Her yeni kitabında Şeriati'ye hayran olmamak elde değil. Şii bir Müslüman olmasına rağmen "dinin en büyük düşmanı" ilan edilen Marksizm'i tarihsel ve felsefi açıdan ele alarak irdelemesi çok kıymetli. Esasında daha önce Marks ve sosyalizm okumalara yapmamın karşısında Ali Şeriati bana bambaşka bir kapı açarak görümü fazlasıyla etkiledi. Şeriati'nin şu ana kadar okuduğum kitaplarından en zengini
Marksizm 'di diyebilirim. Zira elimde kalem ve kağıtla notlar almaktan kitabı okumakta zorlandım diyebilirim. Şöyle ki; Şeriati, Marks'ı ve Marksizm' tüm yönleriyle irdelemekte. Bunu yaparken de yazarın diyalektik, tarih, felsefe, etkilendiği filozofları ve daha birçok somut/soyut etkeni çok yönlü bir değerlendirmeye tabi tutmakta. Özellikle Marks'ı dönemlere ayırarak inceleme çalışması fazlasıyla yarar sağlamakta okurlara. Kaldı ki kitabın birçok bölümünde Şeriati, kişilerin farklı zamanlarda farklı değerlendirilmesi gerektiğini vurguluyor. Öte yandan feodal - burjuva - Fransız İhtilali - emperyalizm - komünizm - proleterya arasındaki felsefi ve tarihi incelemesi ise takdire şayan.
Ancak kitapta en çok tesir bırakan bölüm ise Şeriati'nin, Marks'ın sömürge toplumlarını analiz etmesindeki acizliğine değindiği çözümlemelerdir. Zira bizim de halihazırda yaşadığımız coğrafyalar dahil olmak üzere üçüncü dünya ülkelerinin Batı kapitalizmi tarafından nasıl sömürüldüğünü kaleme almayan Marks'ın eksik noktasını eminim ki bugüne dek hiçbirimiz fark etmemişizdir. Bunun en bariz örneği ise yine kitaptan olan şu cümlededir: #225031352
Farklı bir bakış açısı ve eleştirebilme kudretimi kuvvetlendirdiği için Ali Şeriati'yi saygı ve minnetle anıyorum.