Muhammed 570'te Arabistan'ın merkezindeki Mekke kentinde Kureyş aşiretinin bir ferdi olarak dünyaya geldi. Kuzeydeki bölgelerin aksine Mekke bilinçli olarak Bizans-Sasani
uzlaşmazlığının dışında kaldı. Muhammed'in gençliğinde
Kureyş liderleri Bizanslıların Mekke ile ittifak girişimlerini
geri çevirdiler. Öte yandan Mekke eski dünyadan tamamen ayrışmış değildi. İki önemli ticaret anayolunun üzerinde yer
alıyordu. Bunlar kuzey-güney doğrultusunda uzanan ve
Akdeniz ile Hint Okyanusu'na ulaşan anayol ile doğu-bah
doğrultusunda uzanan ve Mezopotamya'yı Habeşistan ve
Doğu Afrika' ya bağlayan anayollardı. Arabistan' da yaşayanlar uzun süredir -Yeni Babil İmparatorluğu'ndan beri (bkz.
Bölüm Dört)- ticaretle uğraşmaktaydılar. Mekke aynı zamanda bir hac merkeziydi; burada Kabe adıyla anılan binada çok
sayıda tanrının yanı sıra Kara Taş denilen kutsal emanet bulunuyordu. Kabe çeşitli dinlerden hacıları kendine çekmekteydi; Hıristiyanlar bile Yaradan' a saygılarını sunmak üzere
buraya geliyorlardı.
Muhammed'in ilk yılları hakkında çok az bilgi var. Hakkında anlahlanların çoğu, hatta doğum yılı bile tarhşma konusu olmaktadır. Genel kanı ise yedinci yüzyılın ilk on yılı
içinde dünyaya geldiği ve orta halli bir tüccar olarak gittiği
yerlerde "yaşamın anlamı" gibi sorulara yanıt aradığı yönündedir. On yıl kadar böyle dolaştıktan sonra rüyasına giren
bir melek ondan Allah'ın elçisi olmasını ister. Bunun üzerine peygamberlik rolünü üstlenerek bir mesaj iletmeye başlar.
Önde gelen bir bilimadamı bu mesajı şöyle özetlemektedir:
Dünyanın sonu gelecek; tüm insanlığı yaratan Yüce Allah onları
yargılayacak; cennetin tüm nimetleri ve cehennemde çekilecek
acılar tüm ayrınhları ile açıklanacak. Yaşadıkları sürece Allah'ın
buyruklarına uyanlar, yargılanırken O'nun kendilerini bağışlayacağından emin olabilirler; Allah onlardan düzenli olarak dua
etmelerini ve diğer farizaları yerine getirmelerini, kendisine şükretmelerini, hayırsever olmalarını ve cinsel tutkularını dizginlemelerini istiyor.6
Müminler yavaş yavaş bu mesaj etrafında toplandılar.7
Müslüman'ın sözcük anlamı "boyun eğen", yani Allah'ın iradesini kabullenendir. Bu akım başlangıçta Muhammed'in
Allah dünyaya ininceye kadar burada dürüst bir toplum oluşturma görüşünü paylaşanları kapsamaktaydı. Musevi ve
Hıristiyanlar gibi tek tanrıya inananlar Muhammed' in yanında yer aldılar; bu tür inanç sahiplerinin onun verdiği mesajla
ilgili herhangi bir kuşkuları olamazdı. Muhammed Mekke' de
herkesin Allah'a inanmaları gerektiğini, aksi halde Allah'ın
gazabına uğrayacaklarını söylemeye başlayınca yöredeki pagan liderlerle ters düştü ve 622' de hayalını kurtarabilmek için
buradan kaçlı. Bu kaçış Hicret olarak bilinir ve Muhammed' in
ölümünden on yıl kadar sonra oluşturulan Müslüman takviminde bu tarih başlangıç olarak kabul edilir (bunun Miladi
takvim fikrinin ortaya çıkmasından önce olduğunu da unutmayalım).
Muhammed Mekke'nin kuzeyinde bir ticari depo olan ve
bir zamanlar Yeni Babil İmparatorluğu'nun bir parçasını oluşturan (bkz. Bölüm Dört) (daha sonra Medine adını alan) Yesrib' e geldi. Yesrib' de iken yandaşları silahlandı ve Mekke' den
gelip giden tüccarların yolunu kesmeye başladı. 632' deki ölümünden kısa süre önce Muhammed ve silahlı yandaşları tekrar Mekke'ye geldiler; bu arada yandaşlarının sayısı önemli
ölçüde artmıştı; geri gelişine şiddetle karşı çıkanlar olduysa
da Mekkelilerin çoğu ona kucak açtı. Çok sonraları, Muhammed' in ölümünden yıllar sonra Müslüman tanımı kah kurallara bağlanarak Hıristiyanları ve Musevileri dışladı. Bu arada
Arapça konuşan birçok Hıristiyan Muhammed'in ve daha
sonra kurulacak olan Arap ordularının saflarında yer aldı.
Muhammed ile ordularını fethe neyin yönlendirdiği her
zaman büyük tartışma konusu olmuştur. Kuran'ın onun ilettiği mesajı doğru olarak yansıttığı varsayılırsa geç antikçağda
evrensellik ve kıyamet konusundaki ortak görüşlerin hem mesajı hem de yöntemi içinde yer aldığı açıkça görülür. Kuran'ın
önemli bir bölümünde dürüst yargıç Allah'ın yeryüzüne inip
tüm dünyayı düzene sokacağı Kıyamet'ten söz edilmektedir.
İnananlar bu yargılama gününe kendilerini ve dünyayı lamak için Kutsal Savaş' a katılmaktaydı. Muhammed kayda
geçen son konuşmasında "Müslümanlar tüm insanlar 'Allah
Birdir' diyene kadar savaşmalıdır"8 diyor. Amacının evrensel ve adil bir toplum oluşhırmak olduğu görülüyor; bu, geç
antikçağdaki tek tanrı fikrini Antikçağ imparatorlukları döneminin derinliklerinde yatan dinamiklerle kaynaştırmaktır.