Son bir yıldır arada uğradığı tek bardı. Adı da kendisi gibi tuhaftı. İsmi de cismi gibi "Tek", nev-i şahsına münhasırdı.
Sadece Pink Floyd çalıyordu ve tek çeşit bira satılıyordu. Her şey biricik, barın sahibi çokluktan değil, teklikten yanaydı.
Buranın alamet-i farikası seçim yapmak zorunda olunmamasıydı. "Aza tamah eden, çoğu bok bulurdu." Barın işletmecisinin hayat felsefesinin özeti buydu. Eğer bira içip, Pink Floyd dinlemek kafi gelmiyorsa defolup gidilecek onca yer zaten vardı. Müşteri her zaman haklı olamazdı. Bir bira söyledi. Tuzlu fıstık ikramdı. Ayaz, şarkının en çok burasını seviyordu;
"And if I show you my dark side
Will you still hold me tonight?
And if I open my heart to you
And show you my weak side
What would you do?"
Ne zaman bu şarkıyı dinlese içinden eline en köründen bir bıçak almak ve son darbeyi vurmak geliyordu. Öyle güçlü bir darbe olmalıydı ki tuttuğu bıçak az önce kılağısı alınmış bir usturaya dönüşmeliydi. Ama bu defa farklıydı. Canı kesmek istemiyordu.
"I held the blade in trembling hands
Prepared to make it but just then the phone rang"
Elleri titremiyordu. Hiç titremedi. Tam her şey hazırken, telefon çalmadı. Hep sonradan yetiştiler. The Final Cut en sevdiği albümleri olmasa da, albüme adını veren bu şarkı en sevdiği şarkıydı. Buraya ilk adımını attığında yine bu şarkı çalıyordu. İlahi bir işaret saymıştı bunu. İkinci ve üçüncü şarkıdan sonra bir daha başka bir yere gitmeyeceğini anlamıştı. Şimdilik kararı böyleydi. Hayatının bu dönemine hoşa giden bir yenilik gibi girmişti bu izbe bar. Üstelik sigara da içebiliyordu. Havalandırma berbattı ama umursamıyordu. Bira iyiydi. Pink Floyd iyiydi. Gelen şarkı zaten iyiydi. Kafası güzeldi.
"How I wish, how I wish you were here."
Bir şey dışında her şey olabildiğince iyiydi. Burada olmasını ne çok isterdin. Bir açıklaması yok. Sebep sonuç ilişkisi aramana hiç gerek yok. Sadece biliyorsun işte, yanındaki boş taburede sürekli mesaj yazan, ekşi ekşi ter kokan şu adamın yerinde o olsaydı. Ne çok, ne çok isterdin. O sana sıradaki şarkı benim olsun, derdi, sen zaten ne çalacağını bilirdin. Şaşırırdı. Nasıl bildiğini belki sonra söylerdin. Şarkıların anlamadığı yerlerini ona çevirirdin. Daha çok sevsin diye, senin kadar sevsin isterdin çünkü Pink Floyd'u.
"We're just two lost souls swimming in a fish bowl, year after year,"
Yalnız ikinizin yüzdüğü küçük bir akvaryum olsun dünya. Hepsi bu, fazlası hava cıva.