Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

232 syf.
·
Puan vermedi
·
16 saatte okudu
TATAR ÇÖLÜ Roman karakterimiz askeri okuldan mezun olan Drogo’un mezun olduktan sonra kimsenin hakkında en ufak bir fikir sahibi olmadığı ama Kuzey’in en uzak noktasında bulunan Tatar Çölü’nün koruyuculuğunu yapan Bastiani Kalesi’ne tayininin çıkması ile başlıyor. Bastiani Kalesi’ne gitmek için yola çıkan Drago’ya hiç kimse kale hakkında bilgi veremez. Drogo bu kaleye önyargısız bir şekilde gider ,öğreneceği her şeyi kendi deneyimleri ile edinmek zorundadır. Drogo yola çıkar, yolda önemli bir detay vardır. Hangi yöne gideceğini bilen genç asker nasıl bir yere gideceğini bilmez. Romanların alegorik temsillerine baktığımızda yol; hayat yolculuğunu temsil eder. Drogo da genç bir asker olarak ne olması gerektiğini bilir, bir kahraman olmalıdır, bunun beklentisi ile hayat yoluna çıkar ve nereye gideceğini bilmez. Hayatı anlamlı ve yaşanılır kılan umutlarımız ve beklentilerimizdir. Bu anlam arayışı Drogo’yu hiç bilmediği bir dünyaya yolculuğa çıkarır. Atıyla uzun zaman sonra kaleye biraz da olsun yaklaşan Drogo yolun karşı tarafında atlı bir asker görür. Bağırır, selam verir, kendisini fark ettirir. Bu asker ondan rütbece üst olan biridir. Selam verişinden de utanarak yanına gelir, oldukça donuk davranan bu kişi kale komutanlarından Subay Ortiz’dir. Ortiz ile bir köprüde buluşurlar. Köprü bir başka alegorik tınıdır. Geçişi simgeler. Başka bir dünyaya başka bir ben’e geçiş. Drogo’da bu köprüde aslında eski haliyle vedalaşır ve artık kaleye ait Drogo’ya geçiş yapar. Hakeza romanın sonunda aynı sahne tekrar yaşanır ancak bu sefer yeni gelen asker Moro ile karşılaşan Subay Drogo’dur. Paradoksal bir halde köprü teslimiyetin simgesi olmuştur. Ortiz yol buyunca kalenin makus kaderini anlatır, seneler boyunca savaş olmamıştır, kale unutulmuştur, karanlık, kasvetli ve kimsenin kalmak istemediği yerdir. Bu konuşulanlar Drogo’nun kale hakkındaki ilk izlenimleridir. Derin merak unsurları oluşturur onda. Merak bu işin ilk anahtarı olur. Drogo kaleye geldikten sonra komutan Matti’nin odasına gider. Matti ona bu kalenin oldukça stratejik bir öneme sahip olduğundan, gelen insanın gitmek istemediğinden, alıştıktan sonra uzun süre kalan askerler olduğundan, kuzeyden her an düşman saldırısına hazır beklediklerinden bahseder ama eğer isterse istediği her an gidebileceğini belirtir -Çok sonraları aslında bunun büyük bir yalan olduğunu öğrenecektir-. Ancak bu ıssız ve korkutucu kaleden gitme konusunda oldukça kararlı olan Drogo, hayatının ipleri kendisine verildiğinde donup kalır. Neden biraz daha kalıp bu kalede merakını gidermesindi? Bu stratejik kalede önemli işler yapma umuduyla kalmayı kabul eder. Romanda bu anlarda kalenin duvarlarına vuran ışıklar kalış sebebinin tam manasıyla kale olduğunu vurgular, taşıyla, toprağıyla. ‘’Drogo bir isteğin gidişini engellemesiyle kalmaya karar verdi ama bir şey daha vardı: Kahramanca bir yaklaşım, böylesi önemli bir kararın alınması için yeterli olmayabilirdi. Şu an için soylu ve iyi niyetli bir davranışta bulunduğunu düşünmekte, kendisini umduğundan daha üstün bularak şaşırmıştı. ‘’ Bu durumu ‘Özgürlük Sersemi’ terimi ile anlatmak istiyorum. Yüksek bir binanın tepesine çıkan kişi atlayıp atlamamakta özgürdür. Ancak bu durum onu özgürlük sersemi yapar çünkü onu engelleyen herhangi bir şey olmadığı zaman içinde atlamaya dair müthiş bir istek duyar. “Bize daha fazla serbestlik vermeyi ellerimizi çözmeyi hareket alanımızı genişletmeyi üstümüzdeki vesayeti kaldırmayı deneyin bir sizi temin ederim o anda tekrar vesayet altına girmeye can atarız.” diyor Dostoyevski Yeraltından Notlar kitabında. Drogo kalede kalmaya karar vermesiyle müthiş bir yalnızlığın onu yakaladığını görür. İlk gece annesine mektup yazmak için oturduğunda kalenin ne kadar çekilmez bir yer olduğundan, çok mutsuz olduğundan bahsetmek isterken annesini bir anda giden oğlunun odasında onun eşyalarına sarılırıp hayal eder ve annesinin kendi acısının ona yettiğini düşünür, kendi mutsuzluğunu saklayarak annesine her şeyin yolunda gittiğine dair bir mektup yazar. ‘’Hayır, annesine karşı bile içten olamayacak, ona bile kendine huzur yüzü göstermeyen korkularını itiraf edemeyecekti.’’ Burada yalnızlık olgusun değinen yazar yalnızlığın şahsiliğinden dem vurur. İnsan hep yalnızdır. Her yerde, her zaman. En sade duyguları bile karşı tarafa geçirmek zordur. Annen olsa kimse kendi acısından boşanıp senin acını algılayamaz. Annesi ise oğlunun döndüğünde her şeyin normale döneceğini zanneder. İnsan nasıl da farkında değil akıp giden zamanın içinde yitenlerin. Nasıl da inkara meyilli görmezden gelmeye hazır. Gorki diyor ya Ana romanında anneler işte ağlamak için hep bir sebepleri vardır. ‘’İnsanın, tek başına olduğu ve hiç kimseyle konuşmadığı zaman bir şeye inanması çok zordur. İşte tam da o dönemde, Drago, insanların her zaman birbirlerinden uzakta olduklarını fark etti, birisi acı çektiğinde, acısı sadece kendisine ait oluyor, hiç kimse o acıyı birazcık olsun dindiremiyordu; bir insan acı çektiğinde duydukları sevgi ne denli büyük olursa olsun, diğerlerinin bu yüzden acı çekmediklerini ve yaşamdaki yalnızlığı işte bu durumun oluşturduğu fark etti.’’ Tatar Çölü artık Tatarların yaşamadığı bir çöldür, bu çölün devasa yapısı Bastiani Kalesi’si ise uzun zamandır dostlar dahil devlet eşrafının bile uğramadığı, düşmanların ise tenezzül bile etmeyeceği stratejik bir hata halinde tüm görkemini koruyan bir yerdir. Ortiz’in sarf ettiği bu sözler bir kehanet olacak. İyi bir asker sınırları önemser. ‘’Ama unutuyorlar ki sınır her zaman sınırdır ve ne olacağı hiç belli olmaz…’’ Oldukça kalabalık bir asker grubunu barındıran kale o denli büyüktür ki burçlar arasındaki askerler birbirini belki de hiç tanıyamaz. Gelen her askere ne kadar önemli bir yer olduğu söylense de aslında kalan herkesin ortak bir umudu vardır: Bir gün onlara gerçekten ihtiyaç duyulacak ve anlamlı şeyler yapacaklardır. Ancak hepsi bir gün bu kaleden gidecekleri umudu ile yaşarlar. Terzi Prodomise’ye pelerinini onarmak için giden Drogo Terzi’yle sohbet ettiğinde yaşlı terzi bile bir gün gideceğinden bahseder ancak terzinin abisi onun yirmi beş yıldır orada olduğunu ve bir zavallının bile kahramanca yaşamak umudunda bunca yıldır orada olduğundan bahseder. ‘’Bu zavallı ve basit yaratık bile kahramanca yazgının beklentisi içinde miydi?’’ Beklentiler insanı uyuşturur bir süre sonra asılsız umutlar bağımlılık haline gelir. İlk gün odasında çok rahatsız edici su sesleri duyan Drogo, aradan geçen zaman sonrasında su seslerini artık şarkı seslerine benzetmeye başlar. Köprü nöbetinde şarkı söylediğini zannettiği asker aslında bir akarsuyun sesidir. Umudun şarkısı onu hayatta tutar. ‘’Evet, şimdi umut vaktiydi ve kendi kendine belki asla gerçekleşmeyecek olan ama insana yaşama cesareti veren askeri kahramanlık olayları tekrarlıyordu.’’ Dostoyevski Suç ve Ceza romanında ne güzel diyordu işte aşağılık insanoğlu her şeye alışıyor. Evet, şartlar ne olursa olsun aşağılık insanoğlu her şeye alışıyor. Angustina romanda masumiyeti ve sağduyuyu temsil eden bir karakterken kahramanca ölmeyi de başaran tek karakter. Arkadaşı Larazzi kaleden dönerken o kalmayı tercih ediyor belki de bu yüzden Drogo en fazla onunla bağ kuruyor. Onun ölümünü rüyasında görüyor. Yirmi yıldır orada kalan askerden iki aydır kalan askere kadar herkesin amacı bir umuttur. Peki ya hayatınız boyunca kurduğunuz bir hayal gerçekleştiğinde ne olur? ‘’İyi olan, arkada, iyice arkada kalmış, o farkına varmadan önünden geçip gitmiştir. Ah, artık dönmek için vakit çok geçtir, arkasında, aynı yanılsamayla kendisini izleyen ama henüz beyaz ve ıssız yolda görünmeyen kalabalığın uğultusu giderek artmaktadır.’’ Uzun süredir sakin ilerleyen kalede bir gün bir hareketlenme olur. Kuzeyden bir siyah çizgi şeklinde askerler kaleye yaklaşır. Erler ve rütbeliler bu olayı konuşur. Görev verme yetisine sahip tek kişi olan Albay Filmore ise odasından çıkmaz, camdan bile bakmaz, yıllardır beklenen düşman gelmiştir peki o ne yapacaktır? Nietzche’nin “ İnsan midesinin sınırlarını bilmeli.” der. Hayal kurabilirsiniz, planlar yapabilirsiniz, beklenti içine girebilirsiniz ancak yapabileceğiniz kapasitenin farkında olmalısınız, fazlalıklar daima bunalıma sebep olur ve bir anda sorun çözme kabiliyetinizi kaybedersiniz. Aklıma Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ‘’Bizim en büyük realite sandığımız şey zaman içinde rüyaların birbirine eklenmesidir. Realite rüyanın mahsulüdür.’’ sözü geldi. Çoğu insan rüyaları gerçekleşsin ister ama sadece ışık hızı yılında gerçekleşsin ve bitsin. Hakikatler gerçeği nasıl da örtüyor. Drogo bir gün annesinin de isteğiyle bir generalin yanına gider, amacı kaleden tayinini istemektedir çünkü annesi çok ısrar eder. Drogo içinde yapmamasını söyleyen sese rağmen generale gider ancak general tarafından hiç beklemediği bir şekilde karşılanır. Ve aslında yaşadığı hayatın kocaman bir yalan olduğunu ve herkesin onu kandırdığını fark eder. Meğer istediğin zaman kaleden gidebilecek olmaları kocaman bir yalanmış. Bu gerçekleri öğrendikten sonra Drogo artık kalede duramaz, öyle zannettiniz değil mi? Ama hayır bunları öğrendikten sonra bile hayatının anlamı kale haline gelen Drogo kalesine geri döner. Her şeyin yalan olduğunu bilmek onu rahatlatır. Gerçekle alışveriş halinde bir hayal alanı ortaya çıkıyor. Sonuçta insanlar kendi maddi ve manevi çıkarları doğrultusunda deliriyor. Romanda zaman atlamaları önemli bir yere sahip, kalede her şey bir rutine bağlı kurallara yüzde yüz uyuluyor. Hatta kurallara o kadar çok uyuluyor ki bunun ispatını yapmak istercesine bir nöbetçi asker başka bir askeri tanımasına rağmen nöbet esnasında parolayı söylemediği için alnının ortasından vuruyor, buradan da anladığımız üzere askeri birlikte rutinler oldukça önemli. Rutin hayat insana zamanın nasıl geçtiğini kaybetme fırsatı verir, her şeyin her gün aynı olduğu bir yerde artık günleri saymayı bırakırsınız; hapishaneler veya hastane yatakları gibi bir de askeriye elbette. Kalede sürekli bir paradoksal döngü halinde düşmanların kaleye gelişini bekliyoruz, herkes hayatının anlamını bulmaya çalışıyor ancak bu düşmanlar bir türlü gelmiyorlar. Yer yer askerler artık kendilerine düşmanlık hikayeleri ile beraber uydurma öyküler anlatmaya başlıyorlar bir yerden sonra olmayan düşmanları varmış gibi zannediyorlar bunları hayatta ne diri tutuyor her an bir yerden bir düşman saldırısı gelebilir, burada da beklentilerimize umutla bağlanmamız gerektiğini söylüyor bize yazar. Artık gitmesi gerektiğini düşünen ana karakterimiz izin alarak şehrine geri döner ancak döndüğü şehirde umduğunu bulamaz çünkü hayattan kopup beklentilerine o kadar çok bağlanmıştır ki gittiği yerde hiçbir şey onu mutlu etmez. Artık o dünyaya ait biri değildir çünkü o köprüyü çoktan geçmiştir ve o köprünün altından çok sular akmıştır, tanıdığı herkes siyasette, hukukta veya ticarette önemli bir yere gelmiştir. Onun ise yaptığı tek şey bir kalede askerlik yapmaktır, başka bir sıfatı yoktur. Artık onun hayatının realitesi bu olmuştur. Ve bir anda romanımızın 20 yıl ileri attığını görürüz, artık Drogo kalenin gedikli subaylarından biridir. Tıpkı ilk geldiğinde Subay Matti’nin ona dediği gibi eğer alışırsan gidemezsin kehaneti gerçek olmuştur. Bir ömrü ıssız bir kalede sonlandırmak üzeredir. Ancak umut bu ya her zaman daim hayata dair. ‘’Bunların hepsi artık ona aitti ve onları terk etmek Drogo’ya acı verecekti. Ama aslında o bun bilmiyordu, ne gitmenin kendisine nasıl bir çaba gerektireceğinden, ne de kaledeki yaşamın günleri, birbirinin tıpkısı günleri, baş döndürücü bir hızla yutup gittiğinden habersizdi. Dünle evvelsi gün birbirinden farksızdı, onları birbirinden ayırt edebilmek olanaksızdı; üç gün önce olmuş bir şey de yirmi gün önce olmuş bir şeyde sonuçta ona eskiden olup bitmiş bir şey olarak görünüyordu. Böylece, o zaman ayırdına varmadan, zaman akıp gidiyordu.’’ Asker arkadaşlarından biri olan Simeoni dürbünü ile sürekli olarak uzakları izlemektedir. Uzaklardan belli belirsiz ışıklar görür ancak kaledeki insanlar onun gördüğü bu ışıklara anlam veremezler, hüsnü kuruntu yaptığını iddia ederler, dalga geçerler. Ancak ona inanan tek kişi: kahramanımız anlamlı bir hayatın peşinde heder olmuş Drogo’dur. Artık ikisi beraber uzaklardan gelen bu ışıkları izlemeye başlarlar. Bir yol çalışması olduğunu fark ederler çünkü bu yol çalışması kışın duruyor geceleri çalışmaya devam ediyor ancak o kadar uzak ki kaledeki askerlerin çıplak gözle görmesi mümkün değil. Bir süre sonra askeri düzende komutanlar bu durumu fark edip askerleri kandırmaya yönelik davranışlardan uzak durmalarını istemeleri sebebiyle gözlem yapmayı yasaklıyorlar. Korkan Simeoni dürbünü teslim ediyor. Drogo İzlemeye hep devam ediyor gün geliyor onlar haklı çıkıyor ancak her şey için çok geçtir. Romanımızın sonlarına doğru ana karakterimiz bir ömrü kahramanca bir hayat sürmek için ıssız bir kalede mahveden Drogo hastalanır düşmanlar tam kaleye geldikleri esnada o hiçbir şey yapamaz hale gelir çünkü hayatın onun için başka sürpizleri vardır. Bu umutsuzluk ve aşağılanmışlık içinde, subay arkadaşı tarafından yıllarca düşman saldırısı beklerken hastalığından dolayı yer kapladığı için kovuluyor. Kahramanca dövüşmek varken emeklerinden uzaklaştırıyor ama en son da yine kendi Drogoluğunu konuşturup gülümsüyor. Evet, Drogo sen sebepsiz geldin ama bir sebebin vardı gülmeye. Nikos Kazancakis eşsiz romanı Zorba’da der ki ‘’Mutluydum; biliyordum bunu. Mutluluğu yaşarken kavraması zordur; ancak o geçip de arkamıza baktığımız zaman birdenbire biraz da hayranlıkla ne kadar mutlu olduğumuzu anlarız.’’ Ki bence mutluluk bir manevi stratejidir onu kendin kurarsın; tedarik ya da ithal edemezsin. Romanda da hayatta da en büyük mesele… hayallerimiz suya düştüğünde umudu kaybetmemektir. Hayat ne acayip hepimiz birilerinin kara listesindeyiz. İnsanı hayatta tutan ve yaşamı anlamlı kılan şey beklentilerimizdir. Hepimizin yazılı veya töre usulü görevleri vardır. Bir anne, bir baba, bir abi, abla, komşu, arkadaşız. Bu görevler yapışır yakamıza da kimse sormaz başlangıçta ister misin diye? Bastiani Kalelerimize yol alır, sabırla gün doldururuz. Günün sonunda arkana baktığın zaman anlamlı bir hayat yaşamış olmak için ıstırap üstüne ıstırap yaşarsın. Bir gün bir savaş çıkacaktır, sana ihtiyaç duyulacaktır ve sen kendini gösterip eleğini asıp duvarı da yıkıp gideceksin. Bir savaş çıkar bazen, savaşın ortasında yapayalnız kaldığını görürsün. Ne yaparsan yap, senin rüyaların hayatın içinde eriyip gider. 25 yaşında bayatlamaya başlayan bir neslin zamanı mirasyedi gibi kullanan çocuklarıyız.
Tatar Çölü
Tatar ÇölüDino Buzzati · İletişim Yayınevi · 201813,1bin okunma
·
608 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.