Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

215 syf.
10/10 puan verdi
DELİRMİŞ BİR HABERCİ
"Azil Türkçe'de görevden almak anlamına gelir. Asil görevden alınmış ve insanlığın döllenmemesi için dışına terk edilmiştir. Çünkü kendisine sunulmuş olan bilgi yetenek ve düşüncelerin ağırlığından zihni kapanan ve delirmiş milyonlarca haberciden biridir. Delirenler affedilmez ve terk edilir. Bu da suçu olmayan bir insana verilebilecek en büyük cezadır. Deliren habercilerin sonu intihar değilse linçtir. Benzersiz zihinlerini yönetmeyi öğrenip hayatta kalanlarsa peygamber olarak bilinir." Kitabın arkasında yazan bu bilgiye göre zihnindeki bilgiyi ve yeteneklerini yönetmeyi başaramayan ve deliren bir habercinin hayatını okuyoruz. Görevini tamamlayamayan ve azledilen bir haberci. Asil Yaşayan. Baş karakterin adını okuduğumda kitabın adının neden Asil değil de Azil olduğunu anlamadım. Asil ismini daha yakıştırmıştım. Kitabın sonu ve yazarın verdiği bilgiler bize Asil'in görevden azledildiği için adının Azil olduğunu gösteriyor. Asil'le çıkacağınız yolculuk felaket derecede korkutucu gelebilir size aynı zamanda sürükleyici ve heyecan verici. Karakterle birlikte deliliğin sınırlarında geziyorsunuz ve neyin doğru neyin yanlış olduğunu anlayamıyorsunuz. Tıpkı kitap boyunca Asil'in deli mi yoksa dahi mi olduğunu anlayamadığınız gibi. Asil'in tek istediği içindeki saf Ben'e ulaşmak. Ama ona göre dünyayla ve hayatla bir kez ilişkiye girmiş birinin içindeki saf Ben'e ulaşması mümkün değil. İnsanların kuşatıldıkları dünya tarafından kendi benliklerinden uzaklaşmasını eleştiriyor. Ve bizi kendimizden uzaklaştıran doğduğumuz andan itibaren gerçek amacımızdan saptırıp kim olduğumuzu unutturan etkenlere kızıyor. Haksız da sayılmaz kuşatıldığımız dünya bizi öyle bir manipüle ediyor ve kendi kuralları içine hapsediyor ki kim olduğumuzu bulmak gerçek benliğimizi ve gerçek amaçlarımızı keşfetmek imkansız hale geliyor. Peki bu dünya ve bu düzen kime ait? Kim tarafından oluşturulmuş da insanlığı bu şekilde kendinden uzaklaştırıyor. Kendi istediği amaçlara yöneltiyor. Bunun için başkalarını suçlayabilir hep yaptığımız gibi sistemi eleştirebiliriz. Oysa sistem bizden bağımsız değil. Suçu başkalarına atıp sorumluluktan kurtulmaya çalışıyoruz. Hep elimizde olmayan nedenleri öne sürüyor bizi yönetenleri suçluyor ve değişmek için hiçbir çaba sarf etmeden bu düzenin oyuncağı olmaya ve bize ait olamayacak kadar saçma sapan amaçların peşinden koşmaya devam ediyoruz. Hep sistemi suçluyoruz ama sorumluluğu üzerimize almadan kendimizi keşfedip hatalarımızı düzeltmemiz mümkün değil. Yazarın da dediği gibi 'günümüz dünyası asla tatmin olmayan insanların ürünüdür.' Yazar bu konuda toplumu, en kalıp yargıları ve inanışlarını öyle sert bir şekilde eleştiriyor ki bunları ancak bir delinin ağzından söyleyebilirdi. Karakter her ne kadar sadece kendini bulmaya çalışan bir deli gibi görünse de insanlığı tüm yanlışları tüm saçma yargıları ve en önemlisi her insanın içinde yatan kötülükle ve vahşilikleriyle yüzleştiriyor. Tabi doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar sözünün doğruluğunu ve insanın hatalarını kabullenmesinin ve kendini inanışlarını sorgulamasının ne kadar zor olduğunu bize gösteren yazar, insanlığın tüm pisliğini yüzlerine vurmuş karakterin linç edilmesiyle bitiriyor hikayeyi. İnsanların kurduğu düzenin yüzyıllardır gelişme ve değişme ihtiyacı duymadan, düşünmeden inandığı şeyleri ve kültürün insanın kendini bulmasına nasıl engel olduğunu şu şekilde açılıyor yazar: 'Genetik ve kültürel mirasın insana acıdan başka bir şey vermesine olanak yoktu. Her insanın boşluğa doğma hakkı olmalıydı. Vatansız, toplumsuz, ailesiz ve kişiliksiz olmak her insanın hakkıydı. Hiçbir insan, genetik ve kültürel mirasın baskısı altında yaşamaya mahkum edilemezdi. Hiçbir insan, Tanrı'nın iyi olduğuna inanmak zorunda değildi.' Özellikle son cümleden de anlaşılacağı üzere birçok insanın kabul etmesi olanaksız şeyler söylüyor yazar. Ama ben söylediklerinin yanlış olduğunu düşünmüyorum. Hepimiz belli bir kültürel mirasın baskısıyla doğuyoruz ve ona uygun yaşamaya mahkum ediliyoruz. Seçim hakkımız elimizden alınıyor. Oysa özgür bir şekilde seçim yapma imkanımız olmadan kim olduğumuzu bulmamız mümkün değildir. Kültürümüz biz doğmadan yaşayacağımız hayatı, kim olacağımızı ve neye inanacağımızı seçmiş ve biz istemeden bize kendi istediği hayatı dayatmış oluyor. Çoğumuz içinde bulunduğumuz bu manipülasyonun farkında bile değiliz. Ama bir düşünün seçimlerinizin ne kadarı size ait? Kendi seçtiğinizi zannettiğiniz şeylerin kaçı önceden zihninize işlenmişti? Azil bize tüm bu soruları sorma cesareti veriyordu. Kitapta yazan bu gibi sözleri belki birçok kişi dinsizlikle suçlayacaktı. Özellikle örnek verdiğim kısımdaki son cümle gibi. Oysa yazar o kısımda Tanrı'nın iyi olmadığını belirtmiyordu. Anlatmaya çalıştığı şey çok daha başka. Kimse tanrının iyi olduğuna inanmak zorunda değildi. Çünkü bu inanışla doğan kimse bu bilgiyi sorgulamıyor üzerine düşünmüyordu. En önemlisi Müslüman olanların neredeyse hiçbiri kendisi keşfetmiyordu bu bilgiyi. Kimseye bu bilgiyi keşfetme hakkı verilmiyordu. Oysa düşünüp sorgulamadığın en önemlisi kendin keşfedip deneyimlemediğin hiçbir bilgiye inanıyor sayılmazsın. Çünkü o bilginin sen de bir temeli yok. Yani içten içe inanmak için bir sebebin yok. O yüzden Müslümanların hepsi inandığı şeyleri sorgulamaktan korkar. Çünkü altından bir hiçlik çıkacağının farkındadırlar. İşte Azil bu gerçekleri yüzümüze tokat gibi çarpıyor. Bu yüzden herkesin kolay kolay okuyabileceği ve kabul edebileceği bir kitap değil. Sert bir mizaha sahip olan kitapta "Dante'nin cehennemin kapısındakiler için yazdığı 'ey buraya giren, bütün umutlarını ardında bırak!' cümlesinin, hastanelerdeki doğumhane tabelalarının üzerine kazınması gerektiğini üç yüz on altı sayfada anlatmıştı" en beğendiğim kısımlardan biriydi. "İyilik ilk öğretilendi. Ancak gerçek değildi. Yaratılması olanaksız eserler gibi, iyilik de bilinen boyutlar dahilinde var olamayacak kadar hayaliydi. Ancak bir yerlerde iyiliğin olduğuna inanan ve defalarca hayal kırıklığına uğramaktan mahvolmuş olan insanların yersiz çabaları kendilerini tanımalarını engelliyordu. Savaşlar, ihanetler ve yalanlar insana aitti. Ve pişmanlık ya da komşunun hayatını eleştirmek, iyi olmaya yetmiyordu. Hiçbir şey iyi olmak için yeterli değildi. Çünkü dünya ve insan eti, iyilikten yoksundu. İnsanlık çizginin diğer tarafındaydı. Ancak iyilik ve kötülüğü ayıran sınıra o kadar yakındı ki, iyiliğin ne olduğunu biliyor, ancak hayat geçiremiyordu. Vicdan kelimesi ve duygusu, sınıra yakın olmaktan kaynaklanan bir sahtelikti. İnsan, iyiliğe yakın olan bir kötüydü." Bu sözlerle insanı kötülüğüyle yüzleştiren yazar bununla da kalmıyor karakterin yaptığı bazı deneylerle insanın ne kadar kötü ve vahşi bir yaratık olduğunu kanıtlayıp altına imzasını atıyordu. Karakterin yaptığı deneylerde kötülük inancı yüzde yüz doğru çıkıyor ve deneklerinin hepsi istediği ve tahmin ettiği gibi kötü olanı tercih ediyor. Her ne kadar insanlığın özünü bilsem de ve dürtülerimizin bizi kötülüğe ne kadar yaklaştırdığının farkında olsam da yüzde yüz kötülüğe hiçbir zaman inanmadım. Bana göre insan gibi çelişkili bir varlık için saf iyi inancı ne kadar yanlışsa saf kötülük inancı da o kadar yanlış. Bu yüzden kitaptaki bu deneyi gerçeğe çok yakın bulmadım. Ve her gün yenisi çekilen sosyal deneylerin de etkisiyle böyle bir durumda sonuç yüzde elli elli olur diye düşündüm. Yani gerçekte olsa deneklerin yarısı kötülüğü seçiyorsa yarısı da iyiliği seçer dedim. Ama daha önce okuduğum bir kitapta da dediği gibi eline hiç kötülük yapma fırsatı geçmemiş birine iyiliği için teşekkür edebilir miyiz? Karakter de insanı ve zayıf yanlarını mükemmel bir şekilde çözmüş ve eşsiz bir zihne sahip biri olarak öyle zorlayıcı bir deney yapıyor ki insanlığın içindeki gerçekleri ortaya çıkarıyor belki de bu zorlayıcı şartlarla. Çünkü deney yaptığı insanlara öyle imkanlar sunuyor ki kötülük yapmak için bütün imkanları ve bütün bahaneleri sunuyor insana. Sunduğu imkanlar dahilinde kötülüğü seçmemek çok zorlayıcı bir seçenek oluyor aciz insanoğlu için. Karakterimizin deneylerinden biri de itme gücünü kullanarak insanlığı iyiliğe doğru itmek. Çok ilginç olan bu teori gayet mantıklı gerekçeler sunularak doğruluğu kabul ettiriliyor. Asil'in amacı insanların karşısına çıkardığı saf ve korkutucu kötülük ile ona karşı durmalarını sağlayıp iyiliğe doğru itmek. Belki de dünyadaki bütün kötülükleri tek bir insana yükleyip insanlığın karşısına çıkarıyor ve tepkilerini ölçüyor. Tabi bu deney için bir milletvekili seçmesi ve deney için söylettiği korkunç şeylerin bugünkü siyasetçilerin konuşmalarına savundukları şeylere fazlasıyla benziyor olması da büyük bir ironi. Karakter kendince yazdığı konuşmalarda ki şiddet düzeyini giderek artırıyordu. Ama ona rağmen söylettiği her şey toplum tarafından kabul edilebilirlik seviyesinde kalıyordu. Ve bu duygusuz bir deli olan karakterimizi bile çıldırtıyordu. Tıpkı günümüzde kürsülerden söylenen akıl almaz şeyleri çoğumuzun kabul ettiği gibi. Fakat bu karakterimize yetmiyor dozu giderek artırıyordu. Ta ki insanlar tepki gösterene, onları bir bakıma kovalayan kötülükten kaçıp iyiliğe sığınana kadar. Toplumsal ve geçici iyilik nöbetleri adamın ölmesiyle son buluyordu.. Daha önce de dediğim gibi karakterimizin en büyük amacı kendini yani saf Ben'i bulmak. Bununla ilgili değişik yöntemleri ve mükemmel açıklamaları var. Aslında karakter üzerinden bize kendimizi sorgulatıyor. Kim olduğumuzu düşünmeye, peşinden koştuğumuz bize ait olmayan amaçları keşfetmemizi sağlıyor kitap. İnsanların neredeyse hepsinin kim olduğunu farkında olmamasını şu şekilde anlatıyor yazar: 'diğer insanlar sahte ve karanlıktır. Çünkü kendilerini mahkum ettikleri amaçlar, doğalarına aykırıdır. Bu yüzden tatminsizlikleri varlıkları kadar büyük olur. Oysa denklem basittir. Gücün ya da sevginin tatmin getireceğine inanmış ancak ikisine de kavuştuklarında daha fazlasını istemişlerdir. Ve tatminsizlikleri daha doğrusu, basit denklemlerin eşitsizliği karşısında bocalayarak delirmişlerdir.' Kitapta en çok üzerinde durulması gerekenlerden biri de karakterin kendi yazdığı kitaplar içinde kutsal kitap olarak gördüğü ve isimsiz bıraktığı kitap. İsimsiz bırakıyor ve kitabı alan herkesin üstüne kendi ismini yazmasını istiyor. Çünkü karaktere göre birbirinden farklı milyonlarca insan varken herkesi kaplayan tek bir kutsal bir kitap doğru değil. Asil'e göre her insanın hayatı ve sahip olması gereken tanrısal bilgiler farklıdır. Dünyadaki zihin sayısı kadar tanrısal bilgiler olduğunu öne sürüyor karakter. Herkes kendi kutsal kitabını yazsın demiyor elbette. Ama misal İslam için tek bir dini kitap olmasına rağmen yüzlerce farklı yorum ve dini bilgi var. Her insanın zihni, doğruları ve algılayış biçimi farklıdır. Aynı şeyleri okuyoruz ama hepimiz farklı sonuçlar farklı kurallar çıkarıyoruz. Çünkü hepimiz önce algı süzgecimizden geçiriyoruz her şeyi. Yaşadığımız hayat, karakterimiz, zihnimiz oluşturur algımızı. Bu yüzden hepimiz farklı algılarız gördüğümüz şeyleri. Bu yüzden kitapta dediği tek bir dinin milyarlar tarafından paylaşılması düşünülemez sözü çok da uçuk bir şey değildir. Son olarak kitabın asıl bahsettiği şeye, sonunda da anlattığı delirmiş habercilere gelmek istiyorum. "Benzersiz zihinlerini yönetmeyi öğrenip hayatta kalanlarsa peygamber olarak bilinir." sözü kafamı fazlasıyla kurcaladı. Kitapta anlatılan Asil gerçek olabilir mi? Yani dışladığımız, linçlediğimiz, intihara sürüklediğimiz birçok 'deli' zihnini ve yeteneklerini yönetmeyi başaramayan habercilerden olabilir mi? Büyük sanatçılara bakın. Zamanında deli ilan edilen, normal bir insanın yapamayacağı mükemmel eserler ortaya çıkaran büyük sanatçıları düşünün. Eserleriyle bize bir şey anlatmaya çalışan, yaratarak yok olmaya çalışan düşüncelerin ağırlığından zihni kapanan birer haberci olabilirler mi? Yazarın bu mükemmel hayal gücü hem gerçek olamayacak kadar uçuk hem de kendine inandıracak kadar büyüleyici. O yüzden bu kitabı okuduğunuzda neyin gerçek neyin yalan olduğunu anlamakta biraz zorlanabilirsiniz. Özellikle deha ile deliliğin sınırlarında gezen birinin zihninin içinde gezinmek tüm gerçeklerinizi unutturabilir. Ve tepetaklak edebilir sizi. Ama her halükarda çılgın bir deneyim yaşatacağı ve tekrar tekrar okuma isteği uyandıracağı kesin. Ama zihninize güvenmiyorsanız okumadan önce bir daha düşünün derim. Çünkü Asil'in sizi yuvarladığı uçurumdan sapasağlam çıkamayabilirsiniz.
Azil
AzilHakan Günday · Doğan Kitap · 20249bin okunma
·
412 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.