs. ile oluşturulmuş gizli bir bağ vardır). Her şeyden önce, Hegelcilikten ve diyalektikten nefret ediyordum. Kant hakkmdaki kitabıma gelince, o farklı, onu seviyorum, nasıl işlediğini, çarklarının neler olduğunu göstermeye çalıştığım bir düşmanla ilgili bir kitapmış gibi yazdım onu — Us mahkemesi, yetilerin ölçülü kullanımı, o kadar riyakâr bir itaat ki bize yasa koyucular unvanı veriliyor. Ama bu devirde paçamı kurtarma biçimim, sanıyorum ki özellikle, felsefe tarihini bir tür sodomi ya da günahsız gebelik — ki bu da aynı anlama gelir — olarak kavramaktır.
·
1 plus 1
·
250 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.